Güncelleme Tarihi:
Okuyanlar hatırlayacaktır, Elele’de iki yıldır yazı yazıyor, röportajlar yapıyorum. Eş zamanlı olarak da misafir öğretim elemanlığı görevi, modellik ve doktora... İçinde bulunduğum sekiz yıllık yükseköğrenim süreci geçtiğimiz ay sona erdi. Tez savunma komitesi tarafından oybirliğiyle başarılı bulunmamdan dolayı ‘doktor’ unvanı aldım. Elele bu ay; “Kendini anlat!” dedi bana... Biz okulda buna öz-düşünümsel yaklaşım diyoruz. Kendi yaşam öykünden yola çıkarak bir konuyu sorunsallaştırmak, deneyimlerini araştırma konusu kapsamında, anlamaya ya da anlatmaya çalışmak gibi... Bu yazı öyle bir yazı işte...
BİR KADININ BAŞARI VE ÖZGÜRLÜK ÖYKÜSÜ
Başıma tacın, adıma doktor unvanının gelmesine sebep büyük dedemdir. Her şey onunla başladı. Soyadı kanunu sırasında memura, “Şöyle güzel bir şey olsun” demeseymiş, ‘Güzel’ soyadını almayacaktık. Hadi aldık; mahallemizin 90’lı yıllarının güzide (!) delikanlıları ‘kürdan’ diye laf atmasalardı şayet, bu kadar hırslanmayacaktım belki. Güzel soyadını taşımasam, hipnozlanmışçasına güzellik yarışmasına da girmeyecektim. “Aman canım bunlar ne ki”ye cevaben, pilavı dahi ekmekle yiyen bir model olarak, inadına incecik kalmayacaktım. Hepsi tesadüfse şayet, son dört yılımı ‘güzellik’ tezi yazmakla geçirmeyecektim, ‘Güzel’ soyadıyla doğmasaydım... ‘İsminiz, kaderinizdir’ diyorlar, öyle miydi sahi?
10 yılı aşkın süredir modellik yapıyorum. Muhteşem bir meslek.
Dünyanın 40’tan fazla ülkesini, 100’ü geçkin şehrini gördüm sayesinde. Her podyuma çıkışta renkli bir kitap kapağını açar gibi yeniden ve yeniden okudum hayatı. Güzellik endüstrisi içinde konumlanabilmeyi, profesyonel güzelliği taşıyabilmeyi öğrendim. Sonra hepsinin elimden kayıp gideceğini, tek ayakkabıyla bal kabağına dönüşebileceğimi... Dahası güzellik hiyerarşisini, hegemonyayı, güzelliğin getirisini, alkışları, yaftalanmayı, mobbing’i...
MODEL ARKADAŞLARIM BENİ SIKICI BULDU
Bir şeyler yapmam gerektiğine karar verdiğimde henüz 25 yaşında yoktum. Aslında bir kadın olarak ayaklarımın üstünde durmam gerektiğini 10’lu yaşlarımdan beri biliyordum. Şimdi emekli olan ama o zamanlar makine mühendisi olarak görev yapan babamla da bu sebeple çok atıştık. Onun bana hiçbir şeye ihtiyacım olmadığını, benimse ona aksini anlatmam epey bir zaman aldı. Delikanlıydım, dışarıda olan her şeyi bilmeli, hayatı kazanmalıydım. En boş caddede, en zifiri gecede kadın olarak yürüyecek, özgürlüğü hak edecektim. Ait olduğum yeri ve dengeyi bulunca, babamla muhteşem iki dost olduk.
Korkusuzca yaşamın içine atıldığım için kendimle gurur duyuyorum. Yanlışlarımdan kendi doğrularımı çıkarabildim. Ne var ki hiç kolay olmadı. 2004 yılı yaşamımda dönüm ve doyum noktası olmuştur. Hızlı konuşan, hızlı düşünen biri olarak yavaşladım. Yavaşladım. Yavaşladım. Ağır, sancılı bir sorgulama evresiydi bu. Zihnimde dönen soruları ve içimdeki açlığı bastırmak için yüksek lisans yapma kararı aldım. Sınavlar, sınavları izledi ve ben Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldum. Ama yetmedi. Özel sektörde iletişim müdürü olarak görev yaptım. Daha doğrusu yapamadım. Gizli gizli doktora ve dil sınavlarına girdim. Antropolojiyi kazanmıştım. İstifa edip okula başladım. Sınavlar hiç bitmedi. Kuliste, uçakta, otobüste, tuvalette deli gibi çalıştım. Bir gün içinde iki kitabı bitirdiğime şahit olan model arkadaşlarım haklı olarak beni sıkıcı buldular. İki yılın sonunda 2009’da, üç ay eve kapanarak hazırlandığım doktora yeterlilik sınavlarını da geçerek, tez yazmaya hak kazandım.
EVLİLİK VE ÇOCUK KONUSUNU ÖTELEDİM
‘Güzellik’. Teze başlarken bu kavramla yeniden bir araya geldim. Soyadım beni takip ediyordu sanki. Tezin ana konusu ‘Kültürel Bağlamda Kadın ve Güzellik’ olunca, her hafta bir kadının yaşam öyküsünü çalıştım. Hypatia’nın linç edilişini, Sophie Scholl’un giyotin cezasını tahayyül ettikçe bağıra bağıra ağladım. Özellikle kadına yönelik haksızlıklar silsilesiyle tanıştıkça, arabeske bağlayamayacağım kadar güzel bir yaşamım olduğuna kanaat getirdim. Yola devam dedim. Kişisel gelişimim için, “nesin?” sorusunun cevabı için devam! Tezin alan çalışmasında görüştüğüm, her türlü ideolojiye, inanç, görüş ya da yönelime sahip toplam 50 değerli katılımcıdan çok şey öğrendim. Ne düşünürsen onu kendine çekersin ya, dünyam değişti; kör kanaatlerimin ayırdına vardım. Şiir geceleri yaptık, konser, müze, tiyatro ve GAP turları... Açığı kapamak için koştukça, bu açlığın hiç dinmeyeceğini; içimdeki bilgeyi doğurmadan ölmemen gerektiğini öğrendim. Evlilik ve çocuk konusunu öteledim. Beri yandan içimde kadınlar, çocuklar, hayvanlar, yaşlılar için bir şeyler yapmak isteği uyandı. Bu aşk, alev alev sardı bedenimi.
Şimdilerde Hürriyet Cumartesi ekinde “SohPet” isimli bir köşem var. 26 Mart’ta girdiğim doktora tez savunması sınavından başarıyla geçtim. Bunun anlamı doktor unvanı almış olmamdır. Cübbeyi giydiğim gün buruk bir mutluluk ve boşluk duygusuna kapıldım. Dedim ya arabeske lüzum yok, yola devam diye. Bilge az ve öz konuşurdu. O gün de öyle demişti...
DOĞU’DA BİR KADIN OLMAYI DENEYECEĞİM
Artık kadrolu akademisyen olarak çalışmaya başlayacağım.
Üç yıldır süregelen ve altyapı olarak sağlamlaştırdığım yeni kimliğime, gazete yazarlığına devam edeceğim kuşkusuz. Akademik kariyerime de hakeza. Ama önce dedemim memleketi Ağrı’ya gideceğim. Bir soyadından daha önemli olan şeyleri araştırmak için bu defa. Bir kadının adeta doğum makinesi gibi dokuzuncu çocuğunu dünyaya getirirken yaşama veda ettiği evi ziyaret edeceğim. O kadını zihnimde yaşatmaya çalışacağım. Güçlü-zayıf, doğru-yanlış, seçen-seçilen, merhametli-zalim, gösterişli-sıradan... Hepsi oldum. Doğu’da bir kadın olmayı deneyeceğim bu defa. Öyle olmadığımı biliyorum. Öz-düşünümsel olmasa da, zihnimdeki bir çipte kayıtlı durduğuna inandığım kültürel mirasımdan yararlanacağım bunun için. Antropolojik veri toplama tekniklerinin de yardımıyla. Sözün özü babaannem Azize Güzel’in yaşam öyküsünü kaleme alacağım. Ne ki “azize” ve “güzel”! Bence bazılarımız geçmişimizde var olan bir kadının hayalini gerçekleştirecek güç ve inançla dünyaya geldik. O yarım bırakılmışlığı tamamlayabilmek ya da hâlâ bir yerlerde asılı duran acı feryadı dindirebilmek adına. En azından o haykırışı duyanlarımız var. Yola devam.