OluÅŸturulma Tarihi: Nisan 26, 2000 00:00
... Mış Gibi Yapmak? FotoÄŸrafı ilk kez annemin eski resimleri sakladığı kutulardan birinde gördüm. O yıllarda pek moda olan müsamerelerden birinde poz vermiÅŸ on üç on dört yaÅŸlarında iki çocuÄŸun resmiydi. Kız açık renk taftadan bir tuvalet giymiÅŸ, başına çiçekli bir taç takmıştı. Yine o yılların modasına uygun olarak, bir eliyle tuvaletinin eteÄŸini tutuyordu. OÄŸlan papyonlu ve takım elbiseliydi...Anneme kim olduklarını sordum. Kızın adı Azade, oÄŸlanın adı Albert'miÅŸ. Azade ile Albert komÅŸu evlerde birlikte büyümüşler ve ilkokul çaÄŸlarından beri birbirlerine aşıkmışlar. Yüzlerindeki hüzünlü ifadeyi, ciddi görünme kaygısı sandım önce. Ama annemden dinlediÄŸim öykü beni epey sarstı... Azade, bu resim çekildikten birkaç yıl sonra Rumelihisarı'ndaki fenerin önünden kendini denize atıp canına kıymış. Nedeni de, din farklılığından ötürü ailelerinin onları ayırmak istemesiymiÅŸ. Albert ise, annemin deyiÅŸiyle üç beÅŸ yıl "Mecnun" gibi dolaÅŸtıktan sonra iyileÅŸmiÅŸ ve ailesinin uygun gördüğü bir kızla evlenmiÅŸ. Sonra ne olduÄŸu bilinmiyor...***Eski kartpostallar ve siyah beyaz fotoÄŸraflar biriktirmeye meraklı olduÄŸum için, resmi annemden aldım. Åžimdi bende duruyor, ara sıra bakarım. Bazen de, kızcağız canına kıymasaydı acaba neler olurdu diye düşünürüm. Birçok olasılık var tabii. Benim zihnimde biçimlenen öykü, bu olasılıklardan yalnızca bir tanesine dayanıyor. Ama pek de zayıf bir olasılık sayılmaz...***KoÅŸulların zorlamasıyla birbirinden ayrılan çok genç iki insan ne yapar? Birlikte yürüyemeyeceklerine inanamazlar, gizli gizli mektuplaÅŸmaya devam ederler, birbirlerine ÅŸiirler yazarlar (eskiden böyle yapılırdı, ÅŸimdi nasıldır, bilmiyorum). Ne de olsa gençlik vardır ve gençlik varsa ümit de vardır. Bütün acılara karşın, taze bir esinti gelir bir yerlerden. Masumiyet henüz yitirilmemiÅŸtir. Mucizelerin olabileceÄŸine hala inanılır. Anılar korunur, saklanır. Dünyanın kıyısında da olsa, bir gün buluÅŸulacağına inanılır, yollara zihinsel ışıklar yansıtılır... Ama öz çocuklarını bile yutan Tanrı Kronos yapacağını yapar; ümitler yok olur, mektuplar kesilir, taÅŸlar yerli yerine oturur. Ä°stenen olmuÅŸ, çocukluk susturulmuÅŸtur. Artık yalnız eller deÄŸil, yürekler de birbirinden uzaktır. Eski sevgililer baÅŸka kiÅŸilerle evlenip çocuk çocuÄŸa karışırlar. Yürek çarpıntılarıyla postacının beklendiÄŸi günler unutulmuÅŸtur. Ara sıra hatırlansa da, hemen bastırılır.*** Ne var ki, kadının çeyiz sandığının dibine gizlice tıkıştırılmış olan eski hatıra defterleri sinsice beklemektedir!*** Eski sandıklar genellikle insan orta yaÅŸa geldikten sonra açılır. Kadın da öyle yapar. Aynada yüzünü beÄŸenmediÄŸi günlerden birinde, aklına sandıktaki defterleri gelir. Gidip çıkarır; okur, bir daha okur, bir daha okur... YaÅŸamının en güzel yıllarının dökümü karşısındadır... Ä°nanamaz okuduklarına. Ä°nsanın hayatta yapabileceÄŸi en büyük hatalardan birinin hatıra defterleri tutmak, öbürünün de onları yıllar sonra okumak olduÄŸunu anlar ama, iÅŸ iÅŸten geçmiÅŸtir. Yıllarca sandığa hapsedilmiÅŸ, seslerini çıkarmaları yasaklanmış olan yazılı kayıtlar, ÅŸimdi ondan intikam almaktadır. Kadının zaten yeterince gülünç olan orta yaÅŸ bunalımlarına bir de bu çocukluk aÅŸkı eklenir. Aromatik masajlar, hormon takviyeleri, depresyon ilaçları, hiçbir ÅŸey fayda etmez. Kadın kaybolmuÅŸ gençliÄŸini geri istemektedir.*** Rastlantı bu ya, eski sevgililer, dünyanın kıyısında karşılaÅŸan eski zaman gezginleri gibi yorgun argın karşılaşırlar bir gün. (Eski zamanlarda olmadığımız için, onları bir barda karşılaÅŸtırmayı uygun buldum!) ÅžaÅŸkınlıktan donakalırlar. Ayrı deneyimlerin insanı bu kadar deÄŸiÅŸtireceÄŸi akıllarına gelmemiÅŸtir. Çıplak avuçlarında ateÅŸ yaktıkları o coÅŸkulu günlerden beri kimbilir kaç milyon hücreleri ölmüş, kaç milyon hücreleri deÄŸiÅŸmiÅŸtir...*** "Åžimdi sana elimi uzatsam, iki yabancı tokalaşır gibi olacak" diye düşünür kadın. "Unutmamış gibi yapabilirsin elbette, ellerimin sıcaklığını. Hala güzelmiÅŸim gibi gözlerimin içine bakabilirsin...."*** Adam da hemen hemen aynı ÅŸeyleri düşünmektedir: "Hala yumuÅŸacıkmış gibi okÅŸayabilirim saçlarını... Bir delikanlının sevgilisine yazdığı ÅŸiirleri, zamanaşımına uÄŸramamış gibi okuyabilirim sana... Hiç ayrılmamışız gibi saatlerce konuÅŸabiliriz..."*** Kadın, adamın düşüncelerini okumuÅŸ gibi atılır: "Ama gereksiz deÄŸil mi, yorgun duygularımızı böyle zorlu bir sınava sokmamız? El sıkışmayalım, hatta konuÅŸmayalım bu birkaç cümlenin dışında..."*** "Evet" der adam. "Bar taburelerinde tanışan iki yabancı gibi, içkilerimizi bitirip çıkalım. Bir seviÅŸme süresince olsun, alabilirse dudaklarımız birbirimizin dudaklarındaki acılığı..."*** Kadın, "eski fotoÄŸraftaki iki çocuÄŸu büsbütün öldürmemiÅŸiz gibi " diye düşünür büyük bir hüzünle.*** Adam devam etmektedir: "Rahatça dönebiliriz evlerimize. BaÅŸka ne bekleyebiliriz ki..."*** "BaÅŸka ne bekleyebiliriz ki" diye yineler kadın. "Gelecek zamanları kaçırdık!.."*** Birlikte çıkıp giderler. Bundan sonra ne olduÄŸunu kestirmek pek kolaydeÄŸil. FotoÄŸraftaki iki çocuk o geceden sonra belki de resimden silinmiÅŸlerdir. Ama belki de o gece olanlar, iki çocukluÄŸun kesiÅŸtiÄŸi noktadaki o kısacık dokunuÅŸu bir kez daha hissedebilmenin umutsuz arayışından baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. Hatta belki de, git gide sona yaklaÅŸan bir yolculukta karşılaÅŸmış iki eski arkadaşın birbirlerine yol armaÄŸanı olarak verdikleri bir demet kır çiçeÄŸidir.*** "Ne zaman o fenerin yanından geçsem içim sızlar" diyor annem. Bilmiyorum hangisi daha acıklı, Azade'nin öyküsü mü, öbürü mü... Galiba en iyisi, eski fotoÄŸrafları hiç bozulmadan saklamaya çalışmak. Defter sayfaları arasında kurutulmuÅŸ çiçekler uzun süre saklanamıyor çünkü. Bir gün defteri açınca bakıyorsunuz ki, geride kalan bir tutam toz...Funda ARSOY - 26 Nisan 2000, ÇarÅŸamba Â
button