Arkun DEMİROĞLU
Oluşturulma Tarihi: Aralık 10, 2011 20:17
İlk görüntüler için Brooklyn Parkı’ndayız. Filmin adı, oyuncular, filmi gerçekleştirenlerin isimleri bu görüntülerin üzerine yazılıyor: Carnage, Jodie Foster, Kate Winslet, Christoph Waltz, John C. Reilly, Yasmina Reza, Roman Polanski... Küçük harflerle yazılan isimler büyüyerek üzerimize geliyor. Yazılardan kaçamamak, kaçacak yerin olmaması düşündürüyor insanı...
2009 yılında Amerikan hukuk sisteminin isteği üzerine İsviçre’ye bir ödül almaya giden Roman Polanski tutuklanmıştı. İsviçre’de 2 ay tutuklu kalan olan yönetmenin yeni filmi ‘Carnage’ın (Acımasız Tanrı) bir daire içinde geçmesi ve dört yetişkinin hiçbir yere gidememesi, kaçamaması sürpriz değil. Roman Polanski İsviçre’de tutuklu olduğu zaman zarfında Yasmina Reza’yla işte bu filmin senaryosunu yazıyordu...
‘Carnage’da apartman dairesine girmeden önce parkta bir grup çocuğu izliyoruz. 11 yaşında olan çocuklardan ikisi konuşup kavga etmeye başlıyorlar ve biri diğerinin yüzüne dal parçası ya da sopaya benzeyen bir cisimle vuruyor. Mağdur olan çocuğun ticaretle uğraşan babası Michael (John C. Reilly) ve yazar/editör olan annesi Penelope’un (Jodie Foster) New York’taki evindeyiz. Eve davet edilen ve finans dünyasında çalışan Nancy’le (Kate Winslet) avukat Alan (Christoph Waltz) ise suçlu çocuğun anne-babası.
SUÇ KİMDE
Ekranda izlediğimiz insanlar eğitimli, varlıklı ve uygar oldukları için olayı konuşarak, anlaşarak çözmeye karar verip bir araya geliyorlar. Roman Polanski’nin 79 dakika süren filminde yüzünün şekli değişen ve iki dişini kaybeden çocukla ona vuran arkadaşından çok, anne babaların kişilikleri, hataları, hayat biçimleri ve insanlıkları masaya yatırılıyor. Zaman zaman söz bu insanların çocuklarına da geliyor. Suçlu çocuğun anne babası çocuğun özür dilemesinin zor olduğunu söylüyor ve sözbirliği etmişçesine “Bizim oğlumuz manyaktır” diyorlar.
Dünyada olup bitenlerle ilgili insanların Oskar Kokoschka’yla Tsugouharu Foujita’nın kitaplarına insanlardan daha çok değer verebildiğini gördüğümüz ‘Carnage’da cep telefonlarının insanları toplum dışına ittiği eleştirisi de yapılıyor. Yeri geldiği zaman kadınların her şeye rağmen erkeklere karşı birlik olabildikleri ‘Carnage’ aynı zamanda oldukça komik bir
film. Cep telefonunun büyük yara alacağı sahne de, karakterlerden birinin kusma sahnesi de izleyicileri kahkahalara boğabiliyor. Kusma sahnesinde asıl dikkat çekilmeye çalışılan nokta gıda zehirlenmesi yerine bir hayatın kusulmasında. Her günün getirdiği stres, dile getirilemeyenler, birikimler...
Oyuncuların teker teker çok başarılı oldukları ‘Carnage’da Winslet ve Foster mutsuz kadın rollerinde başarılılar. Yılların karakter oyuncusu John C. Reilly bu kez öfkesi taşan adam rolünde dikkat çekiyor. Christoph Waltz ise filmin en çok güldüren oyuncusu.
POLANSKI’NİN SÖZLERİ
‘Carnage’ı Paris’te Roman Polanski’nin de katıldığı bir gösterimde izledim. Polanski bu filmin kendisi için de bir ilk olduğunu, ilk defa bu kadar ünlü yıldızla birlikte çalıştığını ve bu yıldızların kendisini oldukça şaşırttığını söyledi. Önceleri dört ünlü oyuncuyla birlikte çalışmaktan korktuğunu ama oyuncuların inanılmayacak derecede iyi anlaştıklarını anlatan Polanski, iki hafta yoğun bir prova sürecinden sonra filmini oldukça hızlı çekmiş. Bu çarşamba Fransa’da vizyona giren film, ilk seanslara bakıldığı zaman Fransa’da günün en çok seyredilen filmi oldu. Bir önceki filmi ‘The Ghost Writer’ın 2010 yılının en iyi filmi ve yönetmeninin başeseri olduğunu düşünmeme rağmen ‘Carnage’ benim için dört dörtlük bir film değil. Neden mi...
2008’in ilkbaharı. Paris’te ‘Antoine Tiyatrosu’. Dünyaca tanınan Yasmina Reza’nın yeni oyunu ‘Le Dieu du Carnage’ sahnelenmeye başlıyor ve Reza hayatında ilk kez yönetmenlik koltuğunda oturuyor. Oyunculardan Valerie Bonneton yıllar sonra Kate Winslet’ın oynayacağı rolle Moliere ödülünü kazanacak. 2010 yılında ‘Serge Gainsbourg’ rolüyle Cesar ödülü kazanacak olan Eric Elmosnino da, Andre Marcon da rollerinde başarılılar.
EN İYİ OYUNCU KİM
Oysa benim gözlerim ‘Carnage’ filminde Jodie Foster’ın oynayacağı rolü tiyatro sahnesinde ilk kez üstlenen oyuncudan başkasını görmüyor. 2008 baharında yazdığım yazıdan alıntı yapıyorum;
“Birbirinden başarılı dört oyuncu arasında biri var ki takdire şayan. Fransız ve dünya sinemasının bunalımlar kraliçesi Isabelle Huppert kendisini hiç görmediğiniz, belki de hiç göremeyeceğiniz kadar komik. Büyük oyuncudan gözlerinizi almanız mümkün değil. Huppert oğlunu savunurken kullandığı el jestleri, mimikleri, bacaklarını havada sallaması, vücudunun her noktasını ustaca kullanmasıyla fiziksel komedide olduğu kadar sessizliklerde ki ustalığı, sinir krizlerindeki dokunaklığıyla da kelimelerin ötesinde bir performans sergiliyor.”
Yaklaşık dört yıl sonra fikrimi değiştirmiş değilim. Jodie Foster her an patlayabilecek öfkesiyle rolünde çok başarılı ama Foster’ın yorumunda komediye yer yok. Bunun sebebi Polanski’nin dünyasının Reza’nın (ki filmin senaryosunu birlikte yazmışlar) dünyasından daha karanlık olması... Jodie Foster öfkesine hakim olmaya çalışan kadın rollerinde usta ama insan keşke Isabelle Huppert bu rolü sinemaya taşıyabilseydi diye düşünmekten kendini alamıyor. Her şeye rağmen özellikle oyunu tiyatro sahnesinde Isabelle Huppert’le izlemediyseniz ‘Carnage’ beğeniyle izleyebileceğiniz güzel bir kara komedi. Birbirini tanımayan insanların arasındaki hesaplaşmayı ve değişen müttefiklikleri seyrettiğimiz ‘Carnage’ın sonunda ise 11 yaşındaki çocukların anne babalarından daha farklı olduklarına tanık oluyoruz.
BÜYÜK CECILIA
Genç kadın saçlarını toplamış ama boynundan ensesine ve çıplak omuzlarına dökülen saçları kabarık ve dalgalı. Karşımızda koyu renk saçlarının arasında görülen tek tük beyaz saçlara aldırış etmeyecek kadar kendiyle barışık bir kadın var. Yeşil zümrütlerle boynunu saran kolyesi ve zümrütlerle döşenmiş su bileziği takan mezzo soprano Cecila Bartoli’nin elbisesi de zümrüt renginde.
Haendel’in ‘Semele’sinin konser versyonuyla Paris’te ‘Salle Pleyel’de iki gece sahneye çıkan Cecilia Bartoli’ye Diego Fasolis’in yönettiği ‘La Scintilla an der Oper Zurich Orkestrası’ ve English Voices korosu eşlik etti. Cecilia Bartoli’nin diğer mezzo sopranolardan ilk farkı her sahneye çıktığında gözlemlediğimiz sıcak tavrı ve seyircisiyle kurduğu sıcak bağ. Gözlerinin içi gülen 45 yaşındaki Bartoli’nin sesi bu akşam her zaman olduğu kadar kuvvetli. İtalyan yorumcunun başarısının sırlarından biri de büyük bir yoruma sahip olduğu kadar iyi bir oyuncu olmasında gizli. ‘Myself I Shall Adore’da kendine hayran bir kadını canlandırıyor ve o muzip gülümsemeleri, o bakışları öylesine etkili ki çok kısa bir süre sonra ‘No, No, I’ll Take No Less’ aryasında burnundan soluyan kadının aynı kadın olduğunu söylemek güç. ‘Myself I Shall Adore’, ‘Endless Pleasures’, ‘No, No, I”ll Take No Less’ ve ‘O Sleep’ aryalarındaki yorumuyla Bartoli bir kez daha kendini aşıyor...
Büyük bir sanatçıyı kelimelerle anlatmak kolay değil. Cecilia Bartoli’nin ‘Semele’deki performansı tek kelimeyle büyüleyiciydi. Ayakta alkışlama geleneğine oldukça soğuk bakan Parisliler Çarşamba gecesi Cecilia Bartoli’yi 10 dakika boyunca ayakta alkışladılar... Kısaca söylemek gerekirse, Cecilia Bartoli klasik müzik dünyasının en iyi sanatçılarından biri.