Oluşturulma Tarihi: Ağustos 27, 2005 00:00
Nesi var bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum. Artık düşünebilecek halim de kalmadı.45 dakikadır ara vermeksizin kucağımda ağlıyor yavrum.Sevgilim, ‘Biraz bana ver, sen yoruldun’ diyor. İşe yaramıyor, babasının kollarında da ağlamaya devam ediyor.*Anne-baba-çocuk tatilinin ilk günü.Tabii buna tatil derseniz, diyebilirseniz.İçimiz dışımıza çıkmış bir halde.Yüksek tavanlı otel odamızda perişan vaziyetteyiz.Villa d’Este...Dünyanın en romantik, en klasik otellerinden biri.Como Gölü’nün eşiğinde.Çırağan ile Boğaz ilişkisi gibi.Ama onların Boğaz’ı mahvedilmemiş...George Clooney adındaki o olağanüstü sempatik ve yakışıklı adam Como Gölü’ndeki muhteşem villasının yanındaki iskeleyi kendi özel plajı gibi kullanmaya kalkınca, kıyamet kopmuş, bizimki bütün Como sakinlerine mektup yazıp, ‘Beni yanlış anladınız, böyle bir niyetim yoktu’ demiş. Tabii onların Boğazı mahvedilmemiş kalabilir...Villa d’Este’nin 500 yıllık bir tarihi var, aslında İngiliz Kraliçesi’nin eviymiş, 1873’te otel haline getirilmiş. Alfred Hitchcock’un dünyadaki en favori mekanıymış, bütün yaz tatillerini burada geçirirmiş. Mark Twain, Greta Garbo, Betty Davis, Clark Gable, Gary Cooper gibi bir sürü insan kalmış, Mel Gibson’dan Sharon Stone’a, Sting’den Madonna’ya kadar. Donna Karan ve Ralph Lauren’in 2. evi bile sayılabilirmiş.Ama bahse girerim, hiçbiri 7 aylık bebeğiyle gelmemiştir.Kimse, bizim kadar sivri zekalı olamaz...Şansa bakar mısınız, tam da geleneksel yaz ortası partisinin olduğu akşama denk gelmişiz.Herkes beyaz uçuşan elbiseler giymiş, bazıları
yemek yiyor, bazıları canlı orkestra eşliğinde dans ediyor, havai fişekler ortalığı şenlendirmeye hazırlanıyor.Dışarıda her şey bir
rüya gibi...Yaşasın, daha ilk gecemizden çılgınlar gibi eğleneceğiz derken...İçeride kabus....Alya, çılgınlar gibi ağlıyor.*Kızımız niye ağlıyor hiçbir fikrimiz yok.Karnı tok.Hasta değil.Ateşi yok.Gazı yok.Altı temiz.Bildiğim kadarıyla mutsuz da değil.Acaba nerede hata yapıyorum?Annelik demek, sürekli bir suçluluk duygusuyla yaşamak demek.Ağlıyor mu?Ağlıyorsa, senin hatan.Uyumuyorsa, senin hatan.İshal olduysa, senin hatan.Kabız olduysa, senin hatan.Yemiyorsa, senin hatan.Fazla yiyorsa da senin hatan.Çaren yok, sen doğuştan hatalısın.‘Aşkım kızım, güzel kızım, telefon kordonu gibi kıvırcık saçlı kızım, neyin var, söyle... Niye ağlıyorsun?’Sadece kendi çocuğum için söylemiyorum, kendini korumaktan, kendi ifade etmekten aciz herhangi bir bebeğin ağlaması insana koyuyor. O küçücük yüzde, koca koca gözyaşı damlaları yanaklardan aşağı doğru yuvarlanıyor ya....Kahroluyor insan.Aynı anda iki duygu birden yaşıyorsun.İçin acıyor, ağlamaması için elinden geleni yapıyorsun. Ama aynı anda bu ağlama uzun zamana yayılırsa, elinde olmadan sinirleniyorsun. Bir çözüm getiremediğin için önce kendine kızıyorsun, susmadığı için de ona kızıyorsun. Hem acımakla karışık üzüntü, hem de kendine ve bebeğine öfke bir arada...‘Şimdi sakinleşecek benim kızım... Annesine sarılacak, susacak, uyuyacak...’Oysa Alya, gözlerimin taa içine bakıyor.Bana yardım et der gibi.Boynuma taş bağlayıp Como Gölü’ne atlamak istiyorum.Olmaz! O zaman Alya ne olacak?Artık benim ölme hakkım bile yok!‘Gel seni bir daha sallayalım bakalım, bu defa işe yarayacak mı?’Kolumda sallıyorum, ayağımda sallıyorum.Pış pış yapıyorum.Hoppala, hoppala yapıyorum.Sevgilimle çarşafın içine yatırıp sallıyorum.Türkçe, İngilizce hatta Almanca bildiğim ne kadar çocuk şarkısı, ninni varsa söylüyorum.Onlar bitince, ‘Dağ başını duman almış’ gibi marşlara geçiyorum.Bana mısın demiyor.Acaba karanlıktan mı ürküyor?Ne tuhaf, çocuklar büyüdükçe korkuları da büyüyor.Milano’dan Como’ya gelinceye kadar bir sürü tünelden geçtik, arabanın ışığını yakmak zorunda kaldık çünkü tünellerden korktu.Odanın ışıklarını yakıyorum.Ih-ıh.İşe yaramıyor.Yoksa susadı mı?Ih-ıh.Acaba doymadı mı, yeniden emzirmek mi gerekiyor, yoksa mememde süt mü kalmadı? Sevgilim acıklı duruma müdahale ediyor: ‘Durun, ben size mama hazırlayayım.’ Alya’nın kocaman bavulunu açıyor (Mavi Yolculuk’ta azarı yediğim için benim çantam küçük, onunkine laf edilemiyor!) içindeki cattle’ı çıkarıyor (Bebeğin varsa cattle’sız asla! Çünkü her an kaynamış suya ihtiyacın oluyor) mini bardan bir şişe su kapıyor, su kaynatıyor, mamayı hazırlıyor, biberonu yanağına dayıyor, sıcaklığına bakıyor, ‘Tamamdır’ diyor, bana uzatıyor. Hazır sütü içirmeye uğraşıyorum, eliyle itiyor.Üfffff, bu da çare değil!Artık sinirlerim boşanıyor.Ben de ağlamaya başlıyorum.Sevgilim ikimize de sarılıyor, ‘Şşşşştttt’ yapıyor.Hem kızını hem de sevgilisini sakinleştirmeye çalışıyor.*Ben her şeye müstahakım!Hepsi benim hatam!Sen 7 aylık bir bebekle, hangi cesaretle böyle bir seyahate çıkarsın? Hangi akla hizmet sevgilini zorlarsın? Yok İtalya’ymış, yok Güney Fransa’ymış... Arabayla yol yapacakmışız... Her otelde ikişer gün kalacakmışız... Dadımızı yanımıza almayacakmışız... Böyle bir macera yaşayacakmışız... Ailemiz için muhteşem bir tecrübe olacakmış...Al sana tecrübe...Tepe tepe kullan!Alya artık iki-üç aylık bebek değil.Olsa dükkan senin... Saksı gibi nereye gidiyorsan oraya yanında taşı...Alya öyle mi?Büyüdü.Tavır alıyor, tepkilerini belli ediyor.Farklı mekanları yadırgıyor, alıştığı ortamı istiyor.İnsanlar boşuna mı tatil deyince, yanlarına bakıcılarını da alıp tatil köylerine kamp kuruyor...Al sana macera...Bu kadar zor olacağını bilseydim, kalkışır mıydım hiç...Bir an bile yerinde durmuyor ki. Durduğu zaman bile sanki bir ‘hoppala’daymış gibi yerinde zıplıyor. Bir de emeklemeye başlayacak, artık ondan sonra tutabilene aşk olsun. Oturmak istiyor, dikilmek istiyor, ama dengesini sağlayamıyor devriliyor. Ama olsun istiyor. Yataktan atlamaya bile yelteniyor. En son keyfi dönerek yuvarlanmak. Arabadaki koltuğunda öyle uslu kızlar gibi oturmuyor, nasıl yaramaz, gözleri fel fecir okuyor...Ve en önemlisi artık insanları ve mekanları ayırt edebiliyor....*Sevgilim onu kucağında hoplatıyor...Daha sonra tatilin parolası haline gelecek bir tekerleme uyduruyor:Milano-ComoPortofino- San RemoBambino - Ti amoBütün İtalyancası bu kadar!Gözleri ağlamaktan çakmak çakmak olmuş Alya da, sanki anlıyormuş gibi gülmez mi?Güler.Gülmek için ağzını açtığında... O da ne?Parlayan yeni bir şey var...Evet, sayıyorum...3 olmuş!Üçüncü pirinç tanesi de kızımın üst damağındaki yerini almış.Biz neden bu kadar çok ağlıyor diye merak ederken, meğer kızımız diş çıkarıyormuş...Y A R I N: Baba, Alya ve benimle toplantı yapıyor
button