Güncelleme Tarihi:
Moda dünyasının önemli isimlerinden Derishow, değişik bir kampanyaya daha imza atıyor. Safiye Ayla'lı reklam kampanyalarının ardından şimdi de İstanbul'un değişik semtlerinde çekilen fotoğraflarıyla gündeme oturuyor. Fatoş Ahunbay, semtlerle modanın bağlantısını anlattı...
Fatoş ve Sancer Ahunbay, 20 yıldır Derishow adı altında yaptıkları giysi tasırımı işine, iki yıl önce de Mimarca ile mekan tasarımını eklediler. Onlar aslında modacı değil, mimarlar. Tek istedikleri ve hedefleri de, ürettiklerini kendileri gibi düşünen insanlarla paylaşarak genişletmek. Şimdi İstanbul'un değişik semtlerinde çekilen fotoğraflarla tamamladıkları ikinci kampanyalarıyla konuşuluyorlar...
Neden kampanyalar arasında ara verildi?
Aslında bu tarz kampanyalar bütün kreatif grupların çok severek ve uğraşarak bir sinerji yaratması sonucu oluyor. Bu iş rutin haline gelince, ödev gibi geliyor. Sıkıcı oluyor. Onun için bir ara vermek ihtiyacı doğuyor.
Diyorsunuz ki, 'Moda bizim için sadece bir semt adı.' Peki moda, moda değilse, bizim takip ettiğimiz nedir?
Aslında moda modadır. Bu laf bizim için, bizim kurumumuzun dünyaya bakışını anlatan bir söz. Moda aslında hayata eğlence getiren bir kavram olmalı. Bizim burada karşı durduğumuz şey, tasarım ve yeni kavramıyla modanın karışması. Her yeni şey moda olmayabilir ama moda olduğu zaman geneli ilgilendirir. Özelliği biter. Sokaktaki herkes kırmızı ayakkkabı giyince, onun özelliği kalmaz. Ama arada biri yeşil giyerse, o ‘‘ben’’ diyebilir. Özgün ve ayrıcalıkmış gibi sunulmamalı moda. Moda ‘‘ben’’ demek için değil, ‘‘ben de’’ demek için kullanılır. Sosyal içerikli mesajları vermek için de kullanılır.
Bu laf nereden çıktı?
Timuçin Bey eski bir Modalı olarak bu lafı buldu. Birçok insan, ‘‘Ben moda yapmıyorum, tasarım yapıyorum’’ diyebilir. Ama kimsenin, moda bizim için sadece bir semt adıdır diyebilecek logosu yok. Özgün bir buluş olarak görüyoruz bu lafı. Birşeyler anlatıyor...
Peki sizin yaptığınız nedir?
Moda yapmamak için, modanın farkında olmak lazım. Kişilerin gıyabında, onların nasıl yaşayacağını tartışıp seçenekler sunuyoruz. Amacımız, o kişinin bir giysiyi görüp, ‘‘işte bu benim tarzım’’ demesi...
İnsanlar tarzlara ayrılıyorlar mı?
Kesinlikle var öyle birşey. Kurulu formata sığınan da pek çok insan var. Ne ona, ne öbürüne karşıyız. Hayatın tadı çeşitlilikte değil midir zaten? Kendi formatını kendi yaratan, özgün stilini yaratmak isteyenlere hitap ediyoruz. Bu modaya karşı olmak değil, modanın çoğulcu kısmına karşı olmak denilebilir. Bizim önerdiğimiz, modayı değil, yeniyi seçin...
Kuleli
İstanbul’un hızlı gece yaşamının ışıklı fonu...
Prag mı, Londra mı, tartışılır halde ama Kuleli'nin önü aslında. Boğaz var ve İstanbul. Adamın elindeki puro bile evrenselleşmenin bir sembolü halinde.
Tünel
-Tünel'de bir faks ofisi. İletişim her yerde...
Beyoğlu'na gidiyorsunuz, orada habire telefon ve faks ofisleri var. İşin evrensel tarafı var. Biçimi ne kadar alaturka olsa da, ortaya konuş tarzı çok evrensel. Kontürlü telefon, faks ofisi her yerde.
-Galatasaray'da bir hamam. Geleneksel kimliğin bir parçası (yanına sauna eklense de). Çinileri ile nerelere özenmiş...
Beyoğlu'nda bir hamam. Fonksiyonel. O kadar enteresan çinileri var ki, Sultanahmet Camii'ne özenmiş gibi duruyor. Küçüçük kendi düyamızda da aynı zevk, dışarıda da...
Tarlabaşı
- Tarlabaşı'nda Beyaz Saray gece klübünün kapısı. Devlet kapılarının görkemine özenmiş...
Burası bir pavyon girişi. Ama bu fonu başka bir anlayışta Beylerbeyi Sarayı'nın içinde de görebiliriz. Mermer yapısı, avizeleri, dışa vurumlarımızın benzerliklerini vurguluyor.
İstanbul Boğazı
- Suyun iki kenarı; Asya-Avrupa. Ne kadar yakın, ne kadar uzak?
Sadece Boğaz Köprüsü ve su bize ait. Evrenselleşmenin bir başka görüntüsü de denilebilir.
Beyoğlu
- Ekmek... Sevdiğimiz; saydığımız...
Ekmekçi dükkanı biziz. Tamamen kendimize ait bir yer. Her gün yediğimiz, başka yerde olmayan bir olgu bu. Belki de sadece bize ait olan tek şey, ama onu vermeye niyetimiz yok...
Haydarpaşa limanı
- Dünya kenti olmanın yolu, denize açılmaktan mı geçer?
Dünyanın her yerindeki limanlar nasılsa, Haydarpaşa Limanı da öyle. Buradaki mantık bu. 90'lı ve 80'li yılların yaşam felsefesiyle 2000'ler değişiyor. Artık New York'taki entelektüeller nasıl yaşıyorsa, Türkiye'de de yeni jenerasyon öyle yaşıyor. Bütün zıtlıkların farkındalar. Türkiye'nin gücü ve gelişme potansiyeli, zıtlığından ileri geliyor.