Güncelleme Tarihi:
1991 yılında çıkardıkları ilk albümlerinde modern Avrupa'nın dans müziğiyle Orta Afrika Yağmur Ormanlarında yaşayan Pigmeler'in seslerini bir araya getiren ve bu etnik öğeleriyle dünya müziğine damgasını vuran Deep Forrest'in 3. albümü ‘‘Comparsa’’ piyasada...
İlginç bir topluluk Deep Forest... Elin müzisyenin oturduğu yerden ‘‘çok satan’’ albümler yapmayı bilirken onlar sürekli dünyanın dört bir yanını dolaşıp yeni sesleri yakalamaya çalışan Eric Moquet ve Michael Sanchez, Deep Forest beyin takımını oluşturuyor. Gerçekleştirdiğimiz telefon röportajında yeni albümünü ve yeni projelerini anlatan Michael Sanchez'in sıcak ve sempatik yaklaşımları, topluluğun müzikteki samimiyetini kanıtlıyor gibiydi sanki...
Üçüncü albümünde bu kez Meksika, Küba ve Madagaskar'da farklı etnik seslerin peşine düşen Deep Forest yine zengin ve renkli bir çalışmayla dinleyicine kavuşuyor. Kendi albümlerinin dışında pek çok film müziğine de imza atan topluluğun son albümden elde ettiği gelirin bır kısmı, Madagaskar Kültür ve Doğa Vakfı'na aktarıldı...
- Müziğinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Dünya müzik pazarında adına ‘‘dünya müziği’’ deniliyor. Bir bakıma da doğru, ama biz bir tanımlamadan kaçıyoruz. Her albümde farklı bir serüvene giriyoruz ve yolun nerede noktalanacağını biz de bilmiyoruz. En sonunda ortaya çıkan müziğinin ne olduğunu tamamen dinleyicinin hayal kurma yeteneğine bırakıyoruz. Müzik onları nereye götürüyorsa oraya gitsinler istiyoruz...
- İnsanı korkunç etkileyen, yeni ufuklara götüren bir müzik yapıyorsunuz ve bunu yaparken ilginç mesajlar veriyorsunuz. Nasıl oluyor bu?
Bunu söylemek zor. Biz Eric ile ilk tanıştığımızda aslında farklı cephelerden yaklaşıyorduk. Ben Afrika müziğine, o da Britanya ve Kelt müziğine takmıştı. Ortak yanımız ikimizin de keyboard'cı olmamızdı. Farklı noktalardan yakaladığımız bu akustik sesleri, elektronik seslerimizle buluşturmayı amaçlıyorduk. Sonrası kendiliğinden gelişti. Biz insanların farklı geleneksel müzikleri dinlemeye ihtiyaçları olduğunu düşünüyorduk ve yanılmadık...
- İki başarılı albüm ve sayısız ödülden sonra, farklı kültürlerin müziğini elektronik seslerle buluşturmayı artık bir misyon olarak görüyor musunuz?
Bu zor bir soru. İlk albümümüzü hazırlamaya başladığımızda sonucun ne olacağını ve nasıl ber etki yaratacağını önceden kestiremiyorduk. Sonra işin rengi belli oldu ve insanlar yaptığımızdan etkilendiler. Bu etkilenmeler çoğaldıkça sizin sorumluluğunuz artıyor. Bu anlamda baktığımızda bugün bunu bir misyon olarak görebiliriz.
- Albümleriniz, nasıl bir hazırlık döneminden geçiyor?
Çok uzun bir süre gerektiriyor. Bir buçuk yıl sadece araştırma ve seyahatlerle geçiyor. İşin bu yanına bayılıyoruz. Seçtiğimiz bölgedeki kültürü ve müzisyenleri araştırıyor, onlarla tanışıyor ve onları daha sonra stüdyomuza davet ediyoruz. Kayıtlara başlayana kadar müthiş bir keşif süresi yaşıyoruz. Bundan da büyük zevk alıyoruz doğrusu...
- Sizce geleceğin müziği nasıl olacak?
Galiba farklı kültürlerin zengin hazinelerin oluşacak karma bir müzik. Ancak klasik orkestraların çatısı altında. Bizim de en büyük düşlerimizden biri, bugüne kadar gerçekleştirdiğimiz müzikleri büyük bir orkestra eşliğinde yeniden kaydetmek.
- Bundan sonra neler yapmayı planlıyorsunuz? Keşfe nerede devam edeceksiniz?
Öncelikle bu yıl içinde büyük bir dünya turnemiz var. Bu turne sırasında değişik yörelerden konuk müzisyenler de olacak. Daha sonra bu konser kayıtlarından oluşan bir ‘‘live albüm’’ yapmayı amaçlıyoruz.
- Müziğiniz Fransa'da nasıl karşılanıyor?
Aslında diğer ülkelere kıyasla kendi ülkemizde o kadar da ilgi gördüğümüz söylenemez.
- Dünya turnenize Türkiye'yi de dahil etmeyi düşünürmusunuz?
Neden olmasın. Böyle bir talep olduğu takdirde buna açığız.
- Oryantal müzikle ilgileniyor musunuz? Ya da Anadolu'nun zengin motiflerini tanıma fırsatınız oldu mu?
Ben burada bazı Türk restoranlarına sık sık gidiyorum. Orada çalınan müzikler ilgimi çekmedi değil. Çok yönlü ve mistik bir müzik. çok geniş kapsamlı araştırmak geriyor.
- Türkiye'de de dinlendiğinizi biliyor muydunuz?
İtiraf etmek gerekirse bilmiyorduk, ama artık şaşırmıyoruz da. Farklı seslerin, etnik müziğin büyüsü bu işte; uçsuz buçaksız evreni kavrayabiliyor, birleştirebiliyor. Bu ‘‘büyü’’yü her görüşümüzde bizim için bir rüya gerçek oluyor...