Sibel ARNA <br>sarna@hurriyet.com.tr
Oluşturulma Tarihi: Aralık 16, 2007 00:00
Bir yaşındayken trafik kazasında babasını kaybetti. Depremle tanışıp çadırda yaşamaya başladığında dört yaşındaydı. O çadırda çıkan yangında ateş vücudunun neredeyse tamamına değmişti. Saçları, göz kapakları, burnu, kulakları, elleri, bacakları tamamen yanmıştı. Üç yılda tam 15 ameliyat geçirdi. Karnından üretilen yeni deri dokusu, zar ve damarlar altı aylık aralıklarla yüzüne nakledildi. Sıfırdan burun, alt dudak, yanak yapıldı. Sinem küçücük bedeniyle hayata direndi, her defasında ölüme kafa tuttu.
İŞTE SİNEM'İN İKİNCİ İLKBAHARI
Bu yıl ilkokula başladı. Öğretmenin ve 55 sınıf arkadaşının onu kabul etmesi hiç kolay olmadı. Korktular, dışladılar, hatta okuldan kovdular. Ama Sinem pes etmedi. Okuma yazma bilmeyen annesini bir şeyler yapmaya zorladı. Ümran Hanım Sinem’in doktorlarını araya sokup okul müdürünü ikna etti. Doktorlar, korkan öğrencilere ve velilere psikolojik destek verdi, Sinem okula döndü. Artık sınıftaki diğer 55 öğrenciden farkı yok. Öteki değil, onlardan biri. Arkadaşları onu sevgiyle kucaklıyor, yanık ellerini korkmadan tutuyor. Hiçbir kitapta okuyamayacakları şeyler öğreniyorlar. En güzelini Sinem’in sıra arkadaşı Uğurcan söylüyor: "Yanımda bir çizgi film oyuncusu var sanki. Baksanıza Sinem Ninja kaplumbağalara benziyor. Onu çok seviyorum. Okumayı birlikte sökeceğiz."
Mavi peruk istiyor
Okuldan çıkışta Sinem’le birlikte eve yürüdük. Yol boyunca bana okulunu bitirip hemşire olmayı ne çok istediğini anlattı. Çocuk hemşiresi olacakmış. O hastanedeyken ona bakan hemşire ablaları gibi... En çok saçımdaki parlak tokayla ilgilendi. Saçlarının yeniden çıkması tek umudu. Bu süre zarfında ikinci bir peruğu daha olsun istiyor. Hangi renk istediğini soruyorum, mavi diyerek beni yine şaşırtıyor. Daha neler mi söylüyor: "Hayatta önce iyileşmeyi bekliyorum. Yazı yazarken ellerim acıyor. Ameliyatlardan sonra ağrılarım oluyor. Ama her seferinde daha güzel oluyorum."
Tuana’nın sihirli cümlesi
Sinem elini tutabilir miyim
Bugün Sinem ilkokul birinci sınıfa başlayalı üç aydan fazla oldu. Üç ay dağ gibi sorunları çözmeye yetti. Düğüm bir beden eğitimi dersi sırasında çözüldü. Sinem’in sınıf arkadaşı Tuana Bozkaya okulun müdür yardımcısının kızıydı. Haliyle çok popülerdi. Altı yaşındaki küçük kız bahçede oynarlarken bütün arkadaşlarının duyacağı şekilde Sinem’e "Elini tutabilir miyim" diye seslendi. O gün neredeyse tüm sınıf Sinem’in elini tutmak için sıraya girdi. Dokundukça o buruşuk ellerin onlara sevgiden başka bir şey vermeyeceğini anladılar ve korkularını yendiler. Belkıs öğretmen ağlayarak, "Bizim gibi yetişkinlerin yapamadığını, altı yaşındaki Tuana yaptı diyor."
Fındıkzade İlköğretim Okulu’ndaki herkes şimdi Sinem’den sevgiyle bahsediyor. Arkasında oturan arkadaşı onun başına gelenlerin kendi başına da gelebileceğinin farkında. Kapının önünde karşılaştığım bir babaanne torununun Sinem’den hiç korkmadığını söylüyor. Eve gelip onu anlattığı ilk gün "Yüzü garip ama konuşunca bizim gibi" demiş.
Sınıfın haylazlarından Ahmet’e, Sinem’i soruyorum. "Yaramazlık yaparsam ben de onun gibi olurum" diyor. Ama en güzelini Sinem’in sıra arkadaşı Uğur Can söylüyor: "Yanımda bir çizgi film oyuncusu var sanki. Baksanıza Sinem Ninja kaplumbağalara benziyor. Onu çok seviyorum. Okumayı birlikte sökeceğiz." Şimdi Sinem’in Almanya’da birkaç ameliyat geçirip tedavi görmesi lazım. Bunun için maddi destek arıyorlar.
Öğretmen çok zorlandı, öğrencilerden biri depresyona girdi
2007 yılı gelmişti geçiyordu bile Sinem’in okula başlaması gerekiyordu. Ameliyatların arasında en az altı aylık aralar olduğundan doktorlar da eğitiminden geri kalmamasına karar verdi. Zaten Sinem de ne zaman sokakta önlüklü çocuklar görse arkalarından gitmek ister, annesine okula gitmek için yalvarırdı.
Ümran Hanım doktorların da iznini alınca soluğu evlerinin iki sokak arkasındaki Fındıkzade İlköğretim Okulu’nda aldı. Birkaç yakını evde eğitim diye bir şeyden bahsediyordu ama Sinem okula gitmeli, insan içine çıkmalıydı. Bu görüntüsüyle yaşayacaktı, nelerle karşılaşacağını küçük yaşta öğrenmeliydi. Kaydını yaptırırken bir sorun çıkarmadılar. Ümran Hanım bu işi kolay ve sorunsuz hallettiğini düşünüyordu ama yanılmıştı. İki hafta geçmeden okuldan itirazlar gelmeye başladı. Sınıf öğretmeni Belkıs Ulaş anlatıyor: "İtiraf edeyim ilk günlerde ben bile Sinem’i kabul etmek istemedim. Çünkü görüntüsünden ürkmüştüm. Çok zorlandım, sinir krizi geçirecek duruma geldim. Öğrencilerim hiç kabul etmedi. Bir tanesi çok fena depresyona girdi, terapi gördü. Sinem’i görünce ağlamaya başlıyordu. Bana ben o korkunç suratı görmek istemiyorum öğretmenim diyordu. Çok zorluk çektik."
Ümran Hanım’ın korktuğu başına gelmişti: "Çoluk çocuk korkunca kayıt sırasında verdiğim 30 milyon kitap defter parasını geri verdiler. Al bunlar da Sinem’in olsun deyip defter kitabı da elime tutuşturdular. Direttim biraz. Velilere gidip ’Allah’ın emrini bilmiyor musunuz’ dedim. Kime gitsem ben Sinem’i istiyorum deyip suçu ötekine atıyordu. Çaresiz aldım kızımı eve doğru yola çıktım."
Sinem eve dönmemek için yol boyu ne gerekiyorsa yapar. Ağlar, tepinir, gücü yettiğince annesini çekiştirir. Ümran Hanım çareyi hastaneye gitmekte bulur. "Getirdim kitapları eve koydum. Sinem’in elinden tuttum. Hastaneye gittim. Orada Erzurumlu tanış bir doktorumuz vardı. Gittiğimde toplantısı vardı ama çaldım kapıyı girdim içeri. ’Gel dadaş ne
oldu, gözlerin çakmak çakmak, olmuş’ dedi. Anlattım böyle böyle... Toplantı bir dursun dedi. Bizi otomobile bindirdi, okula geldik. Dikildi müdürün karşısına çok güzel konuştu. Kızımı geri aldılar.
Okumayı sökmesi için destek alması şart Belkıs Ulaş 27 yıllık öğretmenlik hayatında en zor anları Sinem’le yaşadığını söylüyor. Ve şunu anladım diyor: "Sağlam bir çocuğu okutmak çok kolaymış." Sinem, dersteki durumuyla ilgili şu bilgileri veriyor: "Sinem’in kulak kepçeleri olmadığı için duyma zorluğu çekiyor. Bu yüzden derslerinde biraz geri kalıyor... Özel yardım alması şart. Ama Sinem okumasa bile ben onu geçirmek zorundayım. Sınıfta bırakırsam, bu yıl başında bizimle yaşadığı sorunları tekrar yaşar. Bırakamam, başarılı olamasa da ben onu sırtımda taşıyacağım."
DEPREM ÇADIRINDA ABLASI BEDRİYE DERS ÇALIŞMAK İÇİN BİR MUM YAKTI...Sinem sekiz çocuklu bir ailenin en küçüğü. 2000 yılında dünyaya geldi. Belediye emeklisi babası, kızı doğduktan bir yıl sonra kendi kullandığı aracıyla
trafik kazası geçirdi ve öldü. Annesi en büyüğü yirmisine basmamış sekiz çocukla ortada kalmıştı. Büyüklerinin deprem dediği, bir anda yeri gök, göğü de yer yapan meretle dört yaşında tanıştı. Aşkale depreminde, evlerinden sağ kurtulmaları mucizeydi. Kendileri gibi babasız iki aileyle birlikte bir çadıra yerleştirildiler. Ve ne olduysa o çadırda oldu. 11 yaşındaki ablası Bedriye gece ders çalışmak için mum yaktı. Bir saat geçti ya da geçmedi göz kapakları uykuya yenik düştü, mum devrildi, çadır tutuştu.
Annesi Ümran Köroğlu o kabus geceyi titreyerek anlatıyor: "Çadır patlamış, Bedriye yanarak kaçmış. Komşular tutmuşlar su dökmüşler. Giysileri naylonmuş ya vücuduna yapışmış, ondan da ciğerleri buharlaşmış. İki ay zor yaşadı. Sinem’in aleve düştüğünü, yandığını görmüşem. Bağırmışam ama kıpırdayamamışam, kızımı kurtaramamışam. Şerife kurtarmış."
Şerife, Sinem’in o zamanlar 14 yaşındaki ablası. Yangına dair çok az şey hatırlıyor: "Tuhaf bir şeydi. Yangını anlayınca kendimi çadırdan dışarı attım. Ben iyiydim ama Sinem etrafımda yoktu. İçeridedir, dedim girdim. Dumanların arasından sanki biri Sinem’i ellerime verdi, aldım, çıktım. Ellerim yanmıştı çıkar çıkmaz yere attım. Komşular Sinem’i söndürdüler. Hastaneye gittik. Bir tek ellerim yandı zannediyordum, yüzümün de yandığını sonradan fark ettim. Hiç pişman değilim. Önemli olan kardeşimin hayatı. Yanmışım, yanmamışım ne fark eder."
Şerife’nin bu olgun sözlerine bakıp yüzündekileri küçük yanıklardan ibaret zannetmeyin. Üç yıldır o da sürekli ameliyat oluyor. İyileşmesi için yüzüne yeni dokular ekleniyor. Yatılı okuduğu Kandilli Kız Lisesi’ni geçen yıl bitirdi. Seneye üniversite sınavlarına girip gazeteci olmak istiyor. Ve asla fotoğraf çektirmiyor.
YANGINDAN BEŞ AY SONRA GELEN TRT MUHABİRİ KURTARICILARI OLDUYangından beş ay sonra Tanrı, Köroğlu ailesine kurtarıcı olarak Fatma Demir’i gönderdi. Demir, TRT’de muhabirdi. Erzurum’a iş için gelmiş, ailenin yaşadığı dramı duymuş, evlerine gitmişti. Şerife’nin durumu nispeten iyiydi ama Sinem’in kafasında hálá açık yaralar vardı. Evde değil hastanede olması gerektiğini tıpla uzaktan yakından alakası bulunmayan biri bile anlardı. Öncelikle kısa bir
haber yaptı Fatma Demir, sonra TRT ve arkadaşlarının yardımıyla Köroğlu ailesini İstanbul’a getirdi. Evde kaderine terk edilen Sinem, tam altı ay İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yanık Tedavi Merkezi’nde kaldı. Önce açık yaraları iyileşti, sonra yürümeye başladı.
Altı ay sonra ailenin tamamen İstanbul’da yaşaması gerektiğine karar verildi. Sinem’in geçirmesi gereken daha onlarca ameliyat vardı. Bu noktada Kızılay Genel Başkanı Tekin Küçükali yardım elini uzattı. Fındıkzade’de, hastaneye yakın bir yerde aileye ev kiraladı. Tıbbi malzemelerin masraflarını üstlendi.
Aradan üç yıl geçti. Sinem bugüne kadar tam 15 ameliyat geçirdi. Ameliyatların büyük bir bölümünü İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Plastik Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Topalan gerçekleştirdi. Sinem’in göğsüne balon yerleştirilerek derisini genişletti ve buradan alınan deri, damar ve dokuları yüzüne nakletti. Türkiye’de ilk defa bu kadar kapsamlı bir yüz nakli yapılıyordu.