Ezgi BAŞARAN
Oluşturulma Tarihi: Şubat 13, 2005 01:06
Mersin’in varlıklı semtlerinden Pozcu’da, denize karşı bir apartman dairesinin kapısını çaldım. ‘Ay çok meraklandım’ dedi, kapıyı açan İpek Ongun, ‘Söylediğinizden yarım saat geç kaldınız.’ Uzun zamandır görmediği yeğeni ya da en sevdiği komşu kızı gibi karşıladı.
Röportaj öncesi araştırma ve kitaplarını okuduktan sonra böyle anaç bir karşılama şaşırtmadı. Küçük biblolar ve okur mektuplarıyla süslü salonda ağırladı bizi. 63 yaşındaki İpek Ongun 25 senedir genç kızlara yönelik romanlar yazıyor. Taşralı kızlar oturup kalkmasını, anne babayla mücadele etmesini, kısaca hayatı ondan öğreniyor. Ongun’un yıllardır mektuplaştığı, ortaokuldan alıp üniversiteye ‘yetiştirdiği’ okurları var. İki çocuk ve iki torun sahibi Ongun’un romanları 25 yılda toplam bir milyon sattı. ‘İpek Abla’yla kitapları, okurları ve hayatı konuştuk.
Nasıl bir aileden geliyorsunuz, hangi konuda eğitim aldınız?
- Orta sınıf bir aileydik. Ailede hakim, diplomat ve memurlar vardı. Annem, Tarabya’da yaşayan eski bir edebiyat öğretmeni. Ben 5 yaşındayken babamdan ayrılmış. Başka biriyle evlendi, eşi iki sene sonra vefat etti. Ben 10 yaşındayken üçüncü evliliğini yaptı. Eşi bana babalık yapan kişidir. Çok otoriterdi. Robert Lisesi’ni bitirdiğimde üniversiteye gitmeyi çok istedim, izin vermedi. Lisenin yeterli olduğunu düşündü. Büyük kızımın üniversite mezuniyetinde ‘Çok şükür bugünleri de gördüm’ deyince isyan ettim. Beni neden engellediğini sordum. Devir değişti, dedi. Tek çocuktum, annemle aramızda çok güçlü, güzel bir sevgi vardı. Onun her zaman orada olduğunu bilirdim.
Tarabyalı bir ailenin kızı olarak 30 yıldır Mersin’de yaşıyorsunuz. Nasıl geldiniz buraya?
-1966’da, 23 yaşında Burla Biraderler’de patron Cihat Eren’in sekreteri olarak çalışmaya başladım. Kaliforniya Üniversitesi’nde biyoloji araştırması yapan Alp askerlik için İstanbul’a dönmüştü. Ortak arkadaşımız kanalıyla tanıştık, evlendik. Beraber Kaliforniya’ya gittik. Doktorasını bitirince Hacettepe Üniversitesi’nden davet aldı. Ankara’ya geldik. İki yıl uğraştı, böyle bilim olmaz, dedi. Mersin’de babasının narenciye bahçeleri vardı. Toprakla uğraşmayı sevdiği için Mersin’e geldik. Yazları İstanbul’daki evimizde geçiririz.
Eşiniz için epeyce fedakarlık yapmışsınız, oradan oraya...
- Öyle düşünmedim hiç. Mersin’i geldiğim ilk andan itibaren sevdim, burada ne yapabileceğimi düşünmeye başladım. Kış aylarında kitap çevirmeye başladım. Bir gün Altın Kitaplar’dan Nilgün Hanım, sen de bir kitap yazsana, dedi. Önce olmaz öyle şey, dedim. Sonra İstanbullu ve Mersinli iki kızın mektuplaşmasını anlatan Mektup Arkadaşları’nı yazdım.
Biri 33, diğeri 38 yaşında iki kızınız var. İlk genç kız romanınız Yaş 17’de onlarla ilişkilerinizden izler var mı?
-A tabii. Büyük kızım o sırada 16 yaşındaydı. Yazdıklarımı hemen okutur, onları denek olarak kullanırdım. Bir solukta okuyorlarsa tamamdır. Yerinde kıpırdanıyor, etrafa bakınıyorsa olmaz. Yeniden yazıyordum. Yurtdışında gençlere nasıl doktora gidileceğini anlatan kitaplar bile yayımlanıyor. Ders verir gibi öğretemeyeceğimiz şeyleri romanlarıma serpiştirdim.
Peki genç erkekler, onların öğrenmesi gereken şeyler yok mu?
- Kızlarımın arkadaşları da eve girip çıkardı. Hepsini gözlemleme imkanım oldu. Oğlanların iç dünyasını hiç bilmiyorum.
Gençlik jargonunu ne kadar takip edebiliyorsunuz?
- Serra karakteriyle üç kitap yazdım, üç kuşağı anlattım. Çevremde kızlarım vardı, konuşmalarını takip ederek yazdım. Mesela kitapta ‘gaza geldim’ der Serra. Hálá gençlerle buluşup,
yemek yiyorum, liselere sohbete gidiyorum, genç okurlarıma kabul günleri düzenliyorum. Bir ara baş karakter Serra Ankara’da yaşamaya başladı. Bir arkadaşımın kızıyla Bilkent’e gittim. Kayıt işlemlerini izledim. Popüler birkaç kafe ve disko vardı, hepsine gittim. Kafam kazan gibi oldu ama gittim yani.
Gençlere bir şey beğendirmek zordur. Niye tuttu sizin kitaplarınız bu kadar?
- Yaş 17’nin hiç reklamı yapılmamıştı, gençler arasında kulaktan kulağa yayıldı. Ben de şaştım. Ortalama ve evrensel bir genç kızı yazdığım için herhalde tuttu. Onlara işe yarayabilecek, hayata geçirebilecekleri bilgiler veriyorum.
Sizin bir de genç kızlara yönelik adab-ı muaşeret seriniz var üç kitaplık değil mi?
- Evet, bu kitaplar çok okundu. Önemli bir okulu kazanıp büyük kente gelen birçok çocuğa rehber oldu bu kitaplar. Tiyatroda, konserde, restoranda ne yapacağını, önüne gelen çatal bıçakları ne yapağını ailesinden öğrenemeyenlere yol gösterdi. Mesela partiye gidecek genç kız için giyecek seçimi bir ıstıraptır. Sağındaki kız kot pantolon giymiş, o fışır fışır belden büzgülü uzun etekli. Ne kadar kötü bir durum...
KAHRAMANIM SERRA
Çok güzel değil ama zeki. Orta sınıf aileden, uçuk ve kaçık değil. Sessiz çoğunluğun bir örneği. Büyüdüğünde turizmci olmak istiyordu, aynı benim küçük kızım gibi. Anadolu Lisesi’nden mezun oldu ve Bilkent’te okumaya başladı. Gidip Bilkent’i incelediğim için Serra’nın okulunun o olması şarttı.
Lezbiyen kahraman yazamam, çünkü tanımıyorum
En çok hangi illerde okunuyorsunuz?
- Anadolu’dan çok mektup geliyor. Özellikle Diyarbakır ve Urfa’dan. Köylerden de çok geliyor. Ben de taşrada oturuyorum. Onları gözlemleyebiliyorum. İstanbul’da otursam Tarabya - Etiler hattından başka ne bileceğim?
Mektuplar hep sorunlardan mı bahsediyor?
-Genelde öyle. Mesela en son Ankara’nın zengin bir muhitinde oturan bir kız yazmış. Babası çok önemli bir pozisyonda ama onu ve annesini dövüyor. Okula gittiğinde gözümü kapıya vurdum, ayağımı taktım merdivenden düştüm, diye yalan uydurmaktan bıkmış. Ben de derslerine odaklanmasını ve üniversiteyi mutlaka Ankara dışında bir yerde okuyup, kendini kurtarmasını önerdim. Taşrada da izin sorunu var. Arkadaşının evine ya da sinemaya gitmek istiyor, izin alamıyor. Ümitsiz olmayan vakalara küçük taktikler veriyorum.
Hiç intihara meyilli kız sizden yardım istedi mi?
- Mersin’den bir anne aradı. Kızım kötü durumda, buluşabilir miyiz, dedi. Bir gün tesadüfen aynı kitapçıda karşılaşmış gibi yaptık, kızıyla tanıştım. Sohbet ettim, kitaplarımı verdim. Okuduktan sonra mood’u değişti çocuğun. Bir psikolog mektubunda intihara meyilli hastalarına kitaplarımı tavsiye ettiğini yazıyordu. Acar Baltaş da kitaplarımı öğrencilerine veriyormuş.
Şimdi günümüzde Ecstasy kullanan, blumia olan, satanistlerin eline düşen, kıyafeti yüzünden değil de dini ya da ırkı yüzünden dışlanan, lezbiyen olup da bunu kimseye söyleyemeyen, töre cinayetine kurban giden ya da mesela ailesini geçindirmek zorunda kalan genç kızlar var. Bunlar kitaplarınızın baş karakteri olabilir mi bir gün?
- Olamaz, çünkü onları tanımıyorum. Yazarsam çok eğreti olur. Hayal edip yazmayı beceremiyorum. Bazen bana yazdığım kızların sorunlarını lüks görüp kızanlar da oluyor. ‘Hep varlıklı kesime yazıyorsunuz. Benim sabun alacak param yok’ diyorlar. Ama ne yapabilirim, onlara söyleyecek hiçbir şey bulamıyorum. Haklılar. Ama bir gecekonduda oturan kız neler yaşıyor, bir lezbiyenin sorunları nedir hiç bilemiyorum, onlarla özdeşleşemiyorum.
Yazdıklarınızı edebi açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Edebiyat şaheseri olduğunu iddia etmiyorum. Ama akıcı yazdığıma inanıyorum.