Murat Bardakçı'nın Ramazan çadırı

Güncelleme Tarihi:

Murat Bardakçının Ramazan çadırı
Oluşturulma Tarihi: Ekim 05, 2005 10:17

Ramazan ayının başlamasıyla birlikte Murat Bardakçı okuyucularıyla Ramazan Çadırı'nda buluştu. Bugünkü yazısında Peygamber’in naaşının Avrupa’ya kaçırılmak istenildiğini yazdı.

Bugün, eskilerin ‘máh-ı mübárek’ dedikleri Ramazan ayının ilk günü. Bu sayfada her sene olduğu gibi, bu sene de Ramazan boyunca beraber olacağız.

Sayfamızda kültür ağırlıklı ve okuyucuya hoş vakit geçirtici konuların yanısıra, Diyanet İşleri’nin eski başkanı Mehmet Nuri Yılmaz hocamızın dini meselelerle ilgili sorularınıza verdiği cevaplar da yeralacak.

Şarkiyat biliminin 1982’de aramızdan ayrılan büyük üstadı Abdülbaki Gölpınarlı’nın çeşitli eserlerinden derlenmiş tasavvuf sohbetlerini, ‘Ramazan Çadırı’nda bu yıl yine okuyacaksınız. Sayfamızın bir de yeni yazarı var: Türk Müziği’nin yaşayan çok önemli bir ismi, ‘Geçsin günler haftalar’, ‘İlkbahar yaz mevsim mevsim’ ve ‘Bana bir aşk masalından şarkılar söyle’ gibisinden yüzlerce unutulmaz eserin bestecisi Erol Sayan... Üstád Erol Bey sizlere musiki hatıralarının yanısıra klasik müziğimizle ilgili az bilinen anekdotları da nakledecek ve ‘Ramazan Çadırı’nda bütün bunların yanısıra elyazması eserlerin sayfaları arasında kalmış değişik minyatürler ve 19. asrın insan manzaraları da yeralacak.

Bizde, Ramazan ile ilgili temennide bulunurken ‘Kolay Ramazanlar’ denmesi eski ve eski olduğu kadar da doğru bir gelenektir.

Her sene olduğu gibi bu sene de öyle yapıyor ve ‘Kolay Ramazanlar’ diyoruz.

Peygamber’in naaşını Avrupa’ya kaçıracaklardı

Bir zamanlar dünyanın en önemli deniz güçlerinden olan ve Hint Okyanusu’nun kontrolünü eline geçiren Portekiz donanması, 16. yüzyılın ilk yıllarından itibaren Mekke ve Medine’yi bile tehdit eder hále gelmişti.

Portekizli amiral Alfonso d’Albuquerque, 1513’te daha da ileri giderek Medine’ye girip Hazreti Muhammed’in mübarek mezarını Avrupa’ya kaçırmaya kalkışmış ve bu çılgın plan, Yavuz Sultan Selim’in kutsal topraklara hákim olmasıyla önlenebilmişti.

Kutsal topraklar 16. yüzyılda büyük bir tehlike atlatmış ve Portekizli bir amiral, Medine’ye girerek Hazreti Muhammed’in mübarek mezarını Avrupa’ya kaçırmaya kalkışmıştı.

Osmanlı Beyliği’nin yeni kurulmuş olduğu 14. asrın ilk yıllarında, İslám’ın kutsal topraklarına merkezi Kahire olan ve Haçlılar’ı Ortadoğu’dan atan güçlü Memlük devleti hakimdi. Memlükler kuvvetli bir kara ordusuna sahip olmalarına rağmen, denizcilikte zayıf kalmışlardı.

Doğu’ya uzanan ticaret yollarını ellerine geçirmek isteyen Portekizliler, Memlükler’in denizcilikteki bu zaafından istifade ederek Arabistan Yarımadası’nda stratejik mevkiler elde etmeyi başardılar. Portekizli komutan Alfonso d’Albuquerque ise, 1513’te daha da ileri giderek, Hazreti Muhammed’in Medine’deki mezarını Hristiyan topraklarına kaçırmak gibi hain ve sinsi bir plan kurdu.

d’Albuquerque’in gerekçesi, Memlükler’in Kudüs’teki kutsal yerleri ziyaret eden Hristiyanlar’dan vergi almalarıydı. Ama, Osmanlılar’ın Memlükler’i tarih sahnesinden silerek Ortadoğu’ya ve kutsal topraklara hakim olmaları bu planı bozdu.

Portekizliler 15. yüzyılın sonlarında Ümit Burnu’nu dolaşarak Hint Okyanusu’na ulaşmış ve gözlerini Arabistan’a dikmişlerdi. Memlük Devleti, Cidde’ye çıkan ve hattá Mekke ile Medine’yi bile tehdit eden Portekizliler’in ilerleyişini durduramıyordu.

Hint Okyanusu’ndaki Portekiz donanmasının kumandanı olan Alfonso d’Albuquerque, korkunç planını işte bu sırada hazırladı. Niyeti sadece peygamberin mezarını çalmak değil, Müslümanlar’ı İslám’ın kutsal topraklarından da sürmekti.

d’Albuquerque’in planı, Muhammed Yakub Mughul’un ‘Kanuni Devri Osmanlılar’ın Hint Okyanusu Politikası ve Osmanlı-Hint Müslümanları Münasebetleri’ isimli eserinde şöyle anlatılır:

Hindistan’daki Portekiz sömürgelerini muhafaza etmek ve kuvvetlendirmek için başka bölgeler de işgal edilecek, denizlere hákim olmak maksadıyla Hürmüz Boğazı elde tutulacak, Kızıldeniz’de hakimiyet kurmak amacıyla Aden’e girilecekti. Nil Nehri’ne yeni kanallar açılarak suyun yolu değiştirilecek, böylelikle Mısır’a büyük zararlar verilecek ama çok daha önemlisi, Hazreti Muhammed’in Medine’deki mezarı kaçırılıp bir Hıristiyan memlekete götürülecekti.

Portekizli komutan, planını tatbik için 1513’te harekete geçti, birçok Müslüman toprağını işgal etti ve amacına ulaşmasına Osmanlılar engel oldular. Yavuz Sultan Selim’in başında bulunduğu Osmanlı ordusuyla Memlükler arasında 1516’nın 2 Ağustos günü Halep yakınlarındaki Mercidabık bölgesinde yaşanan savaş Osmanlı tarafının galibiyetiyle bitince Mısır ve Suriye, Yavuz’un eline geçti. İslámın kutsal toprakları da kısa bir zaman sonra yine Osmanlılar’ın kontrolü altına girdi.

Bu gelişmeler, Hindistan’a uzanan ticaret yollarının önemli bir bölümünün Osmanlılar tarafından hakimiyet altına alınması demekti. Arabistan Yarımadası’ndaki Portekiz ilerlemesi de böylelikle durduruldu, Hindistan’dan Avrupa’ya yapılan mal akışı, Türkiye üzerinden sürdürülür oldu ve Alfonso d’Albuquerque’in korkunç planı da bir hayal olarak kaldı.

Yunus Emre’ye telif ücreti ödemeye kalktılar

Bundan tam 42 sene önce, 1963 yılında, Ankara Radyosu’nun günlük mesaisinden bunalmış olmalıyım ki, bir gazinoda müzik dinlemek istedim. O zamanların gazinoları konser salonunu andırırlardı ve Maltepe’deki Beyaz Saray gazinosu da bunlardan biriydi. Sahneye bir hanım sanatçıdan sonra rahmetli Ziya Taşkent çıktı. Hicaz makamından eserler okumaya başladı, ‘Firkatin aldı bütün neşve-i tábım bu gece’ şarkısını çok güzel icra etti, aynı makamdan başka şarkıları da başarılı şekilde icra etti ve çok alkışlandı.

Taşkent, dinleyiciler arasında benim de bulunduğumu görünce ‘Ağlatırsa mevlám yine güldürür’ terennümlü Gülizar makamındaki eserimi anons etti. Dinleyicilere beni gösterince de ayağa kalkıp selám vererek teşekkür ettim. Rahmetli Taşkent daha sonra ‘Güle sorma o bilmez aşkı sevdayı’ diye başlayan Saba makamındaki şarkımı okudu ve seyirciler de şarkıya refakat ettiler.

Konser bitti, Ziya Taşkent yanıma geldi ve beni bir beyle, Odeon plak şirketinin müzik direktörü Moiz Bey ile tanıştırdı. Bir masaya oturup sohbete başladık.

Moiz Bey, ‘Ağlatırsa mevlám yine güldürür’ nakaratlı şarkımı Ziya Taşkent’e plak yaptıracaklarını söyleyip benim ne kadar telif hakkı isteyeceğimi sordu. ‘Bestecilere eser başına 150 lira civarında bir mebláğ ödeniyor, bana da o kadar verirsiniz’ dedim ve anlaştık.

Asıl ilginç konuşma, bundan sonra geldi. Moiz Bey ‘Şarkının sözleri kimin acaba?’ diye sorunca ‘Yunus’un’ cevabını verdim. Moiz Bey’den bu defa ‘Yunus Bey’i nerede buluruz? Kaç lira ister acaba?’ sorusu gelmez mi?

Ziya Taşkent ile gülüştükten sonra ‘600 sene evvel öbür áleme göçtü’ dedim ve plak şirketinin müzik direktöründen bir tavsiye aldım: ‘Aman, Erol Bey’ dedi, ‘Hep bu şairin şiirlerini besteleyin!’
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!