Oluşturulma Tarihi: Ekim 08, 2004 00:007dk okuma
Posta kutusunda Londra’dan gönderilmiş bir zarf bulunca heyecanlandı. Zarfın içinden bir mektup çıktı. El yazısı son derece düzgün, hatta etkileyiciydi. (...)Tek sözcük etmeden yanyana yürümeye başladılar. Merdivenlerden çıkarken Tuncay sertçe uyardı Ayşe’yi; ‘Trende o kadından özür dilemedin.’Abone olduğu edebiyat dergisinden gelen fatura şaşırttı Ayşe’yi. O, Mudanya’da yaşıyordu. Fatura ise Londra’da oturan Tuncay adlı birine aitti. ‘Mudanya nere, Londra nere?’ diyerek, faturayı buruşturdu, çöp kutusuna attı.Öğle tatiliydi. İşyerinde kimseler yoktu. Tek başına
yemek yerken, aklı çöp kutusundaki faturaya takıldı. Düşündükçe, başkasına ait bir faturayı çöpe atmayı kendisine yakıştıramadı. Faturayı sahibine göndermeliydi.Çöpten geri aldığı belgeyi düzeltirken, sahibini tahmin etmeye çalıştı. Kendisiyle aynı dergiyi Londra’dan takip eden Tuncay nasıl biriydi acaba? ‘Sayın Tuncay...’ diye başlayan dört satırlık bir not iliştirerek faturayı doğru adrese postaladı. 10 gün sonra posta kutusunda Londra’dan gönderilmiş bir zarf bulunca heyecanlandı. Zarfın içinden pembe çizgili kağıda, mavi mürekkepli dolmakalemle yazılmış bir mektup çıktı. El yazısı son derece düzgün, hatta etkileyiciydi. Orta yaşlı, yere sağlam basan bir adam tarafından kaleme alındığı izlenimi uyandırıyordu sözcüklerin diziliş biçimi. Samimi bir dille, ‘Sevgili Ayşe’ diye başlıyordu mektup.‘Türkiye’de bir takım gariplikler olduğunu biliyordum ama Londra’ya gitmesi gereken bir faturanın Mudanya’ya gitmesi benim anlayış sınırlarımı aşıyor. Her neyse ben bunu kaderin bir cilvesi olarak görüyorum ve bana yazmanı istiyorum.’Bildiği tek ortak noktaları Varlık dergisi olduğu için edebiyattan, öykülerden söz ediyordu mektubun devamında. Ayşe’ye, kimliğine dair tek soru yöneltmemişti.DUYARLILIĞI YAKALADIMO DÖRT SATIRINDABinlerce kilometre uzaktaki adamın ‘yazma’ davetini geri çevirmedi Ayşe. Türkiye’de olup bitenleri anlatan uzun bir mektup yazdı. Onunla ilgili bazı varsayımlarda bulunup, ‘Gurbette ne yaparsın?’ diye sordu. Bir süredir dostlarının da teşvikiyle öyküler yazıyordu. Kendisinin yazdığı bir öyküyü de ekleyerek gönderdi mektubunu. Çok geçmeden geldi cevabı. ‘Bu kadar kısa zamanda böyle sıcak bir yanıtla karşılık vermen beni şaşırtmadı. Asıl yazmasan hayal kırıklığı olacaktı’ diyordu Tuncay. Şaşırmamasının nedenini de Ayşe’nin faturayı gönderirken üstüne eklediği o dört satıra bağlamıştı:‘Sendeki bu duyarlılığı daha ilk mektubunda yakalamıştım. Bunu nasıl becerdim? Bu da benim sırrım.’İşiyle ilgili soruya verdiği yanıt ilginçti. Diyojen gibi fenerle insan aradığını söylüyor, ‘gurbet’ sözcüğüne dokundurma yapıyordu: ‘Gurbet kavramına farklı bakan birisiyim. Örneğin, ‘Gah olur gurbet vatan/gahi vatan gurbetlenir’ gibi. Belki daha uzak, daha öte gurbet arayışındayım. O yüzden yakınlarım beni ‘Seyyah’ diye çağırıyor.’ Sonraki mektuplarında da hep dolaştığı ülkelerden bahsetti Tuncay. Kimi zaman İspanya’da, kimi zaman Malaya, Granada ya da Cordoba’da yaşadıklarını anlatıyor; o kadar ayrıntılı yazıyordu ki, Ayşe de onunla birlikte o ülkelere gitmiş kadar oluyordu okurken.Londra-Mudanya arasında mektuplar gidip geldikçe yakınlaştılar. Tuncay, Ayşe’nin eşinden yeni ayrılmış, iki çocuklu bir kadın olduğunu, Ayşe de onun Siyasal Bilgiler’i bitirmiş, uluslararası ilişkiler master’ı yaptıktan sonra siyasi nedenlerle İngiltere’ye kaçmış biri olduğunu öğrendi. O kadar! Birbirlerinden ne fotoğraf istemişler, ne de göz rengini vs. sormuşlardı. Aradan bir yıl geçtiğinde adı konulmamış bir ilişkileri vardı artık. Ayşe’nin duygu denizini dalgalandıran, geçirdiği küçük bir ameliyattan etkilenerek, yaşlandığında ötenazi yapılmasını isteyeceğini yazmasına Tuncay’ın verdiği yanıt oldu:‘Lütfen böyle bir şey isteme ve düşünme. Ben sana bakarım. ’Hiç görmediği bir adam, yaşlılığında yanında olup onu koruyacağını söylüyordu! BU MEKTUBU YAZARKENSARHOŞ MUYDUN AYŞETuncay’ın uluslararası bir yardım kuruluşuyla birlikte Ruanda’ya gidişi mektupları kesintiye uğrattı. Gerçi Tuncay, iki yıl Ruanda’da kalacağını bildirmişti ama iki ay sonra yeniden başladı mektup trafiği. Beyazlara tepki duyan halkın, iki kabile arasındaki savaşta öksüz kalan çocuklara yardım girişimlerini reddetmesi nedeniyle, planladığından önce döndüğünü yazmıştı Tuncay.Körfez depreminin ardından da bir süre mektuplaşamadılar. Deprem, Ayşe’nin yaşamını alt üst etmişti. Korkudan eve giremeyen çocuklarını alıp, Mudanya’dan ayrıldı. Ankara’ya yerleştikten sonra, Tuncay’a bir mektupla iletti yaşamındaki değişiklikleri. Tuncay, ‘Seni ve çocuklarını çok merak ettim’ diyordu yeni adrese gönderdiği ilk mektupta. Değirmendere’de oturan iki kız kardeşi de deprem felaketini yaşamıştı. ‘Kardeşlerimden birini 20 yaşında kaybettim. Eğer yine böyle bir şey olsaydı buna katlanamazdım’ diyor, onlara yardımcı olmasını istiyordu.Kız kardeşleri de Ankara’ya yerleşecekti. Ayşe, Tuncay’ın iki kardeşini karşıladı; yerleşmelerine yardım ederken dost oldular. Aynı yaşlarda oldukları kızkardeşlerini tanımaktan duyduğu sevinci anlattı mektubunda Ayşe. Ölen kardeşi için de teselli etti mektup arkadaşını; ‘Üzülme sadece o bizden önce gitmiş oldu.’Tuncay’ın bu mektuba cevabı şaşırtıcıydı. Ayşe’yi, kızkardeşinin ölümünü hafife almakla suçluyor; ‘Bu mektubu yazarken sarhoş muydun, yoksa uykusuz mu?’ diyordu. İnanamadı Ayşe. Böyle bir tepkiyi hak etmemişti! Hemen sarıldı kağıda kaleme. ‘Artık bana yazma.’ MİLENYUMA BİRLİKTEGİRELİM DAVETİ İki yıldır hayatına renk katan sıcak mektupların sona erdiğini düşünüp üzülerek geçirdi sonraki haftayı. Bir gece telefon çaldı. Aksanlı bir erkek sesi, ‘Ayşe ben Tuncay, mektubumda seni üzdüğüm için özür dilerim’ diyordu. Ayşe, arkadaşlarının kendisini işlettiğini sandı. Yakın arkadaşları biliyorlardı uzatmalı mektup arkadaşıyla yaşadıklarını. Ses:- Lütfen affet ve yazmaya devam et, dedi. Telefondakinin Tuncay olduğuna inandı sonunda. Sesini duymaktan etkilenmişti. Yazmaya devam edeceğini söyledi. Tuncay, sürpriz bir öneride bulundu:- Rica etsem 2000 yılına Londra’da benimle girer misin? Ayşe, şoka girmişti. Güçlükle teşekkür cümleleri kurup, gelemeyeceğini söyledi. Hemen yakın arkadaşı Figen’i aradı. Figen, ‘Bütün gardırobum emrinde. Tabii gideceksin. Müthiş bir aşk hikayesi olacak’ dedi. Aslında Ayşe de gitmek istiyordu, sadece desteğe ihtiyacı vardı. Figen’in sözleri ikna olmasına yetti. 27 Aralık 1999’da İstanbul’dan kalkan Londra uçağında buldu kendini.İLK DÜŞ KIRIKLIĞIALANDA YAŞANDIİlk düş kırıklığını havaalanında yaşadı. ‘Ayşe olmalısın’ diyerek boynuna sarılan adam, esmer kısa boylu biriydi. Ayşe’nin hayal ettiği Tuncay’la hiç ilgisi yoktu bu adamın. Eve gitmek için metroya yöneldiler. Trende çantasından cep telefonunu çıkardığında ikinci şok gerçekleşti. Tuncay, ‘O ne?’ dedi. ‘Telefooon! Kızıma geldiğimi
haber vereceğim’ dedi Ayşe şaşkınlıkla. Tuncay’ın yüz çizgileri sertleşti; ‘Hiç sevmem benimleyken kullanma sakın.’ Hyde Park’ın kenarında, küçük bir kanala bakıyordu Tuncay’ın yaşadığı dairenin bulunduğu bina. Annesinin gönderdiği haşhaşlı böreğe, Ayşe’nin çektirdiği kahve ve tarhanaya hiç sevinmedi. Büyü bozulmuştu. Sadece Ayşe değil, Tuncay da beklediğini bulamamıştı. Beklediği Ayşe, başka bir Ayşe’ydi. Sabah ‘Güzel Ayşe uyaaan, yürüyüş saatiii...’ diyen şefkatli bir sesle gözlerini açan Ayşe, ‘Acaba dün gece
rüya mı gördüm?’ diye düşündü. Kalkıp giyindi. Hyde Park’ta güzel bir yürüyüş sonrasında kahvaltıya oturdular. Tuncay, bir gün öncesine göre daha sevecendi. Ayşe de bu değişimden memnun; onun damarına basmamaya özen gösteriyor, sakınarak konuşuyordu. O günü sorunsuz geçirdiler.Ertesi gün akşam saatlerinde bira içmek üzere bir pub’a giderken karşılaştıkları punkçı gençler yüzünden yeniden gerildi ilişkileri. Gençler, burunlarına, kulaklarına halkalar, pearsingler takmışlardı. Ayşe, ‘Nasıl böyle canlarını acıtabiliyorlar anlamıyorum’ dedi. Tuncay’ın bu sözlere tepkisi yine sert oldu:- Onlar çok iyi insanlar, böyle mutlular. Annem gibi konuşma.Can sıkıcı bir tartışmanın ardından Ayşe, Tuncay’ı dışarıda bırakıp girdi pub’a. Birasını içip dışarı çıktığında Tuncay, karşı duvarın üzerine oturmuş bekliyordu.Tek sözcük etmeden yanyana yürümeye başladılar. Tuncay’ın bir arkadaşına akşam yemeğine davetliydiler. Trenden inip merdivenlerden çıkarken Tuncay sertçe uyardı Ayşe’yi; ‘Özür dilemedin.’ Ayşe anlamamıştı. ‘Kimden özür dileyecektim?’ diye sordu. ‘Trende karşında oturan kadının ayağına çarptın’ dedi Tuncay. Ayşe’nin ‘Fark etmedim, uyarsaydın özür dilerdim’ demesi üzerine Tuncay, aynı sert üslupla devam etti:- Gerek kalmadı ben özür diledim. ‘Kusura bakmayın o bir Türk, bunlar yediden yetmiş yediye kaba insanlardır’ dedim.’ O an onarılamayacak biçimde koptu aralarındaki bağ. Sıkı bir kavga başladı:- Sen inkar etsen de Avrupalılaşamamış ama Türk de olamayan, kaba ve dayanılmaz bir erkeksin.- Biliyorum ne hayallerle geldiğini ama olmadı işte.Bu cümle daha da çıldırttı Ayşe’yi. ‘Ne hayaller, evet ne hayaller! Sen ne bileceksin ne hayaller kurduğumu?’ dedi.Sarf edilen ağır sözlerin ardından Ayşe, ‘Milenyuma seninle girmek istemiyorum’ diyerek noktaladı tartışmayı.- Ne yap yap biletimi değiştir, ben sabah İstanbul’a dönmek istiyorum.Aniden sesi yumuşadı Tuncay’ın. Yılbaşına 24 saat kala bilet bulmak imkansızdı. Bir anlaşma yaptılar. Ayşe bilet bulunana kadar kalacak ama hiç konuşmayacaklardı. Gidene kadar iki yabancı gibi davranacaklardı birbirlerine. Ayşe, milenyuma, Times nehri üzerindeki bir köprüde, tek başına havai fişekleri seyrederek girdi. Yeni yılını da kutlamadılar birbirlerinin.Yine de Tuncay havaalanına uğurlamaya geldi Ayşe’yi. Gümüş küpeler almıştı hediye olarak. Ayşe, ‘Teşekkür ederim’ deyip, arkasına bakmadan uçağa yürüdü.Aylar sonra gelecek mektubu da yanıtlamayacaktı.OKURA PUSULAMektuplar naftalin kokuluAyşe hanım ile daha önce tanışmıştım. ‘Anlatsam Roman Olur’ öykülerinin yayınlanmaya başlamasından sonra görüşmeye geldi. Yaşadığı yanlış fatura olayını anlattı, ilgimi çekip çekmeyeceğinden emin değildi. Ben hemen yazmasını rica ettim. Hatta çabuk yazması için de üzerinde baskı kurdum. Yazmakla kalmadı, hala özenle sakladığı mektuplardan bazılarını getirdi. Ergün Gündüz arkadaşımın çizdiği illüstrasyonda da gördüğünüz mektuplar naftalin kokuyordu. Yazarken duyulan heyecan ise o kokunun ardında gizlenmişti.Yaşam öykünüzü bekliyoruzFax: 0 (212) 677 0 888 e-mail: fbildirici@hurriyet.com.tr Mektup adresi: Anlatsam Roman Olur Hürriyet Medya Towers Güneşli/İstanbul. Web sayfası: www.hurriyet.com.tr/anlatsamPAZARTESİ: GECEYARISI EKSPRESİNİN KAHRAMANINI BEN YAKALADIM�
button