Mutluluğun Mimarisi

Güncelleme Tarihi:

Mutluluğun Mimarisi
Oluşturulma Tarihi: Ocak 20, 2007 00:00

Bu yazıya iki şekilde başlayabilirim: Alain de Botton’u tanımayanlar için ve fanatiği olanlar için. İlki, Alain de Botton’u tanıyor musunuz diye sorarak olurdu. Sonra kitaplarından bahsederdim. Hayatın her alanına değen; nasıl baktığınıza göre makale ile en iyi notu almış üniversite tezi arasında bir yere de koyabileceğiniz, okuyanın kendi hayatına da uygulayabileceği ve hayatını değiştirebilecek tespitler ve öneriler içeren kitaplarından.

Aşk Üzerine, Statü Endişesi, Seyahat Sanatı, Proust Hayatınızı Nasıl Değiştirebilir, Öp ve Anlat, Felsefenin Tesellisi’nden mesela... Alternatif giriş yazısı ise başka olurdu. Çünkü kitap okuyan herkesin onu tanıdığını düşünürdüm: Ey Alain de Botton fanatikleri! Hemen kitapçıya koşun ve de Bottun’un yeni kitabını, Mutluluğun Mimarisi’ni alın. De Botton, son kitabında mimarinin neden bu kadar önemli olduğunu, mimarideki güzellik ve çirkinlik kıstaslarının ne olduğunu, ideal yuvanın nasıl olması gerektiğini hem soruyor hem de cevaplıyor. Cevaplar bazen yeni sorulara bazen de belirsizliğe yönlendiriyor, hem yazarı hem de okuru... Kitap, yazarın ilgisi ve araştırmaları dahilinde küçük bir mimari tarihi de içeriyor. Kitaptan bazı bölümleri seçtik.

İŞTE EN ZOR SORU

Güzel bina nasıl olmalı? Modern bakış açısına göre bu soru saçma, hatta yanıtlanması olanaksız bir soru. Zaten modern dünyada güzelliğin kendisi de, her zaman sonuçsuz kalacak, çocukça tartışmaları tetiklediği varsayılan bir kavram haline geldi. "Ben neyin güzel olduğunu biliyorum," diye nasıl ortaya çıkabiliriz ki? İnsan birçok farklı üslup arasından ’iyi olan budur’ diye iddia edip başka zevkler karşısında kendi seçtiğinin en iyi olduğunu nasıl savunabilir? Bir zamanlar mimarın görevi olarak kabul edilen güzellik yaratma işi günümüzde ciddi mesleki tartışmalara konu olamıyor, ancak kişisel tercihler bağlamında ele alınabiliyor. ...Tabii insanlar ’Güzel bina nasıl olmalı?’ sorusuna yanıt vermekte her zaman bugün olduğu kadar zorlanmamıştır. Batı tarihinde bin yılı aşkın bir süre boyunca güzel binanın, tapınağı andıran görünümü, yinelenen oranları ve simetrik ön cephesiyle klasik bina olduğu düşünülüyordu. Klasik üslup Yunanlar tarafından yaratıldı, Romalılar tarafından kopyalanıp geliştirildi ve bin yıllık bir aradan sonra Rönesans İtalya’sındaki eğitimli sınıf tarafından yeniden keşfedildi.
/images/100/0x0/55eb14fdf018fbb8f8a9dac9


NEDEN BİNALAR YAPIYORUZ?

Güzel bir eve duyduğumuz özlemin temelinde kendi değerimizi başkalarına gösterme, başkalarından övgüler alma arzusunun yattığını fark edip bundan utanç ve suçluluk duyabiliriz zaman zaman. Fakat ancak gerçek bir egomanyak sırf övgü almak için bina inşa etmeye kalkar. Temelde mimari bir yapı ortaya koyma arzusu, iletişim kurma ve hatırlama arzusu ile, kendimizi dünyaya sözcükler dışında bir araç kullanarak, nesnelerin, renklerin, tuğlaların dilini kullanarak anlatma arzusu ile ilişkilidir. Başkaları nasıl bir olduğumuzu anlasın, süreç içinde biz de kim olduğumuzu hatırlayalım diye bina inşa ederiz.

DOĞAYA BORÇLUYUZ

Bakir topraklar üzerine yaptığımız evler bu toprakların sunduğu güzellikten daha fazlasını sunabilmeli bize. Mutluluğun ne olduğunu en kusursuz biçimde, en ustaca anlatabilen binalar inşa etmeliyiz. Hiç değilse bu kadarını borçluyuz üzerine binalar dikerek yok ettiğimizi kırlara, ağaçlara, solucanlara.
/images/100/0x0/55eb14fdf018fbb8f8a9dacb

HASTALIKLI TUTKU

Zirve noktasına varan mimari tutku, bizi estetikten başka bir şey düşünmeyen, bir müze bekçisi gibi evini dikkatle kollayan, bir leke bulmak için elde bir ıslak bez ya da süngerle odaların zeminlerini inceleyen acayip tiplere dönüştürebilir. Estetik düşkünleri küçük çocukların evlerine gelmesini hiç istemez, yemek davetlerinde masa başındaki davetlilerden biri sandalyesini geri itip duvarı çizer diye endişelenmekten sohbete doğru düzgün katılamaz.

YUVA NEREYE DENİR?

Dış görünüşleriyle bizi temsil eden, kimliğimizi meşrulaştıran yerlere yuva diyerek onurlandırıyoruz onları. Bir yere yuva diyebilmemiz için o yerde ille de uzun zaman oturmamız, giysilerimizi, eşyalarımızı orada saklamamız gerekmiyor. Bir binaya yuva derken binanın içimizden yükselen melodiyle ahenk içinde olduğunu söylemek istiyoruz. Bir havaalanını, bir kütüphaneyi, bir bahçeyi, hatta otoyol kenarındaki bir lokantayı bile yuvamız gibi görebiliyoruz.

DÜZEN SIKICI MIDIR?

Düzen ancak karmaşıklık ile birlikte sunulduğunda değer kazanır. Pencere, kapı gibi farklı öğelerin ve daha başka küçük ayrıntıların uyum içinde bir araya getirilerek hem düzenli hem de karmaşık bir bütün oluşturması önemlidir bizim için. Venedik’teki San Marco Meydanı’nda Procuratie Vecchie’nin (üstte solda) ön cephesi değil, Doge Sarayı’nınki (sağda) büyüler bizi.

YEREL, GÜZELDİR

Japonya’ya vardıktan birkaç saat sonra, Tokyo’daki bir otel odasında uyumaya çalışır, yatağın içinde boş yere sağa sola dönüp dururken odadaki elektrik düğmelerinin ve prizlerin ne kadar değişik olduğunu fark edince çok şaşırdım. Bu düğme ve prizleri inceleyince beni bu ülkeye çeken ulusal özelliklerin, bu farklı millete özgü mutluluk anlayışının yansımalarını gördüm. ...Geleneksel mimari üslupların başarılı modern yorumları bizi estetik düzeyde etkilemekle kalmaz, aynı zamanda, belli dönemlerin, ülkelerin mimari anlayışlarından, tarihimizden, yöremizden yola çıkarak modern ve evrensel bir şey ortaya çıkarabileceğimizi bize gösterir.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!