Güncelleme Tarihi:
Deniz Gül’ün ‘5 Kişilik Bufet’i çok etaplı bir proje. Birinci basamağında, sanatçının Gürcistan, Ermenistan, İran ve Azerbaycan’a yaptığı bir seyahatten hafızasında kalıp kafasının içinde dönüp duran seslerden yola çıkarak yazdığı aynı isimli kitap var. Bilinçakışı tekniğiyle yazılmış şiirsel bir metin bu. Hayatlarımızın dinsel, dilsel, politik ve cinsel anlamda belirlenme çabasının karşısında duran bir isyan hikâyesi. Küçük ölçekte bir ailenin öyküsünü anlatıyor aslında. Sahnede hem birbirinden kopmaya hem de bir yere sığışmaya çalışan beş kişi var. Hikâyeyi ilginç kılan ise kahramanların mobilyalardan ibaret olması: Üzerine portre büyüklüğünde cam açılmış ve abideleşmiş bir tabut, kapılı bir dolap, camlı ve aynalı bir vitrin, hücre formunda parmaklıklı bir gardrop ve kasa formunda kilitli bir dolap...
5 KİŞİLİK İKTİDAR ALANI
Sanatçının ilk kişisel sergisi ‘5 Kişilik Bufet’ de projenin ikinci basamağı. Beş kişi tarafından icra edilmek üzere kaleme alınan metinden türemiş, sese dayalı ama oldukça sessiz bir yerleştirme. Beş kişilik bir iktidar alanı oluşturan sergide girişte bizi ilk olarak sırtları dönük mobilyalar karşılıyor. Şehrin herhangi bir caddesinden göğe doğru dizi dizi uzanıyor gibi duran bu mobilyalar, bir ‘şey’ tarafından hizaya getirilmişler belli ki. Ancak önlerine geçtiğimizde iç dünyalarına dahil olabiliyoruz. Aralık kalmış kapılarından sızan kadın ve erkek seslerine kulak verdiğimizde ise Cemal Süreya’nın şu dizeleri geliyor hatırımıza: “İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar/ Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar/ Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar...”
KAYNAMIŞ SÜT KOKUSU
Serginin en ilginç yanı –tüm ağırlığıyla yere inecek gibi duran kepenk ve pencerelere giydirilen kesme camlardan ziyade- mobilyaların biraz ötesinde yer alan yuvarlak masa. Bütün aileyi bir araya getiren akşam yemekleri gibi çatışmaya son verme misyonunu üstlenen bu yuvarlak masa, meydanlardaki süs havuzları şeklinde. İçindeki haznede, sergi süresince her sabah temiz bir şekilde kaynamaya başlayacak ve akşam olduğunda kirlenip yüzeyi kaymak tutacak ‘süt’ kaynamakta. Deniz Gül -biz çoktan çocuk dünyamızda kendimizi unutmuşken- tüm mobilyaların üzerine sinmiş ‘süt kokusu’nu anlatmaya başlıyor: “İnsan kokusuna çok yakın bir koku bu. Hâlbuki ortada herhangi bir beden yok... Süt kaynadıkça kirlenecek ve beyazlığını yitirecek. Yüzeyi kaymak tutup parça parça olacak. Bana bölünmüşlüğü, için için kaynamayı ve masumiyetin yitirilişini çağrıştırıyor. Ama çok farklı okuyanlar da var. Yaşam hikâyelerimizin başlangıcına, insanlar arasındaki ilişkinin yıpranmışlığına da uzanabilirsiniz. Her nasıl okursanız okuyun, bu süt kokusunun sergi alanına girer girmez insanları çarpan bir yanı var.”
MÜZİKAL PERFORMANSA DÖNÜŞTÜRÜLSÜN
5 Kişilik Bufet’in çok etaplı bir proje olduğunu söylemiştik. Deniz Gül bu kadarla da kalmayıp, projeyi başka bir mecraya daha taşımanın peşinde: “Kitabı yaklaşık iki senelik bir sürede yazdım. Ne anlatmaya çalıştığımı bilmiyor, sadece duyduklarımı yazıyordum. Anlam veremediğim sesler bir şekilde birleşmeye, böylece metin de kısalmaya başlayınca bu beş mobilya kendini gösterdi. Sergi işte böyle çıktı ortaya. Şimdi aynı metnin çağdaş bir besteci tarafından bestelenmesini çok arzuluyorum. Bu metin birileri tarafından teatral değil, müzikal bir performansa dönüştürülmeli. Bunun için görüşmelere başladım bile.”
BABAM MOBİLYACIYDI
“İnsanın mekan içinde geliştirdiği davranış, yani ritüel ve mekana aitlik üzerine çalışıyorum daha çok. Bu metin de yine ritüel ve kimlik kavramları üzerine kurulu. Ama bu kez mekânı hikâyenin kendisi üretti. Mobilyaların ortaya çıkışında, babamın uzun yıllar mobilya işiyle uğraşmasının da payı var herhalde. Gerçi sergiye gelen, bu tarz evlerde büyümüş ve aile kavramı üzerine düşünen herkes kendi hayatıyla bir ilişki kuracaktır. Ama sergiyi metinle birlikte okurlarsa bambaşka hikâyelere varacaklar. Başka bir iktidar savaşı ile karşılaşacaklar.”