Güncelleme Tarihi:
CEM BAŞAK
TEK KİŞİLİK
Ateş Müzik
Bugüne kadar Etnik Sentetik, Barfly, Hijazzband ve Reboot adlı gruplarda gitar çalmış, 2008’de Otomatik Pilot adlı grubu kurmuş ve nihayetinde de rock, pop, elektronik müzik ve tabii ki gitarla harmanlanmış yılların birikimi içine sığmayınca solo albüm projesine girişmiş bir isim Cem Başak. ‘Tek Kişilik’, onun ilk solo albümü. Bunu ‘etrafına bakanlar için değil etrafını görenler için yapılmış bir albüm’ olarak nitelendiriyor. Enstrümanları kendi çalıyor, kendi kaydediyor ve kendi miksliyor. Bunun sebebi, kafasında duymak istediklerini samimiyetle hayata geçirmek için acele ediyor olması. Albümde toplam 13 şarkı var. Özgür Denizli ve Burak Deran ile beraber yazılan iki şarkı dışında tüm beste ve sözler Cem Başak’a ait. Teoman’ın ilk dönemlerindeki, o daha enerjik ve daha yüksek tempolu şarkılarını özleyenler için bu albüm ilaç gibi gelebilir. Sanırım bu benzetmeden, albümde sizi nasıl bir müziğin ve nasıl bir vokal performansının beklediği anlaşılıyordur. Gerisi size kalmış...
PAPA ROACH
THE CONNECTION
Eleven Seven Music
‘90’lı yılların başında kurulmuş olsa da kitlelere ulaşması neredeyse 10 yıl süren ve ilk kez 2000 tarihli ikinci albümleri ‘Infest’teki ‘Last Resort’ hit’iyle patlama yapan bir nu-metal grubuydu Papa Roach. Ve ister inanın, ister inanmayın, hâlâ o albümün başarısını tekrarlayabilmiş değiller. Düzenli olarak iki üç yılda bir albüm çıkarmaya devam etmeleri onları istikrarlı bir grup gibi gösterse de aslında her albümde dümeni biraz daha rock‘n’roll’a kırmaları sayesinde stabil bir büyüme yerine, her albümde farklı bir kitleye ulaşabilme kartını oynadılar. Her zaman için müthiş enerjik bir sahne grubu olan Papa Roach, özellikle son üç dört albümdür hit yaratma özelliğini giderek kaybediyor gibi gözüküyor ve duyuluyor. ‘The Connection’da grubun vokalisti Jacoby Shaddix, yine melodik vokal partisyonları ve eşlik edilesi mısralar yazmış ama toplam 13 şarkı içinde grubun potansiyelini zorlayan, alıp götürecek bir şarkı yok. Yine de vasat üzeri bir nu-metal hissiyatlı rock‘n’roll albümü bu.
HALİL SEZAİ
EY AŞK
Dokuz Sekiz
Sanatın en büyük problemlerinden biri; takipçi kitlesini oluşturan kalabalıkların çoğunun ‘sahte’ ve ‘geçici’ hissiyatlarla o sanat dalını takip eden insanlardan oluşmasıdır. İşte bu nedenle, hele de günümüzün ticarete dönük sanat sahnesi düşünülünce, her adım o büyük kitleleri yakalamaya yönelik atılıyor. İşin sanatsal değerinden ziyade, kaç kişiye ulaşacağı ve ne kadar süre boyunca gündemde kalacağı ‘değerli’ kılınıyor. Algılar buna zorlanıyor. Çok satan, çok değerli oluyor. Tren yakalanmışken, kaçırılmak istenmiyor. Halil Sezai de bu algıya zorlanan isimlerden biri gibi duruyor. 2011 yılının sonlarında çıkardığı ilk albümünün üzerinden bir yıl geçeli yeni olmuşken, ikinci albümü elimize ulaşıyor.
Oyunculuk kariyerinde pek kimsenin dikkatini çekemeyen (Evet, ‘İncir Reçeli’ne rağmen...) Halil, müziğindeki melodram ve arabesk içerikli şarkı sözleriyle bir anda, hüznü seven Türk insanının damarını yakalayıvermişti. Hazır o damar yakalanmışken, Halil Sezai popülaritesi yitirilmeden, e müzik dinleyicisinin ‘sadakatli’ bir kitle olmadığı da ortadayken, hemen yeni bir ürünle, sürdürülebilir ticari bir başarı hedeflenmiş. Bu açıdan bakınca mantıklı bir adım. Ama sanatsal açıdan yaklaşınca ortada niteliği yüksek bir eser göremiyorum.
Bu albümde söz ve müziği kendisine ait olan şarkıların yanı sıra Engin Bayrak ve Emrah Özen imzası taşıyan iki şarkıya daha yer veren Halil, düzenlemesini Göksun Çavdar’ın yaptığı ‘Aşk Yakar’da ise Fuzuli’nin unutulmaz dizelerini kendi bestesi ile yorumluyor.
İlk albümü, aşırı ‘kaybeden’ sözlerine rağmen sound açısından yer yer chill-out’a kaçan tarzıyla farklı bir tat bırakmıştı bende ve Halil üstüne bir şey koymadan, bildiği yoldan devam ediyor. (Aslında bu da zaten bir ‘proje’ kapsamında değerlendirildiğinde başarılı bir ‘stratejik’ adım olarak yorumlanabilir elbette.) Kısacası Halil Sezai hayranları bu albümdeki 14 şarkıyı da çok sevecektir. Çünkü Halil’de değişen bir şey yok. Tanıyıp sevdikleri Halil, aynen yerli yerinde, acıyı sevenleri bekliyor...
GÜLŞEN
BENİ DURDURSAN MI
DMC
En son 2009’da çıkardığı ‘Önsöz’ albümünden beri albüm yapmayan, sadece ‘Yeni Biri’ ve ‘Sözde Ayrılık’ single’larıyla hayranlarının karşısına çıkan Gülşen’in sekizinci albümünden pek ümidim yoktu açıkçası. Zira albümü dinlemeden önce çıkış şarkısı ‘Yatcaz Kalkcaz Ordayım’ın klibine denk gelmiştim. Son zamanlarda duyduğum en kötü Türkçe pop şarkılarından biri bu. Yine de bir gayret, albümü baştan sona dinledim. Hatta, kritiğini yazdığım her albümü en az 3 tur dinlediğim için, bu albümü de baştan sona iki kere daha dinledim ama ı ıh... Ne bir vuruculuk ne akılda kalıcı bir melodi ne hakikatli bir nakarat var. (‘Irgalamaz Beni’deki nakarat biraz öne çıkıyor, o kadar.) Enstrümantal zenginlik ve sound açısından bir gelişme söz konusu ama ortaya ‘şarkı’ yerine bir araya gelmiş kıtalar çıkmış sadece. Güncel kaliteli Türkçe pop dinlemek isteyenlerin Nil Karaibrahimgil ve Kenan Doğulu’nun son albümleri dışında alternatifleri yok hâlâ. Gülşen; Demet Akalın ve Hande Yener’in liginde devam...
ROBBIE WILLIAMS
TAKE THE CROWN
Island / Universal / Avrupa Müzik
Önce tüm zamanların en büyük boyband’lerinden biri olan Take That ile pop müzik tarihine geçti. ‘90’ların başında tüm dünya onun ayakları altındaydı. Ardından, 1997’de ‘Life thru a Lens’ albümüyle solo kariyerine başladı ve 2000’lerin ilk birkaç yılına kadar pop müziğe hükmetti. Fakat artık işler eskisi gibi değil Robbie Williams için. Dokuzuncu solo albümü olan ‘Take the Crown’, her şeyden önce ismiyle veriyor mesajı. Evet, ‘tahtını geri isteyen kral’ metaforu var burada fakat açıkçası buradaki 11 yeni şarkı, o tahtı Williams’a geri getirecek güçte değil. 2005’te yeniden toplanan Take That’le geçen yıllarda turneye çıkıp bir kuşak için güzel bir nostalji yaşatan Williams, iş yeni şarkılara gelince vasatı aşamamış. Bu kadar sıradan pop şarkılarını yeni bir isim yapsa; albümünün satılmasını geçtim, şarkıları internetten bile indirilmezdi. Muhtemelen birkaç ay içinde kimsenin hatırlamayacağı bir pop albümü ‘Take the Crown’. Fanatik bir Williams hayranı değilseniz, dinlemeyin.