Güncelleme Tarihi:
****
THE GASLIGHT ANTHEM
HANDWRITTEN
Mercury
New Jersey’den çıkan birçok grup gibi Bruce Springsteen’den ilham alan, vokalist/gitaristleri Brian Fallon’ın yetenekleriyle son yıllarda parlayan bir grup The Gaslight Anthem. Üretkenlik açısından da müthiş bir ivmeye sahipler. ‘Handwritten’ onların dördüncü albümü ama grup ilk albümünü 2007’de çıkarmıştı! Rock diye dinlenen pek çok popüler grubun aksine safkan Amerikan rock müziği (Batı Kıyısı üslubuyla) icra ediyor The Gaslight Anthem. Efsane prodüktör Brendan O’Brien’ın (Pearl Jam, Bruce Springsteen, Rage Against the Machine) tornasından çıkmış bu müthiş albüme ‘45’ adlı hit single’ını dinleyerek bile ısınabilirsiniz. Uzun zaman sonra bir grubun bizimle aynı jenerasyonda sarf ettiği bu üretim performansı azımsanacak şey değil. Klasik Amerikan rock’ının neredeyse tüm alametifarikaları bu albümde farklı şarkılarda parlıyor. Rock müziğin ‘gerçeklik’ ve ‘insanilik’ özelliklerini hatırlatması açısından, dijital hayatlarımız ve beğenilerimize bu tarz analog dokunuşlar bazen şart.
***
PORTECHO
MOTHERBOY
Babajim Records
Türkiye’de neredeyse her müzik tarzı, altın çağını yaşadıktan yıllar sonra popülerleşip icra anlamında yaygınlaşmıştır. Elektronik müzikte de bu böyle oldu. Ama diğer birçok türün aksine, elektronik müzikte dünya çapında başarı yakalayabilecek kalitede isimlere sahibiz. Bedük bunların başında geliyor. Ve tabii ki Deniz Cuylan ve Tan Tunçağ birlikteliğinden oluşan Portecho... Grup, üçüncü albümünde kendine has unsurları daha karanlık ve organik olarak işliyor. Kayıtları New York’ta gerçekleştirilen albümde analog synthesizer’lar seçilmiş ve şarkılar canlı çalınmış. Önceki iki Portecho albümüne göre daha fazla retro ve funk ritimler duyacağınız ‘Motherboy’da kullanılan efektler ve şarkı sözleri sofistike ve katmanlı öğeler barındırıyor. Portecho bir taraftan indie ve elektronica’nın geçmişine göz kırparken, diğer yandan kendini yeniden yaratarak geleceğe bir adım atıyor. Her şeye rağmen, genel tempoyu fazla düşük buldum. Sahnedeki enerjileri albüme hiç yansımamış gibi geldi.
****
Korkulan olmadı yakışan oldu
SOUNDGARDEN
KING ANIMAL
Universal / Republic Records / Avrupa Müzik
Rock tarihinin en büyük ve en tartışmalı klişelerinden biridir ‘geri dönüşler’. Kariyerine bir şekilde ara vermek durumunda kalmış gruplar, yıllar sonra ya da bazen sadece birkaç yıl sonra bir araya gelir ve ortalıkta büyük büyük laflar yankılanır. Bu geri dönüşlerin birçoğu, grup elemanlarının grup dağıldıktan sonra ticari ve sanatsal açıdan eskisi kadar başarılı olamamalarından kaynaklanır. Ve yine bu geri dönüşlerin birçoğu, grubun fanatik takipçileri dışında pek kimseyi tatmin etmez. “Keşke geri dönmeseydiniz de bu kötü albümü dinleyeceğime/bu kötü konserleri izleyeceğime anılarımdaki grup olarak kalsaydınız” dedirten çok örnek olmuştur. Fakat nadiren de olsa “İyi ki döndünüz!” dedirten gruplar vardır. İşte onlardan biri Soundgarden.
1996’da çıkardıkları ‘Down on the Upside’ adlı beşinci albümlerinden bir yıl sonra dağılmışlardı. Grunge’ın ana akım müzik sektöründe fırtınalar estirdiği 1990-1995 arasındaki o beş yıllık benzersiz döneme ‘Badmotorfinger’ ve ‘Superunknown’ gibi iki muhteşem albüm hediye etmiş, belki de tadında bırakmak istemişlerdi. Soundgarden, geri dönmesini pek beklemediğim gruplardan birisiydi. 2010’da ‘ekibi topladık’ haberini duyurmaları nezdimde pek bir şey ifade etmedi. Çıkacakları konserlerdeki performansları, yapacakları albümün kalitesi beni ilgilendirmekteydi. Sonuç? Hayal kırıklığına uğratmadılar. Konser performansları neyse de, ‘King Animal’ adında şahane bir albüme imza attılar. Grunge günlerindeki çiğ sound’lara da selam çakmasına rağmen, gayet oturaklı riflerin estetik bir üslupla besteleştirildiği bir albümle çıkageldiler. Rock tarihinin en yakışıklı ve en özgün seslerinden Chris Cornell, Audioslave’deki inanılmaz performansını yakalayamamış olsa da formunu kaybetmemiş. Gitarist Kim Thayil rock’ın birkaç türüne birden girip çıkarak şov yapıyor. Davulcu Matt Cameron gösterişten uzak tarzıyla eski günleri yâd ediyor, basçı Ben Shepherd görevini çok iyi yapıyor. Bugün hiç gelmeyebilirdi, kıymetini bilmek lazım. İyi ki döndün Soundgarden...
*****
AEROSMITH
MUSIC FROM ANOTHER DIMENSION!
Sony Music
Hard rock tarihinin en köklü, en renkli, en heyecan verici, en büyük gruplarından Aerosmith 11 yıl sonra yeni şarkılardan oluşan ilk albümünü çıkardı! Üstelik Aerosmith’in özlediğimiz tüm numaralarının kullanıldığı bir albüm bu. Her şeyden önce, şahane bir kapak görseli ve kartonete sahip. (Bu konuda takıntılı olduğumu biliyorsunuz.) Yaş ortalaması 62 olan beş kişilik grup, adeta gençlere ders verecek hareketlerde bulunuyor 15 şarkılık albümde. Carrie Underwood düetli ‘Can’t Stop Lovin’ You’ ve daha önce grup için ‘I Don’t Want to Miss a Thing’ hit’ini yazan Diana Warren imzalı ‘We All Fall Down’ öne çıkan şarkılar. Liv Tyler’ın üvey kardeşi Mia Tyler’ın geri vokallerde olduğu ‘Beautiful’, John Lennon’ın oğlu Julian Lennon’ın ses desteği sağladığı ‘Luv XXX’, ana vokalinde Joe Perry’nin, geri vokalinde Johnny Depp’in (Evet, o!) olduğu ‘Freedom Fighter’ da müthiş şarkılar. ‘Legendary Child’, ‘Tell Me’ ve ‘Oh Yeah’ de muhtemelen konserlerin vazgeçilmezleri olacak. Iskalamayın!
****
BARONESS
YELLOW & GREEN
Relapse Records
Gitarist, vokalist ve ressam John Baizley’in grubu Baroness; kalite seviyesi, karmaşıklaşmadan da zenginleşebilen kurgusu, zeki insanlar tarafından yaratıldığı belli olan beste yapısı ve harmanındaki denge unsuru ile günümüzün yeni grup çılgınlığında bir nimet. İlk albümlerini 2007’de çıkaran ABD’li grup, her albümüne ayrı bir renk ismi verdi. İlk albümlerindeki sludge/stoner ölçütlerindeki vahşi sertlik, savaşçı tavır ve agresiflik sebebiyle kırmızıyı, 2009 tarihli ikinci albümlerindeki daha soğuk, daha temiz, daha melankolik, daha depresif ve daha içine kapanık haletiruhiye sebebiyle maviyi seçmişlerdi başlık olarak. Her renk, ismini verdiği albümün duygusal tonunu yansıtıyordu. İki CD’li yeni albümlerinde ise sarı ve yeşile geldi sıra. Sarı; solup gitmeyi, ölümü (Yaprakları düşünün.), yeşil ise yeniden doğumu temsil ediyor. Bu sefer harmana biraz daha folk, biraz daha indie rock, biraz daha country ve biraz daha acid tribi saykodelik tatlar katıyor. Uçuyorlar, uçuruyorlar...