Güncelleme Tarihi:
Son serginizin adı ‘33’. Bu adın 33’üncü serginiz olması dışında özel bir anlamı var mı?
- İlk kez sergimi bir sayıyla adlandırmak istedim. Son yıllarda giderek çoğalan bir biçimde söz, metin ağırlık kazandı; herkes bir şeyler aktarmaya çalışıyor, sosyal medya, televizyon, blog’lar, sürekli bir uğultu... Kelimeler uçuşuyor ortada... Bazen susmak, belki daha ifadeli olabilir. Sergi adları da görsele eşlik eden metinler de bütün bu söz yükü arasında. Bu dönemde özellikle yorucu geldiğini hissettim, bir tepki oluştu içimde, anlamlar ve aşırı anlamlandırmalara karşı...
Son dönemde yapılan işlerde kullanılan metnin, görselliğin önüne geçtiğini söylüyorsunuz. Bunu neye bağlıyorsunuz?
- Çağdaş sanatta görsel ve metin birlikteliği önemli; nesnellik, kavramlar, sosyal va politik içerik... Ama denge iyi kurulmalı, görsel olan, yetkinlik ve ifade gücü açısından metnin gölgesinde kalmamalı. Bazen anlama ve yazılana sırtını dayamış ve pek de başarılı bir biçimde çözümlenmemiş işlere rastlıyoruz. İfade biçimi olarak seçilen alan ne olursa olsun, video, fotoğraf, resim, üç boyutlu ya da yerleştirme, önce o işin gücü önemli; ortada gözüken asıl etkileyici olan, aksi halde metnin içerdiği anlamları da aktaramaz yapıt.
Sergide yer alan eserlerinizin tamamı 2011-2013 yılları arasında Paris’te yapılmış. Mekân ve çevre, resminizi nasıl etkiliyor?
- Önceleri çalışmak için atölyemin ortamı gerekliydi; son zamanlarda nereye gidersem gideyim bir biçimde ertesi gün tezgâhımı kuruyorum. Ama çevre ve mekân etkileyici, olumlu ya da olumsuz biçimde. Bir iç mekânda, sürekli arkamda ve dışarıda olanı da yaşarım, karanlıkta, gözüm kapalıyken, hatta uyurken bile görürüm: Mekândan kendimi soyutlayamam; ruh ve zihin durumumu fiziksel ortam çok belirler.
Paris’in özel bir yeri var mı bu anlamda?
- Hem de çok. Son yıllarda tüm çalışmalarımı orada yaptım, süre olarak da daha fazla orada bulundum. Yaşanan yerden uzaklaşmak, değişik bir ortamda olup mesafe kazanmak iyi geliyor. Ayrıca Paris’in bir sanatçı için pek çok besleyici yanı var; sanat gündelik hayattan, realiteden kopuk değil, tam tersine iç içe, sergiler, müzeler, sayısız çeşitlilikte film... Paris hâlâ bir sinema cenneti, sokaklar, tarihin sürekliliği... 250-300 yıl öncesinden gelen pek çok binanın bugün hâlâ yaşanılır olması örneğin... Anıt görmek aynı şey değil. Yaptığım işi orada daha anlamlı buluyorum, her şeyle bütünleşiyor.
Çağdaş bir natürmort olarak yorumluyorsunuz yaptığınız çalışmaları. Natürmortun ‘ölmeyen’ yanı nedir sizce?
- Sanatta yaratıcılığın bir yanı zamanı hissetmek, hatta zamanın ötesinde olmak, yenilik... 21. yüzyılda Chardin gibi natürmort yapılamaz. Yapılabilir tabii ama bu sanat olarak tanımlanabilir mi bilmem. Farklı bir boyut getirmek gerekir.
Model olarak ele aldığınız doğal nesnelerde sizi etkileyen şey nedir?
- Sanatsal üretim genel olarak karmaşık bir süreç; seçtiğimiz konuyu nasıl belirliyoruz, neden o değil de bu biçimde çalışıyoruz, zihinde her aşaması çok net olmayabilir. Benim çalışma süreçlerimde sezginin payı büyük; örneğin büyük saplantım şeftali çekirdeği gibi doğal nesnelerde tüm evreni görürüm gibi gelir. Çizgilerin bitimsizliği, sınırsızlığı, sonsuz bir döngüyü yakalamak heyecan verici. Doğa kendini tekrarlıyor, biçimsel olarak insan gövdesiyle zencefil kökünün benzerliği ne kadar çarpıcı.
Çağdaş sanatta pek çok malzeme kullanılıyor ama siz tuvale sadık bir sanatçısınız. Resmin geleceğini bu anlamda nasıl görüyorsunuz?
- Tekrarladığım bir şey oldu belki ama ben, sanatsal ifade biçimlerinin çoğulluğu açısından çok şanslı bir dönemde olduğumuzu düşünüyorum; film, desen, video, fotoğraf, üç boyutlu, kavramsal... Sanatçılar da izleyiciler de tüm bu çeşitlilikle çevrili. Tuval resmi de bunlardan biri. Geçmişi daha eski diğerlerinden ama bugün hâlâ gündemde ve çok önemli sanatçılar tuval resmi yapmaya devam ediyor. Farklı bir alana geçebilirim ama şu an resimle kendimi güçlü bir biçimde ifade ettiğime inanıyorum.
Fatma Tülin’in ‘33’ adlı sergisi 30 Nisan’a kadar Kare Sanat Galerisi’nde izlenebilir.
(212) 240 44 48