Mimar Sinan, Türk, Rum, Ermeni değil Osmanlıdır!

Güncelleme Tarihi:

Mimar Sinan, Türk, Rum, Ermeni değil Osmanlıdır
Oluşturulma Tarihi: Şubat 24, 2013 00:00

Frank Lloyd Wright, “Yeryüzüne iki mimar gelmiştir. Biri, Osmanlı Mimarı Sinan, öteki de ben” derken kendisinden çok Mimar Sinan’ı övüyordu.

Haberin Devamı

Yazar Mehmet Coral, hakkında yüzlerce araştırma kitabı kaleme alınsa da müstakil bir romanı neredeyse olmayan Mimar Sinan’ı son kitabında yeniden anlattı.

10 yıl sonra yeniden bir Sinan romanıyla okurlarınızla buluşuyorsunuz. Üstelik bu kez müstakil bir Sinan kitabı...
- 15 yıl geriye kadar sarkıtabiliriz bunu. Yazarlık hayatımın başlangıç dönemlerinde bir gün Haliç’in Galata kıyısında eski Ceneviz döneminden kalma bir yıkıntının fotoğraflarını çekerken kadraja bütün haşmetiyle Süleymaniye girdi. O an karar verdim Sinan’ı yazmaya. Edebiyat dünyasına nasılsa hiç girmemiş bu büyük dehanın romanını yazma fikri varlığımı ateşledi. 2001’de yayımlanan ‘Işıkla Yazılsın Sonsuza Adım’ o ilk cemreden sonra ortaya çıktı. Ama Sinan’a tutkum azalmadı. 2012 sonlarında, yeni bir kitabın 79. sayfasına gelmişken, bir gece yeniden Sinan’a dönmek, bu kez içine başka hiçbir ek unsur katmadan salt Sinan yazma fikriyle her şey değişti.
Birçok kaynakta Ermeni asıllı bir devşirme olduğu söylenmişti. 1930’lardaysa Türk olduğunu ispatlamak için mezarından kafatası çıkarılıp Türkoğlu Türk’tür denmişti... Sizse Rum olduğunu söylüyorsunuz. Nedir aslı?
- Ben, İsmail Hakkı Konyalı ve Babinger’in tezlerinden hareketle kurgu planının içine Sinan’ın Rum oluşunu ankre ettim. Ama olayı kurgu boyutu içinden çıkartıp, bilimsel verilere dayandırmak için kitabın sonuna, ‘Sinan’ın Köklerine İnmek’ diye bir ek koydum. Burada tüm aidiyet iddialarına (Türk, Rum, Ermeni, Yahudi...) yer verdim ve sunulan kanıtlar çerçevesinde doğru yanıtı aradım. Sonuç, ‘hiçbiri’ çıktı. Kesin olan tek şey Sinan’ın bir Osmanlı mimarı oluşuydu. Bütün dünya da onu böyle tanıyor zaten. Kısır aidiyet arayışları onun eseri altında eziliyor. Aslolan Sinan’ın, Türk uygarlığının belki de en büyük sanatçısı oluşudur. Dünya astronomi birliği Merkür gezegeninin çapı 147 metre olan en büyük kraterinin adını ‘Osmanlı/Türk Mimarı Sinan’ koymuş. Yani Sinan’ın ünü gezegenimizi aşmış, biz nelerle uğraşıyoruz!..
Mimar Sinan adıyla birlikte aslında hep bir efsane anlatımı vardır. Bunun asıl sebebi nedir?
- Dünyada harcı efsanelerle yoğrulmuş İstanbul’dan başka bir kent belki de yoktur. Yerasimos, ünlü eserinde yetkin bir çalışmayla bunu ortaya koymuştu. Osmanlı’da iki kez, Fatih ve Kanuni dönemlerinde, imparatorluk projesi kuruldu. Bu, temelde ruhani iktidarın cismani iktidarla birleştirilmesi, böylece dünya hâkimiyetine giden yolun döşenmesi anlamına gelir. Türk/İslam sentezinde de bu fenomen yoğun efsane harcını gerçek olaylarla sağlamlaştırma biçiminde oluşmuştu. Sinan, dolu dizgin ebediyete doğru koşan mabetlerini inşa edip ‘efsane’nin gözle görülür gerçeğini yaratmış, yaratım aşamasının düşünselliği de kurgu bölümünü oluşturmuştu. Özellikle bu aklının arkasından sarkan varoluşçuluğuna odaklandım romanı inşa ederken.
Mimarlık tarihimizin Aptullah Kuran, Turgut Cansever gibi önemli isimleri kitaplarında Sinan’ın ve eserlerinin tam anlamıyla doğru anlaşılmadığını, eksik değerlendirildiğini dile getirir... Sizce neden?
- Sinan, ‘Evrenin Sedası’dır. Yaradanla kul arasındaki mesafeyi insanın boyu hizasına dek indiren kandil kasnağına benzer. Eserlerine, Batı katedrallerinde olduğu gibi insan ruhunu cehennemin ateşleriyle korkutan değil, yaradanın sonsuz sevgisini betimleyen sağaltıcı öğeler hâkimdir. Aptullah Kuran ise Sinan üzerine kurulan yalan yanlış temaları gerçeğin üzerinden kazıyarak onun ve eserinin doğru anlaşılmasına ışık tuttu. Örneğin yedi milyon kilometrekareye yakın imparatorluğun her yerinde eser vermesini metazifik öğelerle açıklamak isteyenlere karşı, genelde Sinan’ın Edirne’den İzmit’e uzanan bir coğrafyanın, özeldeyse bir İstanbul mimarı olduğunu bilimsel verilerle kanıtladı.
Aptullah Kuran’ın Mimar Sinan kitabındaki ek bölümlerde; saptanamayan 29, yok olan-günümüze ulaşamayan 172, yenilenirken asıl biçimini yitirmiş 49, günümüze harabe halinde gelmiş 23 Sinan yapısının listesini sunar. Toplam 407 Mimar Sinan eserinin 273 tanesini koruyamamış olmayı nasıl açıklamalıyız sizce?
- 5-6 yıl önce, bahsettiğiniz olguyu bir TV belgeseli yapmaya girişmiştim. Kuruluşun maddi darboğaza girmesiyle proje çöktü. Maalesef, iktidarların gecekonduculuğa göz yumucu talanıyla, müteahhidin kazmasından Sinan çok çekti. Batı’da tarihi çevreyi nadide bir Fabergé yumurtası gibi koruyorlar; biz- deyse hamasetin hükümdarlığı her daim egemen...
Büyükçekmece köprüsünün kitabesinde ‘amel-i Yusuf Bin Abdullah’ şeklinde imzası olsa da tezkerelerdeki kayıtlara göre belirlenmiştir birçok eseri. İmza kullanmadığını siz de belirtiyorsunuz. Bu da bize farklı bir Sinan portresi çiziyor aslında, ne dersiniz?
- ‘Yapılar Kitabı’nda sorunuzun yanıtını şöyle veriyor Sinan: “Bu öyküyü okuyan dostlardan dileğim, eksiklerini -olabildiği ölçüde- bağışlama eteğiyle örtüp, bu değersizi ‘Yapıt veren hedef olur’ meydanına hedef tahtası etmemeleridir...” Sinan için bütün çağlara egemen olmuş bir sultayı 500 yıl önceden okuyabilmiş bir bilge dersek, sanırım fazla abartmış olmayız.
Sai Mustafa Çelebi’nin kitabında olmayan bir Mihrimah Sultan aşkından söz ediyorsunuz. Platonik olarak açıklıyor romanda bunu Sinan. Mümkün mü böyle bir şey? Padişah’ın kızına olan aşkına dair bir hakikat var mı?
- Kesinlikle yok. 12 yıl önce yayımlanmış ‘Işıkla Yazılsın’ adlı yapıtımda kurgulandı ilk kez. Sonra büyüdü, genişledi, sanal bir gerçeklik kazandı. Elinizdeki kitaptan bir alıntıyla kurgunun şiirselliğini yansıtmama izin verin: “Başka bir zaman düzleminde yaşayacağız aşkımızı. Farklı bir âlemde, içinde sınıf ayrımlarının olmadığı, eşitlikçi bir dünyada. Belki birkaç yaşam geçecek aradan, belki de kıyamete kadar dokunamayacağız birbirimize, ama ne gam, biliyorum, inanıyorum, yüreğimi Araf’a karşı rehin koyuyorum ki, Allah’ın ilk sureti yaratılış kaynağıyla, ruhun onun içine üflenmesinden önceki hiçlikten bu yana insanın iki cinsi arasında daha güçlü bir aşk yaşanmadı. Dünya durdukça da yaşanmayacak. Bu benim ahdimdir. Sonsuzluğa erişmiş eş ruhum buna karşı çıkamayacağına göre, ahdim ikimizi de bağlar. Ya da bu fakir öyle sanar!..”

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!