Güncelleme Tarihi:
Toplumun tansiyonu yükseliyor. Hal böyleyken, ‘İlişkilerin Günlük Hayatı’ ve ‘Aşkın Halleri’ kitaplarıyla tanınan, psikiyatr ve Radikal yazarı Alper Hasanoğlu’na memleketin ruh halini sorduk.
Hocam biz çıldırdık mı?
Tıbben tabii ki çıldırmadık. Ama halkın kullandığı dille bakarsak, “evet, çıldırdık” diyebiliriz. Toplumun ruh halini şu anda çaresizlik, belirsizlik ve güvensizlik duyguları belirliyor. İnsanlar ne kendilerine ne başkalarına güveniyor; çaresiz hissediyorlar. Her şey, özellikle de gelecek çok belirsiz. Bir model olarak baktığımızda, belirsizlik, çaresizlik ve güvensizliğe ‘depresyonun üç ayağı’ diyoruz zaten. Yani şu an toplum bir depresyon yaşıyor.
Ne zaman başladı bu hal? Gezi’de mi?
Kısmen evet. Gezi’de toplumun bir kesimi kendini baskı altında hissetti. Tam da bir delikanlının ya da bir genç kızın babasına isyan etmesi gibi, alaycı, hoş, isyankâr sözler söylediler. Bu gençler kendi özgürlük alanlarını belirginleştirip, birey olmayı düşünüyorlardı. “Benim sınırlarımı aşma baba, bana saygı göster, tek istediğim bu” dediler. Baba evinden ayrılmak ve birey olduklarını göstermek istediler.
İlla o evden çıkmak mı gerekiyor?
Doğu toplumlarına mahsus bir şema var. Bizde herkes çok iç içe. Herkes herkes hakkında her şeyi biliyor ve birbirine karışma hakkını kendinde görüyor. Halbuki birey olmanın önkoşulu sırlara sahip olmaktır. Batı toplumlarında anne babanız sırlarınıza saygı gösterir, kendilerinden uzaklaşmanızı anlayışla karşılar; siz de mecazi anlamda, birey olabilmek için evden uzaklaşırsınız. Şimdi bunu topluma uyarlayalım: Gücü elinde tutanlar, ailedeki çocuklardan birinin kendi istediği gibi gelişmesine hiçbir şekilde izin vermiyor. Karışıyor, müdahale ediyor, “Benim sözümden dışarı çıkamazsın, izin vermediğim hiçbir yere gidemezsin” diyor.
HERKES DEPRESYONDA
Türkiye’de bu hep böyle değil miydi zaten?
Evet, başta AKP olmuş, CHP ya da MHP olmuş fark etmez. Şu an hasbelkader AKP var ve seküler kesime; “biz de bunları yaşadık sizin sultanız altında” diyorlar. Evet, siz yaşadınız tabii ki ama aynı şeyi başkalarına yaşayıp intikam almanız gerekmez. Beri yandan AKP’nin tabanı, yani muhafazakâr kesim, dinin getirdiği tevekkülle belki, isyan etmeyi beceremiyor. Dolayısıyla Gezi’de aile yapısı daha müsait olanlar isyan etti.
Sonra da şiddetle karşılaştılar.
Evet, bir anlamda o otoriter baba, evde arkadaşlarıyla gizli gizli bira içen çocuğunu yakalayıp arkadaşlarını kovdu, çocuğunu da dövdü. Yani klasik Türk aile yapısında ne olduysa, Gezi’de de o oldu. “Dayak cennetten çıkmadır”, “Eti senin kemiği benim” gibi laflar başka nerede var?
Ailenin ‘evde gizli gizli bira içmeyen’ çocuklarına gelirsek… Bugün muhafazakâr camia da kendi içinde bölündü; siz ne görüyorsunuz?
İktidarı elinde tutan iki kesimin paylaşım savaşı bu. Gelecek konusunda belirsizlik yaşanıyor. Her gün yeni bir şey oluyor. Bu durum normalde sokaktaki insanı çok etkilemese de bu sefer kavga öylesine göz önünde ki, muhafazakâr kesimdeki insanların kafaları karıştı. Çünkü aynı safta olduğunu düşündükleri, takdir ettikleri insanlar, Fethullah Gülen ve Başbakan birbirlerinin gözünü oymaya çalışıyor.
Benzer bir hayal kırıklığı mı yaşıyorlar?
Evet, seküler kesimin yaşadığı hayal kırıklığının aynısını, belki daha da büyüğünü şu an muhafazakârlar yaşıyor. İşin gözden kaçan bir yönü daha var. Tamam, muhafazakârların arasında bugün epey zengin var ama unutmayalım çoğunluk eğitim düzeyi oldukça düşük, fakir insanlar. Ve ortaya çıkan gerçekler kendilerine vaaz edilenle uyuşmuyor. Birey olarak değil de topluluk ruhuyla hareket ettikleri için de ortada kalmış hissediyorlar kendilerini. Ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar, çünkü ne olursa olsun bazı şeylerin yanlış olduğunu görebiliyorlar.
Nedir bunun bireysellikle alakası?
Yalnızca biat etmek üzerine kurulu bir dünya görüşünüz, yetiştiriliş tarzınız, aile yapınız varsa, babanın ortadan kaybolması ya da babanın kim olduğunun belirsizleşmesi korku ve endişe yaratır. Seküler kesimde bir miktar daha güçlü olan bireysellik bir anlamda koruyucu oluyor. Ama diğer kesim tamamıyla babasının yönlendirmesiyle, o iç içelik şeması içinde yaşamaya meyilli. Hatta başka bir şey bilmiyor. Fethullah Gülen mi babamız; Başbakan mı babamız? Burada sadece depresyon değil, kaybolmuşluk duygusu da hâkim. Bu insanlar arasında polarize olarak, yani iki babadan birini seçerek kendilerini koruyan insanlar da var elbette.
Bir baba seçip devam mı edecekler o halde?
Evet ama hangi babanın dürüst olduğu konusunda hiç kimse bir şey söyleyecek durumda değil. Kimse babasının dolandırıcı olmasını istemez. Ayrıca unutmayalım, bizim gibi iç içe yaşayan insanlarda utanma duygusu, “elâlem ne der” düşüncesi çok baskındır.
BABA DOLANDIRICI ÇIKARSA...
Dışarısı içeriden daha mı önemli?
Aile bireylerinden birinin kötü şeyler yapıyor olması bütün ailenin yüzünü düşürür, utandırır. Neden namus cinayetleri Türkiye’de bu kadar fazla? Çünkü başkasının bizim hakkımızda ne düşündüğü bizim bütün hayatımızı belirliyor. Hal böyleyken, baba dolandırıcı çıkarsa çok ağır bir yaralanma meydana gelir. Narsistik yaralanmanın en ağırı budur. Kız ya da oğlan çocuk bir namussuzluk yaparsa, ailenin reisinin o ‘namusu’ korumak için hamle ettiğini görmeye alışkınız ama ailenin reisi ‘namussuzluk’ yaparsa ne yapacak o aile?
Kendi içlerinde mi çözmeye çalışırlar?
“Kol kırılır yen içinde kalır” lafı başka hangi dilde var? Yine aynı mesele. Aile içinde çok kötü şeyler de olabilir ama biz bunu kendi içimizde çözeriz. Ama şimdi bu resmi bir taraf bozdu ve diğer tarafın dolandırıcılık yaptığını söyledi. Bu belli bir kesim için gerçekten ihanet olarak görülebilecek bir durum. Dolandırıcılığın kendisi değil, bunun komşular önünde dile getirilmesi.
Burada her şeyi duymasından korkulan komşu kim? Seküler kesimler mi, yurtdışı mı?
Herkes. Diğer muhafazakâr aileler de mesela. Ama esas endişe edilen, işin açığa çıkması. Kimin öğrendiğinin önemi yok.