Milliyetçi değil, Türkiyeci EMRAH YÜCEL

Güncelleme Tarihi:

Milliyetçi değil, Türkiyeci EMRAH YÜCEL
Oluşturulma Tarihi: Kasım 21, 2004 00:007dk okuma

Çocukluğundan beri kalem kağıtla baş başa kaldığı her an, ev ve araba planları çiziyordu. İyi bir mimar olmak için 50 yıl çalışmak gerektiğinden ve böyle bir sabrı olmadığından, bilerek isteyerek Hacettepe Üniversitesi Grafik Tasarımı Bölümü’ne girmişti.Biri edebiyat diğeri sinema alanında yaratıcılıklarını gösteren iki köy enstitüsü öğretmeninin oğluydu. Hem para kazanacak hem de sanat yapacaktı. Her şeyden önemlisi çabucak başarılı olacaktı. Bir çocukluk arkadaşının söylediği şu cümle kişiliği hakkında önemli bir ipucuydu: ‘Emrah saklambaç oynarken hiç gizlenmezdi hemen koşup sobelemeye çalışırdı.’ Emrah Yücel (36) sabırsız fakat azimliydi. En önemlisi hedefe kilitleniyordu. Köprüleri yakarak gittiği New York’ta üç yıl içinde kendini tanıttı, Hollywood’a taşındı, birçok büyük filmin afişine imza attı, iki kez film afişinde en önemli ödül olan Key Art’ı kazandı. Anne ve babası Dicle Köy Enstitüsü’nde öğretmenlik yaparken, 24 Mayıs 1968’de Diyarbakır’da doğar. Anne Sezer Yücel edebiyat, baba Hasan Yücel resim öğretmenidir. İsmini annesinin hayran olduğu Erzurumlu halk ozanı Emrah’dan alır. Bu isim Diyarbakırlılar tarafından bilinmediği için daha kundaktayken bütün ilgiyi üzerinde toplar. Hatta babasının bir öğrencisi izin alarak yeni doğan kardeşine de Emrah ismini verir. Adaşı 10-12 yıl sonra tüm Türkiye’nin tanıyacağı yanık sesli, ağlak bakışlı Küçük Emrah’tır. Diyarbakır’da hayatının ilk altı ayını geçirir. Sonra Ankara’ya taşınırlar. Annesi radyo programı yazarı olur. Dönemin bütün arkası yarınlarında imzası vardır.Babası tam bir sinema sevdalısıdır. Annesi sayesinde çok kitap okuyarak, babası sayesinde çok film izleyerek büyür. İlkokula başlayacağı sırada bir yıllığına İngiltere’ye giderler. Hasan Yücel BBC’de yönetmenlik eğitimi alır. Türkiye’ye döndüğünde kısa filmler ve belgeseller hazırlayacaktır. SIKI SOLCU BABAEmrah Yücel birinci sınıfı Londra’da okur. Ankara’ya döndüğünde Namık Kemal İlkokulu’na ikinci sınıftan başlar. Başarılı bir öğrenci değildir: ‘Biz İngiltere’de birinci sınıfı şarkılar söyleyerek geçirirdik. Ben döndüğümde herkes harıl harıl matematik problemi çözüyordu.’ Anne ve babası evde sürekli siyaset konuşur. Baba Hasan Yücel oğlunun tabiriyle ağır bir solcudur. Her akşam evde uzun uzun fikir tartışmaları yapılır. Böyle bir ışıkta büyüdüğü için dinle arası hiç yoktur. Yıllar sonra Amerika’da ona önce ‘Müslüman mısın?’ diye sorulmasını epey yadırgayacaktır. Çalışmaya 16 yaşında başlar. Yaz tatillerinde marangoz, terzi, mefruşatçı çıraklığı yapar. İlerleyen yıllarda özellikle terziliğin çok faydasını görür. Bugün bile otursa rahatlıkla kendi pantolonunu dikebilir. Üç aylık yaz tatilinde bir ay çalışır, bir ay Kızılay’ın gençlik kampına gönderilir, bir ay da ailesiyle birlikte Güney sahillerinde çadır kurar. Kızılay kampı babasının fikridir. Oğlunun Türkiye’nin nasıl bir ülke olduğunu anlamasını ister. Bazen Adana’daki teyzesinin yanına gider. ‘Kaçkaççı nedir bilir misiniz? Adana’da Amerikan üssünde yaşayan askerlerin attığı eski eşyaları toplayıp satan insanlara kaçkaççı denir. Benim oralardan topladığım çok ciddi bir Vanity Fair dergisi koleksiyonum var. O dergilere saatlerce sayfa sayfa bakardım.’ 18’İNDE EVDEN AYRILDIAnkara Atatürk Lisesi’nde okurken kendisinden on yaş küçük kardeşi dünyaya gelir. Kardeşiyle aynı evde uzun süre yaşayamaz, 18 yaşında ayaklarının üzerinde durması için evden ihraç edilir, çareyi babaanne evine sığınmakta bulur. Hacettepe’de grafik tasarımı okurken bir arkadaşıyla ev kiralar. İyi bir grafik tasarımcısı olmanın peşindedir. En büyük destekçisi ise Bülent Erkmen’dir. Bölüm birincisi olarak bitirdiği için Bilkent Üniversitesi’nde ‘İhsan Doğramacı Başarı Ödülü’nü alır. Burslu olarak mastır yapar. Doktoraya başladığı yıl okuldan arkadaşı Murat Kaya ile Solaris adında bir reklam şirketi kurar. Şirketin ismi Stanislaw Lem’in romanından ve Tarkovski’nin filminden alınmadır. Solaris kısa sürede başarıya ulaşır. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı için Uğur Mumcu’nun 24 kitabının kapağını tekrar yapar. Solcu bir babanın çocuğu olarak bu iş başka bir keyiftir. İki sene üst üste Grafikerler Derneği tarafından yılın grafik tasarımcısı seçilir. Ama yetmez. Ankara’da avaz avaz bağırmasına rağmen dünyaya sesini duyuramadığı için çok rahatsızdır.İLK İŞ SİTESİNİ YAPTI1994 yılını 95’e bağlayan gece yanındaki arkadaşları yeni yılda kilo vermeye, sigara bırakmaya falan karar verirken o, Türkiye’den ayrılmaya karar verir. 1 Mart günü Solaris’in haklarını ortağına devreder, bütün gemileri yakarak Amerika’ya gider. 6 Mart 1995’te iki bavuluyla New York’a varır. Bundan sonrası tipik bir göçmen hikayesidir. İnternet’in ilk yıllarıdır. Bu işin çığırından çıkacağını hissettiği için www.emrahyucel.com’un hazırlıklarına başlar. Sonra ‘hayatımda yaptığım en akıllıca şey’ dediği işi yapar, sitesini yahoo, altavista gibi arama motorlarına kaydettirir. Arama sitelerine girip de grafik tasarımcı, New York, tasarımcı yazan herkesin karşısına emrahyucel.com çıkar. O yıllarda sanal alem çok kalabalık değildir. İnternette sitesi olan tasarımcı sayısı sadece üçtür. New York’ta ayakta kalmak zordur. Bazı geceler parkta paltosunun üzerinde yatar, bazı günler tek öğün yemekle idare eder. İki ay sonra internet sitesine ilk müşterinin maili düşer. Bir Japon firması Amerikan pazarına açılacaktır. New York’lu bir tasarımcı ile çalışmak isterler. Türk olduğunu söylemez. ‘Tam yerine geldiniz. Ben New York’lu bir tasarımcıyım’ der. New York bir ABD kenti değil, şansını deneyen insanların başkentidir. Japon firmasının ayağı uğurlu gelir. 1,5 yıl sonra paçayı doğrultur. Para kazanmaya başlar ve işleri sağda solda konuşulur. Avon Kozmetik’le çalışır, hip hop grupları için CD kapağı tasarlar, Broadway şovlarına afiş yapar. New York’taki üçüncü yılında bütün çalışmalarını headhunter’lara (yüksek nitelikli elemanlar için aracılık yapan şirketlere) gönderir, onlara ‘beni pazarlayın’ der. Kısa süre sonra beklenen teklif gelir. Aracı şirketin patronu Rita Sue arar ve ‘Hollywood’la ilgilenir misin?’ diye sorar. California’dan hiç hazzetmemesine rağmen ilgilendiğini söyler. Çünkü iş teklif eden şirket ABD’nin en büyük reklam ajanslarından 35 yıllık Seiniger Ajans’tır. BÜYÜK BULUŞMABüyük buluşma Four Seasons Oteli’nin restoranında gerçekleşir. Ajans başkanı Tony Seiniger eline bir senaryo tutuşturur ve bir hafta içinde beş ayrı afiş taslağı hazırlamasını ister. Filmin adı Chill Factor’dür. Başrollerinde Cuba Gooding Jr.’la Skeet Ulrich oynamaktadır. Four Seasons’dan koşar adımlarla çıkar. İlk kitapçıdan Cuba Gooding Jr. ve Skeet Ulrich’in fotoğraflarının olduğu bütün kitapları satın alır. Bir haftada tam ölçülerde beş gerçek afiş hazırlar. Buluşma yerine 15 dakika önce giderek afişleri duvara asar. Tonny Seiniger kapıdan girip afişlerin olduğu duvara doğru yürür. Her birine uzun uzun bakar, sonra masaya gelir ve dahi çocuğu kafasından öper. Bu Amerikalı bir işadamı için inanılmaz bir tepkidir. Bir an içinden ‘Acaba bu adam gay mi?’ diye geçer. Ama öyle değildir. Seiniger ‘Los Angeles’a gel ve istediğin paraya başla’ der.Bir hafta sonra ‘Asla yaşamam’ dediği Los Angeles’tadır. Üç buçuk yıl boyunca Seiniger Ajans’ta yaratıcı yönetmen olarak çalışır. Ama şirketin Stephan Lapp adında bir yaratıcı direktörü daha vardır. Lapp’la gece ile gündüz kadar farklıdırlar. Biri risk alan bir Avrupalı diğeri daima ticari düşünen bir Amerikalıdır. Seiniger iki tasarımcıyı birbiriyle yarıştırarak maksimum verimliliğe ulaşır. Enemy at the Gates (Kapıdaki Düşman), Vertical Limit (Dikey limit), What Women Want (Kadınlar Ne İster) gibi filmlerin afişlerini yapar. Mel Gibson, Tom Hanks, Kirk Douglas ve Helen Hunt gibi ünlülerin kişisel web sitelerini tasarlar. Günde 12 saat çalışır, tatil yapmaz, ruhunu teslim eder. Üç buçuk yıl içinde maaşını üçe katlar. GÖRÜR GÖRMEZ AŞKBir huyu asla değişmez: Daima daha fazlasını isteyen bir bünyeye sahiptir. Stephan Lapp’ı da ayartır, birlikte Tony Seiniger’ın karşısına dikilirler. ‘Ya bize kárdan hisse ver, ya da ayrılırız’ derler. Seiniger muhteşem ikiliye kapıyı gösterir. İki zıt karakter Iconisus L&Y Ajans’ı kurarlar. İlk yıllar çok zor geçer. Ama özel hayatı hareketlenmiştir. Los Angeles’ta bir bankada insan kaynakları uzmanı olan Simla Uzun ile tanışır. ‘Görür görmez aşık olmanın ne demek olduğunu o gün anladım. Aynı gece el ele tutuştuk. İkimizin de Amerikalı sevgilileri vardı. Birbirimize on gün süre verdik. On gün sonra birlikte olmaya başladık.’Yeni ilişki uğurlu gelir. Holywood Film Festivali için yaptığı afişle grafik tasarım sektörünün en büyük ödülü Key-Art’ı alır. Bir sonraki yıl aynı ödülü Frida filminin afişiyle bir kez daha kazanır. Frida için yaptığı kampanya ‘Yılın En İyi Uluslararası Kampanyası’ seçilir. Ödüllerle birlikte memleketinde de tanınır. Asmalı Konak, Vizontele, Vizontele Tuuba, Neredesin Firuze, G.O.R.A. gibi filmlerin afişlerini tasarlar. Türkiye’den para kazanmayı hedeflemez. Çünkü buradaki fiyatlar Amerika’dakilerle kıyaslanamaz. Türk sinemasına katkısı olsun ister. Hatta Vizontele Tuuba ve G.O.R.A.’nın uluslararası dağıtım haklarını satın alır. Milliyetçi değildir. Atilla İlhan’ın dediği gibi yalnızca Türkiyecidir. �
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!