Güncelleme Tarihi:
Ne yalan söyleyeyim, yıllar önce “Biz şimdi İran gibi mi olucaz” sorularının kafaları çok kurcaladığı bir zamanda iş için iki günlüğüne Tahran’a gittiğimde hayal kırıklığına uğramıştım. Her yerde sarıklı-cüppeli mollalar, kara çarşaflı kadınlar görmeyi beklemiş, umduğumu bulamayınca da “Ben şimdi neyin fotoğrafını çekip evdekilere göstereyim” deyip hayıflanmıştım.
Mecburen, “Meğer İran uzaktan göründüğü gibi molla kaynamıyormuş” mealinde fotoğraflar çekmiştim. İşte Kum kentine gitmeyi, bu hayal kırıklığı içinde, ta o zamandan aklıma koymuştum. Sevimli, candan, Türkleri görünce gözleri gülen Tahranlılar, Kum’da “gözlerini kan bürümüş mollalarla” karşılaşma beklentimi de törpülemişti.
Üç hafta önce Tahran’ın Güney Otogarı’ndan 1.5 saat mesafedeki Kum’a gitmek üzere, otobüse bu anılarla bindim. İlk sürprizi otobüste yaşadım. Türk olduğumu öğrenen muavin 3,5 TL’lik ücreti almak istemedi. “Konuğum ol” dedi. İran o kadar ucuz bir ülke ki, hani neredeyse İstanbul’da evde oturmanın maliyeti buradaki yolculuktan yüksek. Oysa İranlılar aynı fikirde değil. Ambargo nedeniyle yaşanan enflasyonun hayatı katlanılmaz hale getirmesinden şikâyetçiler.
DEVRİMİN MERKEZİ
Başkentle İsfehan’ın aşağı yukarı ortasında kalan Kum’un yakın geçmişte ve bugünkü rolünü düşününce ilk izlenimim yine ‘şaşkınlık’ oldu. İran Devrimi’nin ilk kıvılcımları burada atılmış, medrese öğrencileri Şah’a karşı ilk burada sokaklara dökülmüştü. İmam Humeyni ile bugünkü lider Ali Hamaney dahil neredeyse tüm Ayetullahlar Kum medreselerinden çıkmıştı. Humeyni, devrimden sonra da zamanının çoğunu buradaki evinde geçirmişti.
İran’da Şiiliğin resmi din kabul edildiği Şah İsmail zamanından beri Ortadoğu Şiilerinin en kutsal merkezi Kum’du. Irak’taki Kerbela ve Necef’in son 20 yılda savaşlarla önemini yitirmesi, Kum’un konumunu pekiştirmişti. Bütün o tarihi rolleri oynayan, birkaç istisna dışında neredeyse tamamı iki katlı tuğla evlerden ve ana caddeler dışında üç kişinin yan yana yürümekte zorlanacağı kadar dar sokaklardan oluşan bu mütevazı şehir mi, diye sormaktan kendini
alıkoyamıyor insan.
Dümdüz bir ovaya alabildiğine yayılan kentin Şiiler için önemi, 12 İmam’dan yedincisi İmam Musa Kazım’ın kızı ve sekizinci İmam Rıza’nın kız kardeşi Hazret-i Masume’nin anıt mezarına ev sahipliği yapması. İnanışa göre kıyametten önce gelecek Mehdi’nin bir salı günü çıkması beklenen kuyu da burada. Üzerine Cemkeran Camii inşa edilmiş. İmam Humeyni’nin evi de kentin önemini arttırıyor.
CAMİLER SOHBET YERİ
Kentin tam merkezindeki tipik Selçuklu-İran üslubundaki Hazreti Fatıma Türbesi haftanın yedi günü İran’ın her yerinden ziyaretçiyle dolup taşıyor.
Sanki daha birkaç saat önce çok sevdikleri bir yakınlarını kaybetmiş gibi huşu içinde ağlayıp dua edenlerin, Hz. Fatıma’nın sandukasının bulunduğu altın varaklarla bezenmiş bölmeye dokunabilmek için adeta birbirini ezmesi gerçekten etkileyici. Türbenin camisinde kadın ve erkekler perdeyle ayrılan bölümlerde namaz kılmakla beraber, sonrasında perde açılınca cami sosyal alana dönüşüveriyor. Kadın ve erkekler birlikte şen şakrak sohbet ederken, çocuklar da ortalıkta koşup oynuyor. Zaten İran’ın genelinde camiler ibadet mekânı olmanın dışında sosyal mekân.
EZAN SESİ DUYMADIM
Türbe ve görkemli Cemkeran Camii’nde elleri yumuşak püsküllü güvenlikçiler görev yapıyor. Kurallara uymayanlar püskülle dokunularak uyarılıyor. İçerde fotoğraf çekmek yasak. Türkseniz, rahatsız etmemek koşuluyla izin veriliyor. Şiiliğin kutsal kentinde iki gün geçirdim, sadece bir kez ezanı duydum: Cemkeran Camii’nin avlusunda, öğle namazı sırasında. Sokaklar mollalar ve kara çarşaflı kadınlarla dolu. Ama kadınlar hayatın içinde. İranlıların deyişiyle ‘çadorlu’ kadınların abartılı makyajı çarşafın altında bile belli oluyor. Birçok yerde kadın çalışanlar var. Dikkatimi çeken bir başka ilginç görüntü Kum’un merkezindeki pazar yerinde çarşaflı kadınların erkek esnaftan peynir, zeytin alırmışçasına rahat tavırlarla iç çamaşırı almalarıydı. Çarşaf kadınlarla erkekleri henüz tamamen birbirinden ayırmamış anlaşılan.
Mollalara gelince. Laiklikle övünen biri olarak molla kıyafetinin İranlı erkeklere çok yakıştığını görmek beni şaşırttı doğrusu. Tanıştığım, sohbet ettiğim onlarca molladan birinde bile buruşmuş, kırışmış, eğreti duran kıyafet görmedim. (Aslında bu kişiler kendilerine molla denmesinden hoşlanmıyor, çünkü onlara göre molla her şeyi bilen, âlim kişi anlamına geliyormuş) Molla giysileri üç parçadan oluşuyor. Baştaki sarık, peygamber soyundan gelenlerde (seyid) siyah, diğerlerinde beyaz. Gaba denilen, eteği yere kadar inen bir pardösü giyiyorlar. V yakalı sabahlığa benziyor ve yandan üç düğmeyle tutturuluyor. Üstüne siyah, tül gibi ince, minik delikli bir pelerin giyiliyor. Pelerinin kolları var ama çoğunlukla kolsuzmuş gibi kullanılıyor. Mollaların bir kısmı çarık türü önü kapalı arkası açık terlikler giyerken, bazıları normal ayakkabı giyiyor.
Bu kıyafet Rıza Şah döneminde yasaklanınca, Kum kıyafet devrimine direnişin merkezi olmuş. Şah, Hz. Fatıma Türbesi’ne giderek, iyice örtünmediği için karısının türbeye girmesini engelleyen memuru halkın önünde kırbaçlamış.
Hz. Masume Türbesi’nin kütüphanesinde birçok mollayla sohbet ettim. Başbakan Erdoğan’ı çok seviyorlar. Ancak laf Suriye’ye gelince “Niye böyle yapıyor, anlamıyoruz” diyerek zarif bir şekilde eleştiriyorlar.
YATIK MEZAR TAŞLARI
Oldum olası, gezdiğim şehirlerde mezarlıklar ilgimi çekmiştir. Ölüme, ölüye yaklaşım yerel kültürle ilgili önemli ipuçları verir. Kum’da, İran-Irak Savaşı’nda ölenler için yapılan şehitlikte mezar taşları yerde kapak gibi kullanılmış. Mezarlar arasında boşluk bulunmuyor. Üstlerine basılarak geçiliyor. Mezarlık araya ağaçlar serpiştirilmiş betondan bir ovayı andırıyor. Kadınların mezar taşında fotoğraf yok, erkeklerinkinde birden fazla kullanılabiliyor. Bu da aynı mezara üç kişinin gömüldüğü anlamına geliyor. Mezarların hemen üstüne şehitlerin fotoğraflarının bulunduğu taklar yerleştirilmiş.
Kum’un ana caddelerinde yüzer metre aralıklarla dizilmiş, üzerlerinde bazı gençlerin fotoğrafları bulunan, silindir şeklinde panolar gördüm. Geceleri ışıklandırılan panolar kırık aynalar, rengârenk kumaşlarla süslü. Ne olduğunu öğrenmem bir az zor oldu. Kum’da, Tahran’daki kadar Azeri yok. Panoyu sormak için girdiğim dükkânın sahibiyle İngilizce konuşmaya çalıştım. Olmadı. Türk olduğumu öğrenince bana öyle sarıldı ki, sanki kırk yıldır bir dost bekliyordu. Eşi Erbilli bir Türk olan Reza Bey hemen suhan adlı tatlı, yanında çay ikram etti. Hint kültürünü andıran panoların, genç yaşta ölenleri anmak için yakınları tarafından yaptırıldığını da ondan öğrendim...
Binalar, sokaklar toprak rengi
Kum için bir renk seçecek olsaydım “toprak rengi” derdim. Çünkü türbe ve camilerin yeşil kubbeleri dışında Kum şehrine hakim olan tek renk var, o da toprak rengi. Neredeyse İran’ın her yerinde olduğu gibi Kum’da da evlerin çatıları yok. Bir milyon nüfuslu kentte neredeyse tüm binalar tek veya iki katlı. Şehir sakinleri sıcak yaz günlerinde yol kıyısındaki arklardan geçen suyla serinliyor. Toprak rengi tuğladan yapılan binalardaki o İran’a özgü zarif mimariyi kentin hemen her yanında görmek mümkün. Öyle ki insan o zarif binalara bakarken huzur dolu, serin ve dar sokakların arasında farkına varmadan kaybolup gidiyor. Kaybolup gitmenizde hiçbir sakınca yok, çünkü sokaklarda rastladığınız kadın veya erkek herkes seve seve sorularınızı cevaplıyor. Kum’un ortaçağı anıştıran kapalı çarşısı bütün bakımsızlığına karşın görülmeye değer. Yüzlerce kubbenin altındaki semer, deri, ahşap oyma, hasır atölyeleri geçmişin dünyasını yaşatıyor. İnsan geçmişe ışınlanmış gibi oluyor.
Lider yetiştirme merkezi
Kum’da 300’ye yakın medrese, 35 bin öğrenci var. 1979’da İran Devrimi’nin fitilini ateşleyenler de bu öğrenciler. İslami rejimin bütün üst düzey yöneticileri bu öğrencilerden çıkıyor. Humeyni, Hamaney, Rafsancani, Hatemi gibi çok önemli liderler buradaki ünlü Fevziye Medresesi’nde eğitim görmüş. Medreselerde çok sayıda Türk’ün eğitim gördüğü söyleniyor. Ben sadece bir Türk öğrenciyle karşılaştım. Molla olmak isteyenler liseden sonra medreseye gidiyor. İlk dönem en az iki yıl sürüyor. Tamamlayan özel molla elbisesi giyme hakkını kazanıyor. Çoğunluk ise beş yıllık eğitimi bitirip ‘hüccetülislam’ sıfatını kazanmayı bekliyor bu giysi için. Genel molla eğitimi 10 yıl. Sonuçta verilen belge yüksek lisans diploması gibi. Öğrenimde ikinci dönemin süre sınırı yok. Hüccetülislam’dan sonraki derece Ayetullah. Yani Kuran’ı yorumlayıp kitap yazma yetkisi olan kişi. Bir üst makam ise Ayetullah Osma. Ordinaryüs profesörlük gibi bir makam ve her konuda
tam bilgili kişi anlamına geliyor.