Güncelleme Tarihi:
ALPER D
KARNAVAL
Seyhan Müzik
Lüks gece hayatının müdavimlerinin bildiği bir isim Alper D. Şimdi o, Türkiye’nin ilk reggaeton eseriyle karşımızda. “Eser” diyoruz çünkü sadece 4 şarkı var, yani basın bültenlerindeki “albüm” tanımlaması yanıltıcı. Peki reggaeton nedir? Reggae tatları içeren, R&B, hiphop gibi türleri sentezleyen, Latin ezgilere yer veren, özellikle Güney Amerika’da epey moda olan bir akım. “Karnaval”da bu türün en popüler isimlerinden Don Omar’ın ‘Dale Don Dale’nin Türkçe cover’ı ‘Kukla’ mevcut. Basın bülteninde Don Omar’ın Alper D’yi desteklediği yazıyor, onların yalancısıyız. ‘Bingo’ da çok güzel bir şarkı ama esas ‘Atmosfer’, Alper D’nin gitmesi gereken rotayı en doğru şekilde çizen, sözleriyle, müziğiyle “olmuş” bir şarkı. Kıpır kıpır, eğlenceli, kaliteli ama kısa süren bir “Karnaval” bu. Kulüp müziği seven, reggae, Latin ve hiphop’un bileşkesini merak edenlere öneririm.
THE HEAD CAT
WALK THE WALK... TALK THE TALK
Niji Entertainment Group
Rock‘n’roll’un vücut bulmuş hâli olan Mr. Lemmy Kilmister (S.A.V.) hayatını Motörhead’e adamış olsa da böyle bir yan proje grubu da var. 2000’de çıkan Elvis Presley saygı albümü “Swing Cats”in kayıtları bittikten sonra stüdyoda takılan Lemmy, hafif hafif Johnny Cash ve Buddy Holly şarkıları tıngırdatmaya başlıyor. O sırada stüdyodaki diğerleri de ona katılıyor ve The Head Cat’in temeli atılıyor. Grupta Lemmy dışında The Stray Cats’ten davulcu Slim Jim Phantom ve Lonesome Spurs ile The Rockats’ta çalmış gitarist Danny B. Harvey yer alıyor. Grubun ismi de Motörhead’in Head’i ile The Stray Cats’in Cat’inden geliyor. Üçlünün ilk işi 2000 tarihli “Lemmy, Slim Jim & Danny B”di ama asıl ilk albüm “Fool’s Paradise” 2006’da çıktığında bu projenin tek atımlık kurşun olmadığını anlamıştık. Lemmy’yi böyle sert sulardan uzak duymak da güzel.
THE NIGHTWATCHMAN
UNION TOWN
New West Records
“Fısıldamanın da bazen bir çığlık kadar etkili olabileceğini keşfettim” diyor Tom Morello, modern çağın en büyük gitaristlerinden, aktivist müzisyenlerinden biri. Rage Against the Machine ile sisteme savurduğu yumrukları The Nightwatchman projesinde daha sessiz indiriyor. The Nightwatchman’in ilk iki albümü daha yalın işlerdi, duyduğumuz şu ki; Morello baba olayı giderek daha “grup müziği”ne çeviriyor ama sonuçta yine de bir Johnny Cash, Bob Dylan, Neil Young ekolünün izdüşümü bu müzik. R.A.T.M.’de çılgın vokalist Zack de la Rocha’nın yazdığı protest ve “suratın tam ortasına” sözler, bu projede yerini Tom Morello’nun aynı minvalde yazdığı ama daha derin, daha dolaylı anlatıma bırakıyor yerini. Üstelik Morello’nun muhteşem gitaristliği kadar olmasa da vokalinin de gayet başarılı olduğunu anlıyoruz bu projeyle.
SADE
THE ULTIMATE COLLECTION
Sony Music
Konser için Türkiye’ye bir türlü gelemeyen, gelse yeri yerinden oynatacak güçlü ses Sade Adu (“Sade” grubun adı) soul, caz ve R&B’yi pop müzikle başarıyla harmanlayan yegane kadın ses hiç kuşkusuz. 1984 tarihli ilk albüm ”Diamond Life”tan beri seçkin kulakların radarında olan Sade’nin o kadar çok hit şarkısı var ki tek CD’lik bir toplama yetersiz kalır. 1994 tarihli ilk ve bugüne dek tek kalmayı başarmış best of albümleri tek CD’ydi ve sadece ilk 4 albümden şarkıları kapsıyordu. Grup, 1994’ten bu yana sadece iki stüdyo albümü yayınladı ama bu çift CD’lik toplama sayesinde ilk 4 albümün ilk best of’ta dışarıda kalmış iyi şarkıları da kendilerine yer bulabildi. Bu toplama 4 de yeni şarkı içerdiği, üstelik bu şarkıların biri Thin Lizzy klasiği ‘Still in Love with You’nun mükemmel cover’ı olduğu için ayrı bir değeri hak ediyor. Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa bu şarkı Sade tarihinin tek cover çalışması.
TOTO
IN THE BLINK OF AN EYE (GREATEST HITS 1)
Sony Music
Amerikalı grup Toto, sık sık dağılma haberleriyle gündeme gelir ama sonra ya haberler asılsız çıkar, ya da haberler asıllıdır ama grup firelerle de olsa yoluna devam eder. Elemanlarının hepsi enstrümanlarında birer virtüözdür, bu yüzden de Toto dışında da çeşitli sanatçı ve grupların albümlerinde ve konserlerinde çalarlar. Kasım ayı sonunda grubun orijinal elemanlarından Steve Lukather’ı solo olarak izleyeceğiz, ama kendisi solo turnesinde Toto klasiklerini de seslendirdiği için konser öncesi bu toplamanın çıkışı iyi oldu. Gerçi grubun o kadar çok best of’u var ki, bunu diğerlerinden ayıran somut bir özelliği yok. Ama hiçbirine sahip değilseniz de en günceli edinmek en doğrusu, ki o da şu an elimde tuttuğum albüm oluyor. ‘Africa’ başta olmak üzere ‘Hold the Line’ (bilmeyen yoktur), ‘Rosanna’, ‘Georgy Porgy’, ‘Stop Loving You’, ‘I Won’t Hold You Back’ ve ‘Pamela’nın da aralarında bulunduğu toplam 18 şarkı. Kaçmaz.
DREAM THEATER
A DRAMATIC TURN OF EVENTS
Roadrunner Records / EMI
Dream Theater, Mike Portnoysuz ilk albümünde 90’ların başına dönüp o dönemdeki rahat ve melodik tarafını uyandırıyor. Albüm sanki “Images and Words”den sonra, “Scenes From A Memory”den önce bir dönemde çıkmış gibi. Bundan sonra DT’nin kullandığı Muse apartmaları yok, Amerikan metali rifleri ise minimumda. Bu dönemden önce Dream Theater’ın alâmetifarikası olan voiceover’lar da geri dönmüş. Albüm sonik olarak bir keyif deryası. Kulaklıkla dinlediğinizde ana enstrümanlar dışında akıllıca yerleştirilmiş ses efektleri, müzik dinleme deneyiminizi eşsiz kılıyor. Bu açıdan Pink Floyd’un “Dark Side of the Moon”undaki Alan Parsons imzalı ses zenginliğini anımsattı bana. İki şarkı dışında tüm şarkıların sözlerini tek başına yazan Petrucci’nin tüm şarkıların bestelerinden büyük ölçüde sorumlu olduğunu anlamak için âlim olmaya gerek yok. Petrucci’nin 77 dakika çaldığı riflerin, melodilerin ve soloların haddi hesabı yok, işin en güzel yanı ise tüm bu çaldığı partisyonlar arasında vasat olarak dahi adlandırabileceğiniz bir bölüm yok. Gruptaki diğer elemanlar, özellikle Myung ve Labrie de Portnoy’un “control freak”liğinden kurtulmanın şerefine normal performanslarının üzerinde özgür performanslar icra etmiş. Myung, “Images”daki gibi zaman zaman solo bas yürüyüşleri yapıyor, LaBrie ise sesini gereksiz tizleştirmeden uzak, randımanlı kullanıyor.
Hep artıları yazdım, eksilere gelelim. Enstrümantal pasajların kalitesine vokal melodileri ulaşamıyor. Albümü 20 defa dinlemeden hangi şarkıyı dinlediğinizi ayrımsayabileceğiniz vokal anları yok. Bir ‘Pull Me Under’ beklemiyoruz ama yine de Dream Theater’ın şaşaalı günlerindeki akılda kalıcı nakaratları kulaklıkla arıyorsunuz. Bu açıdan albümdeki 3 güzel ballad kurtarıcı role soyunuyor, onlardan da sadece bir tanesi, ‘This is the Life’ farzı misal bir ‘These Walls’ ayarında. En büyük şikayetim ise yeni davulcu Mike Mangini’nin kendine özgü stilini yansıtamayışı. Mangini şarkı yazımından sonra gruba girdiği için Petrucci’nin yazdığı partisyonları çalmış. O partisyonlar da, normalden daha silik bir Portnoy gibi. Mangini’nin karakteri sanırız daha sonraki albümlere yansıyacak. Eksilerden sonra bir artıyla sonlandırayım; albüm bağımlılık yaratıyor. Nakarat sıkıntısı, Rudess’in sıkıcı teknik sololarına rağmen albüm su gibi akıyor. Dinledikçe müptelası oluyorsunuz.