Nasıl bir adam

Güncelleme Tarihi:

Nasıl bir adam
Oluşturulma Tarihi: Mart 10, 2012 20:13

Whitney Houston’ın zamansız aramızdan ayrılmasıyla ilgili bir yazı yazdığım zaman popüler müzikte Whitney’i Michael Jackson, Barbra Streisand, Jeff Buckley, Nina Simone, Nilüfer’le aynı yüksek yere koymuş ve ‘Daha kaç kişiyi bu isimlerle birlikte anabiliriz ki...’ demiştim.

Haberin Devamı

Peki nasıl bir adam k.d. Lang’i, Mina’yı, Barbara Cook’u, Cassandra Wison’ı, Tracey Thorn’u, Ornella Vanoni’yi, Bonnie Raitt’i bu kadar kolay unutabilir? Dikkatsiz ve yaşlanmaya başlayan bir adam unutur elbette... Bu hafta, sona doğru dünyaya bir boşluktan bakmaya başlayan iki adamın portresiyle başlıyoruz...

HİÇ SANMIYORUM

Bugünlerde Paris’in Rond Point Tiyatrosu’nda Jean-Claude Grumberg’in yeni oyunu ‘Moi Je Crois Pas!’ sahneleniyor. 2009 yılında ‘Vers Toi Terre Promise’ isimli güzel oyunuyla Moliere ödülü kazanan Grumberg’in yeni oyununda başrolleri Fransız tiyatrosunun en başarılı oyuncularından Catherine Hiegel ve Pierre Arditi paylaşıyorlar. 24 Mart tarihine kadar sahnelenecek bu oyun için Hiegel ve Arditi ilk kez birlikte sahneye çıkıyor ve sahnede kusursuz bir ikili oluşturuyorlar.
Beyaz bir salon, beyaz bir bank, kuvvetli ışıklar. Boşluğa bakan bir hanımefendiyle bir beyefendi var sahnede. Sessizlik bir süre devam ediyor. Konuşmaya başladıkları zaman çiftin 30 yıldır evli olduğunu ve televizyon ekranına baktıklarını anlıyoruz. Çift, televizyon ekranından bugünün Fransasına bakıyor. Adamın ağzından çıkan ilk sözcükler ise, “Hiç sanmıyorum.” Hiçbir şeye inanmayan adamla her şeye inanan kadın birbirlerinin fikrini değiştirmek için çabalasalar da boşuna. 11 Eylül, şaraplar, Modiano, Moliere gibi aklınıza gelebilecek birçok konuda tartışan çift nedense söylemesi kolay iki önemli kelimeyi bir türlü dile getiremiyor...
Pierre Arditi (67) ve Catherine Hiegel’in (65) canlandırdıkları karı koca çok yaşlı olmadıkları için zamana sahip olduklarına inanıyorlar. O yüzden bir televizyon dergisiyle birlikte televizyonun karşısında yaşamayı, sonun başlangıcı olarak görmüyorlar. Oldukça sıradan, oldukça banal bu iki insanı Arditi ve Hiegel o kadar büyük bir ustalıkla oynuyorlar ki sahnedeki iki insan seyircilere itici gelmiyor. Her şeyi bilen ama hiçbir şeyi umursamayan, hiçbir şeye inanmayan adam rolünde Arditi, eserin sonuna kadar başarılı bir oyunculuk çıkarıyor. Sabırlı, itaatkar, olumlu eş rolündeki Hiegel ise her tartışmaya ve her sataşmaya rağmen eğilmeyen, ezilmeyen bir karakter yaratıyor sahnede.
Zaman ve hayat geçtikten sonra ne adam neye karşı olduğunu, ne de kadın neye taraf olduğunu hatırlamıyor. Zamanın bittiği an. Artık söz kadında. Kadın kocasına artık hiçbir şeyi hatırlayamaz olmasına üzüldüğünü ama kendisinin de kocasının Almanca isimli hastalığının adını anımsayamadığını itiraf ediyor. Yıllarca birlikte bir hayatı paylaşmış ve ‘Seni Seviyorum’ gibi söylemesi kolay iki kelimeyi bir araya getirememiş bir adamla kadına bakıyoruz. Tam yazık diye düşünürken Pierre Arditi’nin boşa bakan gözleri ve yüz ifadesi seyircileri yakalıyor. Alzheimer hastalığının dehşeti, çaresizliği, o korkunç boşluk bugüne kadar hiç bu kadar iyi gösterilmemişti. Seyircilerin hafızalarına kazınan performansıyla Pierre Arditi hiç bu kadar korkutmamıştı... ‘The Iron Lady’ filminde Alzheimer hastalığına yakalanan Margaret Thatcher rolüyle üçüncü Oscar’ını kazanan Meryl Streep’in mutlaka görmesi gereken bir performans bu...

Haberin Devamı

Kanvastaki hayalet

Haberin Devamı

12 Şubat akşamı televizyonlarınızdan izlediğiniz adamı Grammy ödül töreninde belki de son kez gördünüz. 50 yıllık kariyerinde 70’in üzerinde albümüyle 45 milyonun üstünde satan Glen Campbell’ı  bir daha televizyonlarınızdan canlı bir performansla izleyemeyeceksiniz. Geçen yazın son günlerinde Campbell hayranları uzun süredir bekledikleri yeni albüme kavuştular. ‘Ghost on the Canvas’ oldukça derin, anlamlı ve ister istemez hüzünlü bir çalışma.  Glen Campbell bir hayatın muhasebesini yaptığı albümün kitapçığında bunun son albümü olduğunu yazıyor. Geçen yaz, 2009 yılında Alzheimer hastalığına yakalandığını açıklayan Campbell’ın Grammy gecesi neler yaşandığını tahmin etmek oldukça güç. Glen nerede olduğunu, sahnede nerede duracağını, o an hangi şarkının çalacağını biliyor muydu? Boşluktan bakıp kendisini alkışlayan insanları gördüğü zaman hisleri nelerdi, eski günleri hatırladı mı? Aslında bu sorular pek önemli değil çünkü o an, o salondaki insanların enerjisi çalmaya başlayan müziğin duygusuyla birleştiği zaman yılların yorumcusu parmaklarıyla gitarına dokunmaya başladı ve unutulmaz bir performans sergiledi. Glen Campbell’ı son bir yıldır izleyenler sanatçının kendilerine umut verdiğini ve bu hastalığın her şeyin sonu olamayacağını anladıklarını söylüyorlar. Bir daha yeni bir plak yapmayacağını ve haziranın 30’unda sahneye son kez çıkacağını söyleyen Glen Campbell ‘Ghost on the Canvas’ albümü ve aylardır devam eden konser turuyla her engele rağmen nasıl bir adam olduğunu kanıtlıyor...

Haberin Devamı

CHAIRLIFT

Yedi yıl önce Caroline Polachek ve Aaron Pfenning adlı aşıklar Caroline’in okul arkadaşı Patrick Wimberly’le birlikte Chairlift grubunu kuruyorlar. İki aşık ilk albümlerini birlikte yazıyor ama aşk hikayesinin sona ermesiyle Aaron, grubu terk ediyor ve ikinci albümü Caroline, Patrick’le birlikte yazıyor. Müzik dünyasında son haftaların en çok konuşulan albümlerinden biri işte bu grubun dört yıllık bir aradan sonra yaptıkları ikinci çalışma olan ‘Something’. 1980’li yılların müziğini anımsatan elektonik pop türündeki bu yeni albümde hüzün ve öfke var. Stüdyoya ilk geldiği zaman Caroline 4x4’le birini (sizce kimi?) ezip geçtiği bir şarkı yazmak istediğini söylüyor. Albümün açılışında yer alan ‘Sidewalk Safari’ işte o duygulara tercüman olan şarkı... ‘I Belong In Your Arms’ ve ‘Cool As A Fire’ın da yer aldığı ‘Something’in bence en güzel şarkısı ise Tracey Thorn’u anımsatan ve Caroline’in bir karabasanından yola çıkarak yazdığı ve şarkıda ailesini koruduğunu söylediği ‘Take It Out On Me’.

Haberin Devamı

ROBERTA

Albümün kitapçığını açtığınız zaman fotoğraflardan biri ilginizi çekiyor. 1970’lerin ortasında çekilen fotoğrafta Roberta Flack ve Yoko Ono’nun arasındaki adam John Lennon’dan başkası değil. 13 yıllık aradan sonra müzik dünyasına geri dönen Roberta Flack yeni albümü ‘Let It Be Roberta’da Beatles grubunun şarkılarını yeni aranjmanlarla yorumluyor. Yoko Ono yıllardır dostu olan Roberta Flack’in albümü sayesinde dinleyicilerin yeniden Beatles şarkılarının evrenselliğini fark edeceklerini düşünüyor ve kadın sesinin bu şarkılara ayrı bir tat verdiğini söylüyor. Roberta Flack’in yorumuyla özellikle ‘Come Together’ şarkısının farklı bir tat verdiğini kabul etmeliyiz.  Albümde 11 şarkı yeni aranjmanlarıyla, finaldeki ‘Here, There and Everywhere’ ise Roberta Flack’in 1972 yılı Carnegie Hall konser kaydıyla yer alıyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!