Güncelleme Tarihi:
Eserde, güneş tanrısı Apollon ile oyun ve şarap tanrısı Pan yarışa tutuşur, müzik alanında kim daha usta, kim daha güçlü, diye. Frigya Kralı Midas da yargıçtır. Midas, Apollon’un müziğini duymasına rağmen, egosuna yenik düşerek daha güçlü olan Apollon’un yarışmayı kaybettiğine hükmeder. Öfkelenen Apollon da Kral Midas’ın kulaklarını eşek kulaklarına çevirir. Bu mitolojik öyküden kaynaklanan oyun, bir anlamda sanat için sanat veya toplum için sanat tartışmalarını hatırlatan bir ivmeyle başlar ve Midas’ın gizinin açığa vurulup vurulmaması ikileminde yol alır. Artık bir Türk klasiği sayılan Midas’ın Kulakları operasını bu kez, daha çok tiyatrodan tanıdığımız yönetmen Yücel Erten, İstanbul Devlet Opera ve Balesi himayesinde sahneye koyuyor. İşlerinin yoğunluğundan 90’ların başından beri operadan uzak kalan Erten’le aradaki zamanı ve Midas’ı konuştuk.
90’ların başından beri sahneye opera eseri koymuyorsunuz. Nasıl çıktı bunca zaman sonra operaya geri dönme fikri?
- Evet, opera çalışmalarım daha çok 90’lı yıllarda oldu. Son olarak 2004’te İzmir’de yine bir Türk operasını, Turgut Özakman’ın yazıp Muammer Sun’un bestelediği ‘Delioğlan’ı sahnelemiştim. Demek epeyce ara vermişim. Değerli dostum Rengim Gökmen’den zaman zaman bu konuda davet aldım ama ya tiyatro ya da dizi çalışmaları izin vermemişti. Bu da her seferinde olduğu gibi opera yönetiminin daveti üzerine gerçekleşti.
Midas’ın Kulakları, özellikle sahnelemeyi istediğiniz bir eser miydi?
- Öneri operadan geldi. Ama Türk operasının bu değerli yapıtını sahneleme fikri hemen beni de sardı doğrusu.
Usta ve deneyimli bir tiyatro sanatçısı olarak nedir ‘Midas’ın Kulakları’ eseri ve efsanesinin sizdeki yeri?
- Güngör Dilmen’in bende yazar olarak yeri özeldir. Düşünün ki en çok sahnelediğim Türk yazarı o. Dört oyununu beş kez sahneledim. Hem zaten Midas’ın Kulakları artık tartışmasız bir Türk klasiği. Bu yapıtı Almanca’ya da çevirdim, Wuppertal’de oynandı da. Ferit Tüzün gibi büyük bir besteciyle buluşmaları, fevkalade lezzetli bir sonuç getirmiş. Tüzün’ün operasını yakından tanıyınca, dişim kaşınmaya başladı. Artık bir zaman bulup librettonun da Almancasını düzenlemeyi düşünmeye başladım.
Eser, ilk kez 60’ların sonunda sahnelendikten sonra çok fazla sahneye konmadı. İzlemiş miydiniz 60’lardaki sahnelenişini? Faydalandığınız, değiştirdiğiniz bölümler oldu mu?
- Yanılmıyorsam ‘Midas’ın Kulakları’, Ankara ve İstanbul Operaları’nda birkaç kez sahnelendi. Ama ben ne yazık ki hiçbirini izleyememiştim. Benim İstanbul’daki sahneleyişimde bazı budamalar olacak ama, bunlar yapıtın tınısını değiştirmeyecek küçük ve saygılı dokunuşlar. Sadece bir yaşlı adam rolü vardır, müzik üzerine konuşarak saz kıyımını anlatır. Onu kaldırdım. Müziği koruyarak dansla anlatmayı tercih ettim.
Eserin kadrosunda Volkan Severcan gibi tiyatrocu isimler de görüyoruz. Sahnede operadan daha çok bir müzikal havası mı olacak acaba?
- Kadro seçimini yönetime bıraktım. Sadece Berber rolü için bir tiyatrocunun klavuzluk anlamında yararlı olacağını söyledim. Çünkü Berber rolü genelde sözlüdür, zaman zaman tiyatrocular tarafından oynanmıştır. Bir tek ariettası vardır. Zaman darlığında tiyatrocunun varlığı yararlıdır, diğerlerine klavuzluk eder, yükümü hafifletir diye düşünmüştüm. Yoksa müzikal havası estirmek gibi düşüncem yoktu. Yapıtın özgün müzikalitesi sağlam ve ışıltılı bir şekilde orada. Onu sade ve duru biçimde yansıtmak yeterli. Gel gör ki Volkan Severcan başka programları yüzünden çalışmalara katılamadı. Aslında müzikal çalışmasını da yapmıştı ama, ne yazık ki takvimimiz örtüşmedi. Sanırım Volkan’ın yapımda sempatik bir oyuncu olarak yerini alması da bir başka bahara kaldı. Onun yerine Bülent Atak ve Süher Yıldız sahnede olacak.
Sizce Midas’ın Kulakları, günümüz dünyasına göndermeler yapıyor mu?
- Özgül ağırlığı yüksek bütün yapıtlar, günümüz dünyasına gönderme yapar. Çağrışımlar yoluyla zihnimizi değişmeyen sorular ve sorunlar etrafında halkalandırır. Midas’ın Kulakları da yüksek sanat, popüler sanat, yarış, güç gösterisi, ego, yazgı, giz, gerçeğin saklanamaz oluşu, efsane ve efsanenin yıkılışı gibi bir çok kavram üzerinden yürüyen incelikli bir halkalanma var.
BESTELENDİĞİ DİLDE DİNLEMEK DAHA DOĞRU
Türk dilinin operaya çok uygun olmadığı söylenir hep. Siz ne düşünüyorsunuz?
- Ana sorun her uygulamada prozodi sorunu gibi görünüyor. Diğer bir deyişle söz ve müziğin eksiksiz, akışkan uyumu. Bunu aşmak için çeşitli yöntemler denenebilir. Örneğin Ankara’daki ‘Don Giovanni’de müzikal bölümleri orijinal dilinde, sözlü sahneleri Türkçe yapmayı denemiştik. Librettoya bir iki dokunuşla hem olay örgüsünün iyi anlaşılması, hem de müziği örselemeden bestelendiği dilde dinleme olanağı sağlanmıştı. İzmir’deki ‘Sihirli Flüt’te de librettonun Türkçe çevirisi üzerinde uzun uzadıya çalışmış, daha anlaşılabilir olması için gayret göstermiştik. Daha olmadı, akan yazı yöntemi var. Burada da örneğin, müzikal bölümlerde akan yazıya başvuruyoruz. Sonuç olarak diyebilirim ki, müziği bestelendiği dilde dinlemek lezzet bakımından daha önde. Seyirciyi dışlamaması, anlaşılır olması için de çareler aranır. Türk besteciler için de sorunun aslı, libretto yazarı ile bestecinin yılmaz-yorulmaz biçimde ortak çalışmasında yatar.
DURULUK ÖNEMLİ
Güngör Dilmen bir yerde şöyle der: “Hep sade, yalın bir sahne düşünürüm. Göze çarpmama düzeyinde işlevsellik en etkili sahne tasarımıdır. Seyircinin dikkatini oyunun teması dışına çekmeyen, gereksiz çağrışımlarla algılamayı bulandırmayan bir sahne tasarımı.”
Haklıdır. Yalınlık, yerine göre sanatta etkili bir tercihtir. Hele hele İDOB’un mahkum edildiği mendil kadar bir sahne olan Süreyya’da bu soru daha da büyük önem taşır. Gereksiz her şey, anlamsız bir kurukalabalığa, yığıntıya ve kitsch’e doğru yol alır. Sahne ve giysi tasarımında Zeki Sarayoğlu ve Çimen Somuncuoğlu ile çalışmamızı bunu gözeterek yürüttük. Yapıtta büyük önem taşıyan danslar da, usta koreograf Selçuk Borak’ın elinde bence hak ettiği değere kavuştu. Çok ileri gitmeden belki çalışmanın bütünü için şu sözü kullanabilirim: Etkiyi durulukta arayan bir anlatım. Yine de yargı izleyicinindir tabii.