İhsan Yılmaz
Oluşturulma Tarihi: Kasım 09, 2007 00:00
Suskunlar
İhsan Oktay Anar
İletişim Yayınları
Müziğin ve ölümsüzlüğün romanı Suskunlar. Adıyla çelişebilir bu içerik diyenlere romanın kahramanlarından Záhir’in sözleriyle cevap verelim: "Her musiki sesin değil de, aslında sessizliğin bir taklidi. Musiki sessizliğe ne kadar yakınsa, o kadar da mükemmel olur. Kulakları hassas olduğu halde hiçbir şey işitmeyen ki O’nu dinliyordur."
İyilerle kötülerin savaşını müzik üzerinden götürmeyi ve tartışmayı seçmiş Anar’ın beşinci romanı Suskunlar. Kitap Yegáh, Dügáh ve Segáh olmak üzere üç bölümden oluşuyor.
İstanbul’un en iyi yedi müzisyeni peş peşe öldürülmeye başlanıyor. Yedincinin kim olduğu o yüzden çok önemli çünkü ona yaradanın nefesi üflenecek.
Sultan Ahmed-i Sáni Han’ın saltanatından sonraki dönemde Konstantinapolis’te geçiyor olaylar. Dönemin İstanbul’u ve gündelik hayat üzerine öylesine ince detaylar veriliyor ki, zaman tünelinden geçmiş gibi oluyorsunuz. Pek çok hikayeye yer veriyor yazar. Sanki o her ayrıntının ayrı bir hikayesi olduğunu anlatmak istercesine. Hayalet avcısının hayalet yakalamak için kullandığı ilkel fotoğraf makinesinden mıknatısa kadar pek çok aletin bile köklerine uzanacaksınız bu hikayeler aracılığı ile. Tıptan astronomiye kadar olanlar da dahil buna. Belki de romanın can alıcı noktası, şeytanlık peşinde olanların, kötüye hizmet edenlerin iyi ve saf olanları şeytanlıkla suçlamaları. Şeytanın sesi olarak nitelediği musikiyi dinleyen ve sema yapan Mevleviler’i suçlayan Cüce Efendi gibi.
İhsan Oktay Anar; Puslu Kıtalar Atlası’nı, Kitab-ül Hiyel’i, Efrásiyáb’ın Hikayeleri’ni ve Amat’ı okuyan hayranlarını ziyadesiyle memnun edecek beşinci romanında.
Çok sesli bir kitap çünkü Suskunlar.
Alain de Botton
Görmek ve Fark Etmek
Çev: Ayşe Ece - Ahu Sıla Bayer - Ahu Antmen
Sel Yayınları
Yıllardır söylenegelir bakmak ve görmek arasındaki nüans. Nurullah Ataç’ındı yanılmıyorsam ortaokul ders kitabında bu konuda okuduğum makale. Berger’in meşhur kitabı Görme Biçimleri ise buna hem kuramsal bir boyut kazandırıp, hem de nasıl görmek gerektiği konusunda genel ve gerekli bilgileri veriyordu bize. Alain de Botton ise bunu biraz daha ileri götürerek, sanat eserlerindekini değil, günlük yaşamdaki olayları görmemizi, üstüne üstlük "fark etmemizi" istiyor. Daha önce Proust’u nasıl okumamız gerektiğini, Aşk’ı nasıl değerlendireceğimizi, Yolculuk’ta neler yapmamız gerektiğini, felsefenin veya hangi filozofun bizi gündelik hayatta teselli edeceğini ve daha pek çok önemli şeyi anlatmıştı de Botton. Görmek ve Fark Etmek’te ise, modern toplumun mutsuz, yalnız, hayatını değiştirme çabası içinde olan ve bu çabayla daha da sıkıntı içine düşen insanlara bunlardan kurtulmanın yollarını gösteriyor. Elbette yine filozofları, tarihi kişilikleri, ünlü yazarları veya eski sanatçıları referans göstererek.
Flaubert’in iç sıkıntısına nasıl iyi gelebileceğini, şehrin kasvetinden nasıl kurtulabileceğimizi, Peter de Hooch’la sıradan hayatı nasıl sevebileceğimizi ve daha pek çok şeyi "fark ettiriyor".