Güncelleme Tarihi:
Size katılmıyorum çünkü...
Bir defa, Orhan Bey dostum, benim Türkiye’yi düzeltmek gibi bir iddiam yok. Türkiye’yi yeteri kadar “düzelten” var.
Ayrıca, herkesten çok tenkit etmeme, tiye alarak çarpıklıklarının altını çizmeye gayret etmeme rağmen... Türkiye’ye inanıyorum, güveniyorum.
(Benim şöyle bir kendi-kendine-sosyolojik tezim var: Türk milletinin ve Türkiye’nin - bize illallah dedirttiren - özellikleri, Türk milletini ve Türkiye’yi ayakta tutmaktadır. Yani bizim mikrobumuz ilacımız, zaafımız gücümüz, yanlışımız doğrumuz, geriliğimiz ileriliğimiz... Biliyorum, böyle söyleyince biraz tuhaf geliyor size. Bir gün meramımı anlatmaya çalışırım, ayrı bir yazıda.)
1919 Türkiye’sini bir düşünün mesela. Ne haldeydik. Bugün hayal bile edemeyeceğimiz kadar düşkündük. O dünya sonu şartlarında bile, birisi (Allah’ın sevgili kuluymuşuz ki o “birisi” Mustafa Kemal gibi bir dâhî çıkmış) “Gecenin en karanlık, en ebedî gibi göründüğü an, şafak vaktinin en yakın olduğu andır” diye diretmiş.
(Mustafa Kemal, 1919’da bir arkadaşına imzaladığı fotoğrafa, el yazısıyla, “Muhakkak bir nura doğru yürümekteyiz” diye yazmıştır. Kendine ve millete güvenini tahayyül edebiliyor musunuz!)
Mesela, Kurtuluş Savaşı günlerindeki bitmez tükenmez tartışmayı ne çabuk unuttunuz? Askerin kendi bile inanmıştı “Türk Ordusu taarruz yapamaz” diye. Bir kişinin iradesi yetti bu asırlık inancı yıkmaya. (Eder tedvîr-i âlem bir mekînin kuvve-i azmi / Cihan titrer sebat-ı pây-ı erbâb-ı metânetten.)
Orhan Bey, ben derim ki, Türk milletinin (bütün rezilliklerinin yanında) yüksek faziletlerine güveniniz.
Ömrünü sefaletle, dışlanmışlıkla mücadeleye adamış Brezilyalı sosyolog, halk kahramanı Herbert Jose de Souza, yani Betinho ne der, bilir misiniz?
“Değişim gerekli, değişim mümkün. Değişim, kaçınılmaz denileni reddetmekle başlayabilir. Sefalet kaçınılmaz değildir. Yoksulluk, toplumdan dışlanma kaçınılmaz değildir. Sefaleti sıradan bir vaka gibi gören, yoksulluğu doğal kabul eden bir toplumda yaşamak ahlâklı değildir.”
Hiçbir kötülük benim insanımın kaderi değildir, Orhan Bey. Fakirlik, gerilik, cehalet... benim milletimin kaderi değildir. Herkes gibi, benim insanım da her şeyin en iyisine layıktır.
Mısır’ın İngiliz mandasında olduğu günlerde, bölük komutanı askeri içtima etmiş, demiş ki “Bir gönüllü istiyorum. Bu seferki görev çok tehlikeli, geri dönme ihtimaliniz yok gibi, onun için bu sefer bir gönüllüye ihtiyacım var...”
Bölükte ne kadar “aristokrat” asker varsa, sözleşmiş gibi, tereddütsüz bir adım öne çıkmışlar. Çünkü hepsinin mantalitesi ve o an akıllarından geçen şey aynı:
“Bu memleketin kaymağını ben yediğime göre, İngiltere için ölmek de bana düşer!”
Bizim asalet iddiamız yok tabii. Ama bizler, “kaymak de la kaymak” tabakasının milyonda biri kadar da olsa, bu memleket sayesinde okuduk, bu memleket sayesinde olabildiğimiz kadar adam olduk, Türkiye’nin gerçekten “7 sente muhtaç” olduğu günlerde, bu Devlet bizim eğitim dövizimizi bir gün sektirmedi, bu Millet boğazından kesip bize ucuz döviz temin etti (Tabii önce babamıza, sonra Devlet’e ve Millet’e şükretmeliyiz...)
Orhan Bey dostum, siz de Türk liselerinde okumuş, Türk milletinin vergileriyle Tıp Fakültesini bitirmiş, belki de burslu olarak Amerika’ya gitmişsinizdir muhtemelen. Yani sizin bu memlekete borcunuz benden de kabarık olmalı.
Ben, Avrupa’da yaşamadım, borcumu ödemeye vatana geldim. Siz Amerika’da yerleşmişsiniz, ama orada bizi başarıyla temsil ediyorsunuz...
Türk insanı eğitimsizse, kabahat bizlerde.
Türkiye geri kalmışsa, kabahat bizlerde.
Türkiye fakirse, kabahat bizlerde.
Gerisi bahane!
Aziz Nesin’in “Biz adam olmayız” hikayesinin esin kaynağını bilirsiniz, değil mi?
Kadıköy vapurunda ensesinde iki adam sohbet ediyormuş. Biri, karşısındakinin her lafını “Biz adam olmayız kardeşim!” diye doğruluyormuş. Bir kere, iki kere, beş kere, on kere... Aziz Nesin oturduğu yerden ayağa fırlamış, adamlara sırtı dönük, durduğu yerde bağırmaya başlamış: “Biz adam oluruuuuuuuuuuuuuuz!”
Biz - adam - oluruz !
Hem öyle adam oluruz ki, Orhan Bey...
Doğu’nun Batı’dan üstün olduğunu, doğru olanın, haklı olanın, güzel olanın Doğu olduğunu bir kere daha ispat ederiz!
*
“Değişim gerekli, değişim mümkün. Değişim, kaçınılmaz denileni reddetmekle başlayabilir. Sefalet kaçınılmaz değildir. Yoksulluk, toplumdan dışlanma kaçınılmaz değildir. Sefaleti sıradan bir vaka gibi gören, yoksulluğu doğal kabul eden bir toplumda yaşamak ahlâklı değildir.”