Güncelleme Tarihi:
LA VIE EN ROSE
KALDIRIM SERÇESİ
Yön: Olivier Dahan
Oyn: Marion Cotillard, Emmanuelle Seigner, Gerard Depardieu Sylvie Testud
Tür: Biyografi / Dram
Süre: 140 dk.
Edith Piaf’a neden Minik Serçe denildiğini, kör olduğu yıllarda yaşadıklarını, sokakta dilencilik yaptığı zamanları, uyuşturucuyla mücadelesini ve o güçlü ama bir o kadar da hüzünlü sesin arkasında aslında ne kadar trajik bir yaşam öyküsü olduğunu biliyor muydunuz?
Ben bilmiyordum doğrusu.
Olivier Dahan’ın yönettiği ve müthiş bir kurguyla başdöndürücü bir sinema şöleni haline getirdiği Kaldırım Serçesi, sadece bunları değil, Edith Piaf’la ilgili bilmediğim daha pek çok şeyi öğrenmemi sağladı.
Bununla da kalmadı, rüya gibi bir müzikal yolculuğa çıkardı beni.
Ve bir de zaman zaman gözyaşlarına boğdu.
Sinema salonundan içim, yüreğim kabarmış olarak çıktım.
ACILARLA DOLU BİR YAŞAM
“Akşam vakti bizim için günün doğduğu zamandır” diyor Edith Piaf (Marion Cotillard).
Müzisyenler, hatta belki sadece müzisyen değil daha pek çok sanatçı için geçerli olan bu cümle bile Edith Piaf’ın yolculuğunun çoğumuzdan farklı olduğunun bir kanıtı.
Film boyunca defalarca “ben sanatçıyım” dediğini duyuyoruz.
Çok zor şartlarda yetişen Piaf’ın sanatıyla ayakta kalma isteğini filmin her karesinde hissetmek mümkün.
1915 yılında dünyaya gelen Edith Giovanni Gassion, genelevde büyüdüğü yıllarda kulağına gelen notaları, ilerleyen yıllarda para kazanmak için söylediği sokakta söylediği şarkılara döktüğünde, kabere işleten Leplee (Gerard Depardieu) tarafından keşfediliyor.
Büyük sesine hayran olarak yanında aldığı bu çekingen kızın küçük bir serçe gibi olduğunu düşünen Leplee, ona La Mome Piaf adını takıyor.
Ürkek bakışları ve kendinden emin olmayan tavırlarıyla bir yıldız ışığı yok belki Piaf’ta.
Ama sesi ve ileriki yıllarda karşısına çıkacak menajerinden aldığı öğütlerle sahnede devleşmesini biliyor.
Zaman içinde diksiyonuna dikkat eder hale geliyor, o ince, narin ellerini kullanmasını öğreniyor.
BAŞ DÖNDÜREN ZEKİ BİR KURGUSU VAR
Berlin Film Festivali’nin açılış filmi olan, başrollerinde Fransız aktris Marion Cotillard, Sylvie Testud, Gerard Depardieu’nun oynadığı bu büyüleyici Edith Piaf biyografisinin en çarpıcı özelliği başdöndürücü kurgusu.
47 yaşında hayata veda eden ünlü şarkıcının 40 yaşlarındaki döneme odaklanan film, kronolojik anlatımı bir kenara bırakıp, ileri gidiş ve geri dönüşlerle, sıradanlıktan kurtularak izleyicinin merakını ve ilgisini ayakta tutmayı fazlasıyla başarıyor.
Filmin en heyecanlı yerinde Edith Piaf’ın başka bir yaşam dilimine atlıyor Olivier Dahan.
Edith Piaf’ın çocukluğu, gençliği ve son günlerinin karmaşık kurguyla ard arda perdeye gelmesi filme ayrı bir hüzün katmış.
En güzel zamanlarımızın da gün gelip biteceği ve kaçınılmaz son gün gerçeği bir tokat gibi çarpıyor yüzümüze.
Filmle ilgili detay vermek gibi olacak ama ilk yarı sonunda neden bu filmde ve Edith Piaf’ın hayatında hiç aşk yok diye hayıflandığımı ve bunu yanımdakilerle paylaştığımı çok iyi hatırlıyorum.
Bana inat ikinci yarı tutkulu bir aşk hikayesi getirip koydu önüme.
Edith Piaf’a daha önce yaşadığı dramları unutturan ama hepsinden de daha büyük bir drama gebe olan bu aşk hikayesi, “şov devam etmeli” cümlesinin üzerine basan çarpıcı ve kesinlikle çok iyi çekilip, muhteşem oynanmış bir sahneyle sona eriyor.
Bu, Edith Piaf’ın Padam Padam’ı söylerken yere yığıldığı sahne kadar etkileyici.
PIAF OLMAK İÇİN 5 SAAT MAKYAJ
Ve geleyim filmi sırtında taşıyan ve bu yıl Oscarlar’da adı geçmesi kuvvetle muhtemel olan Marion Cotilard’a.
Kayıp Nişanlı (Un Long Dimanche De Fiançailles) ve İyi Bir yıl (A Good Year) filmlerinden hatırlayacağınız Cotillard kimi zaman 5 saat makyaj masasında oturmuş Edith Piaf’a benzeyebilmek için. Ama her şeyden öte, canlandıracağı şarkıcının vücut dilini çok iyi çözmüş. Kritik sahneleri müthiş bir oyunculuk sergileyerek keyifle izlenir kılıyor.
Akademi biyografik filmlerdeki başarılı performansları genelde es geçmiyor. Oscarlar’ı konuşmak için biraz erken belki ama En İyi Kadın Oyuncu dalında Marion Cotillard adını aklınızın bir köşesinde tutun bence.
Hatta kim bilir Kaldırım Serçesi, sadece oyuncu değil daha pek çok dalda da Oscar’a aday olabilir.
Sadede gelmek gerekirse, uzun zamandır bu kadar etkileyici ve uzun süresine rağmen su gibi akıp giden, sürekli merak uyandıran, çoğu sahnesinde gözyaşlarına boğan ve de en önemlisi insana yanıbaşındaki aşkının kıymetini bildiren bir film izlememiştim.
“AH NE DENLİ PEMBE GÖRÜYORUM HAYATI”
Yazıyı, filmin insanda yarattığı tüm hüznüne ve üzüntüsüne rağmen, buğulu sesiyle söylediği aşk şarkılarıyla milyonları etkileyen ve acılarla dolu yaşamının dolunay etkisindeki o en güzel günlerinde aşkların en güzellerinden birini yaşayan Edith Piaf’ın filme adını veren La Vie En Rose adlı parçasından birkaç dizeyle bitirmek istiyorum:
“Ait olduğum adam kollarına aldığında beni, usulca bir şeyler fısıldadığında, ah ne denli pembe görüyorum hayatı… Giriverdi birden kalbime, mutluluğumun ortağı. Benimsin sen dedi. Bense onun, ömür boyu.”