Güncelleme Tarihi:
STAIND
STAIND
Atlantic / Roadrunner / EMI
Nu-metal’in yükselişte olduğu erken 2000’lerde sürekli dinlediğimiz bir albümdü “Break the Cycle”. Staind’in daha önceki iki albümünü duymamıştık ve bu üçüncü albümleriyle bizi öyle bir yakalamışlardı ki (MTV sağ olsun...), bir anda o dönemlerimizin en büyük gruplarından olmuşlardı. “Break the Cycle” hem nu-metal’in sert tarafını temsil etmesi hem de işin içine scratch atakları katmadan da modern olunabileceğini göstermesi ve aynı zamanda rap vokallerle içli dışlı olmamasıyla da ilginç ve muhteşem bir albümdü. Staind, “Break the Cycle” sonrasında çıkardığı üç albümde de tempoyu giderek düşürdü. Sözlerdeki acı hissiyatı aynen korunuyor ve hatta zaman zaman iş, kalp dağlayacak nitelikteki cümlelere varacak kadar ağırlaşıyordu ama mevzunun müzikal tarafı bizi giderek doyurmamaya başlamıştı. Ama bu sefer tamam! Grubun kendi adını vererek aslında durumu özetlediği bu yedinci stüdyo albümü; Staind’i köklerine, metal’e döndürüyor ve kulaklarımıza dolan sert rifler o eski Staind’i ne kadar özlediğimizi kanıtlıyorlar.
DJ U.F.U.K. & ATEŞ TEZER
GAZLA REMIX
Sony Music / Hip Pro
Elektronik müziğin Türkiye’deki yaygınlığının baş sorumlularından, Hip Pro’nun patronlarından Ateş Tezer’in DJ U.F.U.K ile bir araya gelerek oluşturduğu bu projenin içerdiği remix’ler dikkat çekiyor. Sıla’nın ‘Acısa da Öldürmez’i, Soner Sarıkabadayı’nın ‘Seveni Arıyorum’u, Erkin Koray’ın ‘Şaşkın’ı, Sezen Aksu’nun ‘Aşktan Ne Haber’i ve Emre Aydın’ın ‘Alıştım Susmaya’sı, Gazla’nın vizyonuyla bambaşka bir şekle dönüşüyorlar. Erkin Koray ve Emre Aydın remixleri için şarkıların orijinallerine bağlılığımızdan dolayı yorum yapmayalım. Yine de daha önce elektronik müziği pür dikkat dinlememiş rock’çıların bu müziğin değerini bilmesi için bir olanak olabilir. Seçilen şarkılarda elektronik müziği yeniden kitlelere yayma hedefi güdülmüş, ki bu iyi bir şey. Remix’in işe yaradığı bir tek Sarıkabadayı olmuş, en azından biraz boyut kazanmış. Albümdeki en iyi şarkılar Gazla ekibinin sıfırdan yazıp bestelediği zenginleştirdiği şarkılar. Özellikle Hüsnü Şenlendirici’nin konuk olduğu ‘Çıkalım Mı’.
TOTO
IN THE BLINK OF AN EYE - GREATEST HITS 1
Sony Music
Amerikalı grup Toto, sık sık dağılma haberleriyle gündeme gelir ama sonra ya haberler asılsız çıkar ya da haberler asıllıdır ama grup firelerle de olsa yoluna devam eder. Elemanlarının hepsi enstrümanlarında birer virtüözdür, bu yüzden Toto dışında da çeşitli sanatçı ve grupların albümlerinde ve konserlerinde çalarlar. Kasım ayı sonunda grubun orijinal elemanlarından Steve Lukather’ı solo olarak izleyeceğiz, ama kendisi solo turnesinde Toto klasiklerini de seslendirdiği için konser öncesi bu toplamanın çıkışı iyi oldu. Gerçi grubun o kadar çok best of’u var ki, bunu diğerlerinden ayıran somut bir özelliği yok. Ama hiçbirine sahip değilseniz de en günceli edinmek en doğrusu, ki o da şu an elimde tuttuğumuz albüm oluyor. ‘Africa’ başta olmak üzere ‘Hold the Line’ (Bilmeyen yoktur!), ‘Rosanna’, ‘Georgy Porgy’, ‘Stop Loving You’, ‘I Won’t Hold You Back’ ve ‘Pamela’nın da aralarında bulunduğu toplam 18 şarkı. Kaçmaz.
SADE
THE ULTIMATE COLLECTION
Sony Music
Konser için Türkiye’ye bir türlü gelemeyen, gelse yeri yerinden oynatacak güçlü ses Sade Adu (“Sade” grubun adı), soul, caz ve R&B’yi pop müzikle başarıyla harmanlayan yegâne kadın sesi hiç kuşkusuz. 1984 tarihli ilk albüm ”Diamond Life”tan beri seçkin kulakların radarında olan Sade’nin o kadar çok hit şarkısı var ki tek CD’lik bir toplama yetersiz kalır. 1994 tarihli ilk ve bugüne dek tek kalmayı başarmış best of albümleri tek CD’ydi ve sadece ilk 4 albümden şarkıları kapsıyordu. Grup, 1994’ten bu yana sadece iki stüdyo albümü yayınladı ama bu çift CD’lik toplama sayesinde ilk 4 albümün ilk best of’ta dışarıda kalmış iyi şarkıları da kendilerine yer bulabildi. Bu toplama 4’de yeni şarkı içerdiği, üstelik bu şarkıların biri Thin Lizzy klasiği ‘Still in Love with You’nun mükemmel cover’ı olduğu için ayrı bir değeri hak ediyor.
SELENA GOMEZ & THE SCENE
WHEN THE SUN GOES DOWN
Hollywood
Disney yıldızlarının müzik alanında da şanslarını denemelerini, evet en azından denemelerini destekliyoruz. Sayelerinde kaç genç müzik hevesine kapılsa, kârdır. Selena, grubu The Scene imza attığı bu üçüncü stüdyo albümünde yine büyük bir prodüktörler ordusunun (Aralarında, daha önce Miley Cyrus ile de çalışan Devrim Karaoğlu da var.) önüne koyduklarını söylemiş. Normal tabii. Bu kadar büyük bir “yatırım” muhtemelen ne büyük kontratlarla bağlanmıştır. Ama albüm sıradan pop şarkılarından ibaret. Hatta Britney, Christina, Rihanna, Kesha ve Katy Perry’i ablalarının beğenmeyip albümlerine koymadığı şarkıları Selena’ya yedirmişler gibi geldi bana. Eğer kendi sesine ve içinde gelen müzik hissine daha uygun besteler yapan insanlarla çalışırsa, ya da bestelerini kendi yapmaya başlarsa, ortaya çıkacak müzik ne kadar farklı olur kestiremiyorum...
MACHINE HEAD
UNTO THE LOCUST
Roadrunner / EMI
Bir metal başyapıtı
Efsane olmuş albümlerin ardından, o albümü yaratan ve sanatı sürekli gelişim olarak algılayan müzisyenlerin içine girdiği baskın bir psikoloji vardır. Bahsettiğim bu algıyı taşıyan şairlerin bir şiiri bitirdikten, romancıların bir kitaba son noktayı koyduktan sonra hissettikleri şeye benzer bu. Eserin kalitesiyle doğru orantılı şekilde hissedilen doyum, burada kilit rolü üstlenir. Ve genellikle bu doyum hissi, o eseri yaratanı, bir sonraki adımda tamamen farklı bir şey yaratmaya iter. Heavy metal’de bu durumun birçok örneği var. Metallica, kendi adını taşıyan ve sert müziğe dair tüm zamanların en büyük prodüksiyonlarından biri olarak değerlendirilen albümünden sonra “Load” ile tamamen bambaşka bir kulvara kaymıştır mesela. Megadeth’in “Rust in Peace” sonrası “Countdown to Extinction” hamlesi ya da “Cryptic Writings” sonrası “Risk” adımı da bu duruma birer örnek teşkil edebilir. Machine Head ise ‘90’larda thrash metal’e yeni bir soluk kazandıracak kadar iyi olan ilk albümü “Burn My Eyes” sonrası birtakım trend’ler dâhilinde modern metal’in groove ağırlıklı, hatta zaman zaman rap vokal içeren hatlarında gezmiş, fakat 2003 tarihli “Through the Ashes of Empires”ile grup adeta kendini yeniden keşfederek thrash metal’e geri dönmüştü. O albüm, grubun yeniden doğuşuydu. 4 yıl aradan sonra çıkardıkları “The Blackening” ise bizim için 2000’li yılların “Master of Puppets”ıdır. Aynı albüm, İngiliz Metal Hammer dergisi tarafından da 2000’li yılların en iyi albümü seçilmişti. İşte böylesine “ağır” bir albümün ardından şahsen Machien Head’in yukarıda birkaç örneğini verdiğim şekilde başka bir kulvara sapacağını düşünüyorduk. İçinde üç ayrı şarkıyı barındıran açılış şarkısı ‘I Am Hell (Sonata in C#)’ darmadağan oldum bile! Sadece 7 şarkı içeren, bu şarkıların ortalama süresinin 6,8 dakika olduğu, gitar rifleri ve genel sound açısından kusursuz sıfatına layık gördüğüm, şarkı sözleri açısından Robb Flynn’in hem karanlık ruh hâlini tüm çıplaklığıyla yansıtması hem müziğe bir din gözüyle bakıp (‘Darkness Within’) gözümüzde neredeyse peygamber seviyesine yükselmesi hem de meydan okuyucu cesareti (‘Who We Are’) ile tüylerimizi diken diken eden “Unto the Locust”, bir bakıma “The Blackening”in devamı ama öte yandan daha şimdiden birçoklarına göre o muhteşem albümden bile daha güçlü, daha sert, daha doyurucu, daha etkileyici. Günümüzde üç “çok iyi” albüm üst üste yayımlayan çok fazla grup yok. Machine Head bu albümle bunu başaranlar arasına katıldı. Metal’in thrash kökenli tarafını seven, ritim gitar ağırlıklı bestelerin lead gitar şovlarıyla çerçevelendiği bir başyapıt.