Güncelleme Tarihi:
İzmir-Urla tapu müdürlüğünde çalışan personele gizli
kamerayla ‘suçüstü’ yapılmış, müdür dahil birçok tutuklama varmış. Ben, bu rüşvet haberlerine çok üzülürüm. Özellikle de tapu müdürleri ve memurları söz konusu ise. Memura rüşvet veremem. Hele tapu dairesinde, verildiğini görürsem dışarı kaçarım.
Tapucu torunuyum ben.
Pek çok eski tapucu bilirim köşeyi defalarca dönmüştür, Kaş-Kalkan taraflarında denize sıfır orman sahibi olanlardan tutun da, İstanbul’da han-hamam edinenlere kadar. Kimsenin günahını almayalım, çalışıp biriktirmişlerdır, vefat eden annelerinin altınını bozdurmuşlardır belki de.
Bildiğim, Ruhi Dedem ayıptır söylemesi, fazlasıyla dürüst ve namuslu bir devlet memuru idi. Gazeteci oğlunun girdiği bir kooperatif evi olmasa, kirada ölüp gidecekti güzelim.
Urla Tapu Müdürlüğü haberini okurken, bizim haber merkezinde gülüştük, ‘Bendeki talihsizliğe bakın ki namuslu ve dürüst bir dedenin torunuyum’ dedim şaka yollu, ‘Yoksa kira gelirlerini tahsille yetinir, buralarda çalışmak zorunda kalmazdım!’
*
Dedem, maalesef (!) dürüst ve namuslu bir memurdu.
Babam, maalesef (!) dürüst ve namuslu bir gazeteci.
Benden de bir bok olmaz...
Elli yaşına dayandım, ne çalmayı becerebildim, ne çırpmayı öğrenebildim.
Babam genç bir gazeteciyken, birinden “Namuslu adamdır” diye bahsederse, Şükrü (Baban) Hoca rahmetli sorarmış, “Kaç paralık namuslu?”
Ben de kendi kendime soruyorum, “Serdar sen ne kadar namuslu, ne kadar korkaksın?”
Yani namus ve dürüstlük dediğin erdemin, yüzde ne kadarı aslında korkaklık?
Yani çalıp çırpmayı becerebiliyor, namussuzluk yapabiliyor da mı nefsine hâkim olup dürüst ve namuslu kalıyorsun, yoksa aslında elinden gelse yapacaksın da dötün mü yemiyor? (Ben karımın üstüne gül koklamam, diyen erkeklere de aynı soruyu kendi kendilerine sormalarını tavsiye ederim, kendiyle dürüst olma açısından. J)
*
Anlatırım ya hep, Rockefeller’in hayatını okuyunca dolar milyarderi bir işadamı olmaya karar verdiğim çağda askere gittim. 3.Ordu Komutanlığı’nın emri, subay astsubayın ev tutup bekâr yaşaması yasak, otelde bile kalmak yok, ya orduevinde ya kışlada yatıp kalkacaksın. Evli olduğum için izin kopardım, bir küçük ev tuttum kendime. Ama hamile olan karım İstanbul’a döndü, bekâr kaldım. O günlerde Akif’le paylaşıyoruz evi. Bir gece yarısı izinden döndüğümde evi her zamanki gibi ahıra dönmüş buldum. (Akif biraz dağınıktır Allah selâmet versin!), tek bir odun, çalı çırpı bile kalmamış. Hava buz gibi, kış. İçime bir korku düştü, “Bu morg gibi odada, sobasız yatarsam, gece donacağım...”
Kalkıp, bir ay kaldığım ve çok iyi tanıdığım Temel Palas’a gittim, bir gecelik bir oda tuttum kendime, insanın derisini dalayan kahverengi battaniyeye sarılıp yattım. Yattım ama uyumak ne mümkün! En küçük bir tıkırtıda, zıplıyorum yataktan. Gözümün önünde hep aynı sahne: inzibat kapıya dayanmış, ‘Otelde kalmak yassah bilmiyon mu gomutan’ diyen bir çavuş, kolumdan tuttuğu gibi beni merkeze götürüyor...
Sabaha kadar kâbuslar gördüm, kan ter içinde kaldım. Halbuki (1) zaten ev tutma hakkım var, yasak beni bağlamıyor (2) çok geçerli bir mazeretim var bir gece otelde kalmak için, “git kışlada uyu” da diyemezler, uzak ve yürümeye kalksam ya donarım ya kurt kapar gece vakti... (3) bir ay kaldım, bir kere inzibatın baskın yaptığını görmedim, duymadım (4) bassa kaç yazar, As.İz. komutanı bizim Turan Binbaşı (Toranaga), yardımcısı kuzenim Asteğmen Remzi, adamlarım yani...
Ama ne edersin, hastalık işte. O gün karar verdim, dünyanın en masum işi bile olsa, Serdar, zinhar kanunsuzluk yapmaya, üçkâğıt açmaya, hileye, hurdaya kalkışma.. sana göre değil, kalpten gidersin!
İşadamı olamayacağımı işte o gece anladım...
Tüccar-gazeteci olmayı da bundan beceremedim işte.
Arkamdan, karım ve çocuklarım “Babamız bize temiz ve dürüst bir isim bıraktı” diyeceklerdir naçar, ne etsinler? Siz hiç “Babamız hırsız, arsız, yüzsüz, namussuzun biriydi” diyeni duydunuz mu?
“Kör ölür badem gözlü olur” derler ya, bir atasözü de benden: “Hırsız, arsız, yüzsüz, namussuz... yeteri kadar para biriktirince muteber adam olur Türkiye’de...”
Allah biliyor ya bazen kendi kendime soruyorum:
“Alın teriyle, namusuyla çalışıp başını sokacak kadar bir evceğiz ve 500 milyon dul-yetim maaşı ama TEMİZ VE DÜSÜRT BİR İSİM bırakacağıma duluma, yetimime; Boğaz’da bir yalı, önünde bir yat, sitelerde üç beş kat ve bankada birkaç milyon dolar bırakabilsem, fena mı olurdu yani”
Namuslu olmak ne büyük bir talihsizliktir Türkiye’de...
Sadece sizin için değil, şerefli ama salak adınızı ilelebet taşıyacak olan çocuklarınız ve torunlarınız için de...
Not: Bu yazdığımı ayıplayanlar çıkacaktır, kötü örnek oluyorum ve maalesef Türkiye’nin doğrularını yükses sesle söylüyorum diye. Haklılar, özür dilerim! Bana ‘Serdar Bey, biz sizi böyle seviyoruz...’ diyenler çıkacaktır. Sağ olsunlar, teşekkür ederim! ‘En büyük hile doğruluktur, en büyük zenginlik şereftir, namustur...’ diyenler de olacak. Onlar da hastirsinler, hayal görmeye devam etsinler...