Güncelleme Tarihi:
ENİS BERBEROĞLU
Bu dosyaya bir ‘spor makalesi’ demek yanlış olur. Çünkü içinde macera, para, polisler var. Ahmet Hakan’ın dediği gibi seksi bir konu aslında. Hep kafamda “Seçimden önce bu şike konusu açılsaydı seçimi konuşabilir miydik?” diye düşünüyorum. Çünkü seçimden sonra önemli gündem maddeleri ortaya çıktı. Muhalefetin Meclis’e girmemesi, terörün artması... Ama hangi masaya oturduysam konuşulan tek konu şike ve Fenerbahçe’nin küme düşüp düşmeyeceğiydi.
SEDAT ERGİN
Eğer bu soruşturma seçimden önce açıklansaydı seçim kampanyası bu soruşturmanın gölgesinde kalırdı, en azından etkilenirdi...Tabii ilginç olan durum, seçim kampanyası yürürken Başbakan Erdoğan bu soruşturmanın devam etmekte olduğunu, kulüp yöneticilerinin dinleme altında olduğunu biliyordu. Çünkü bu büyük ölçüde polis tarafından yürütülen bir soruşturma. Polislerin sicil amiri İçişleri Bakanı. Onun sicil amiri de Başbakan. O da seçimden sonra bu işin patlayacağını biliyordu.
AHMET HAKAN
Ben seçimden önce bu soruşturma yapılsa her şeyi allak bullak ederdi tezine katılmıyorum. Trabzon’da yerel seçimlerde Başbakan’a Fenerbahçe’yi desteklediği için tepki vardı. Ama seçimi kazandı. Çünkü futbol taraftarı çeşitli partilere bölünmüş durumda. Türkiye’de her alana dokunuluyor: Asker, yargı, bürokrasi... Futbolun bundan bağımsız kalması mümkün değildi. Biz, bu alana nasıl el atıldı ona bakacağız.
ERTUĞRUL ÖZKÖK
Aynı fikirdeyim. Hiçbir şeyi değiştirmezdi.
S. ERGİN: Bu soruşturmadan bağımsız olarak da söyleyebiliriz Türkiye’de futbol kültürünün defolu olduğu ‘açık bir sır’!
A. HAKAN: Fenerbahçe’ye denk geldi.
E. BERBEROĞLU: Hayır, Fenerbahçe’ye denk gelmedi. Denk gelen, futbolda şiddet yasasının çıkması. İnanılmaz bir sonuç ortaya çıkardı. Bu sonuçtan herkes korktu.
E. ÖZKÖK: Madem işi geyik muhabbetine döktük, ben de kahve köşesinden dalayım. Türkiye’nin neyi defosuz ki? MİT Müsteşarı’nın Türk siyasetçilerini PKK’ya şikâyet ederken neler söylediğini görmediniz mi? Yani futbol kulüplerine çok vahim bir şey yapıyorlarmış dersek, ülkenin geri kalanına kıyak geçmekten başka bir şey yapmamış oluruz.
AZİZ YILDIRIM’A KARŞI HİÇBİR HİSSİM YOKTU
E. BERBEROĞLU: Bu dosyada şikeyi ele alıyoruz. Ben özlediğim şeyi, yani muhabirlik yapıyorum.
S. ERGİN: Ben konuya önce futbol ve spor kültürü açısından yaklaşıyorum, daha sonra dava prosedürü, yargılama ve temyiz sürecini yani hukuki yönlerini analiz ediyorum.
A. HAKAN: Yani işin en sıkıcı kısmı...
E. ÖZKÖK: Bana göre de sıkıcı ama, Allah’ı var Sedat bunu harika yapıyor. Ahmet, sen ve ben biraz tembeliz. Kabul edelim ki Sedat dersine iyi çalışıyor. Ben havuzda yüzerken o araştırıyor, onun yazılarından hazır bilgileri alıyorum.
S. ERGİN: Benim için tam aksine en heyecan duyduğum konular bunlar. Bu dava çok uzun bir süreye yayılacak. Temyiz aşaması da var. 2010’lu yıllara yayılabilir.
E. BERBEROĞLU: Belki de iddianame açıklanmadan kanunlar değişecek.
A. HAKAN: Hükümet yetkilileri kanunu asla değiştirmeyiz diye açıklamalar yaptı. Buna rağmen değişeceğini mi düşünüyorsun?
E. BERBEROĞLU: Aynen öyle düşünüyorum. Hukukta ceza ve suç fiili arasında bir orantı olması lazım. Gözden kaçan birtakım şeyler var ama kanun bu operasyonun ortasında değişirse başka şekilde algılanacağı da ortada.
E. ÖZKÖK: Yahu, Fenerbahçelilere yarayacak diye haksızlığı ve ölçüsüzlüğü daha ilk maddesinden anlaşılan bu kanun değiştirilemeyecek mi? Şike yaptığı iddia edilen insanlara bir idam cezası vermedikleri kalmış.
A. HAKAN: Ben Aziz Yıldırım portresi yazdım. Hiç tanışmadık. Olumlu ve olumsuz özelliklere sahip karizmatik bir adam olduğuna inandım. Bu kadar popülerken susmayı başarması ve kendi istediği mecrada konuşması beni etkiledi.
BEŞİKTAŞ CHP’YE BENZİYOR
E. BERBEROĞLU: Kötü bir Beşiktaşlıyım. Takımın 11’ini sayamam. Beşiktaşlılığım, yıllarca o takımda basketbol oynamamla başladı. Muhabirlik standardını kullandığım için tarafsız kaldığıma inanıyorum.
S. ERGİN: Biz Beşiktaşlılar kendi takımımızla ilgili problemler çıkınca bunlarla yüzleşmekten çekinmeyiz. Beşiktaşlı olmamız Alaattin Çakıcı’nın kulüp üyeliğini eleştirmemizi engellemez.
A. HAKAN: Beşiktaş biraz CHP’ye benziyor. Onlar da kendi partilerini didikler ya. Fener ise AKP gibi. Ben Trabzonspor’u destekliyorum. Medyada sahipsiz kaldığını düşünüyorum.
E. BERBEROĞLU: Beşiktaş eşittir Baba Hakkı.
S. ERGİN: Hakkı Yeten, Beşiktaş’ı Beşiktaş yapan centilmenlik ve dürüstlük gibi değerleri temsil ediyor.
A. HAKAN: Burayı Beşiktaş’ın şanlı tarihinden altın yapraklara çevirmeyelim lütfen! Benim ismim, Dobi Hasan (Şengün)... (Gülüyor)
AYŞE ARMAN’IN PİLATES TAVSİYESİ
A. HAKAN: Tıpkı bombalı reklam filminde olduğu gibi bu çekimde de bana bir oyun oynandı. Üzerime Trabzonspor forması giymişken Sebati Karakurt marifetiyle kafama bir Galatasaray şapkası kondu.
E. BERBEROĞLU: Ahmet’e takılıyoruz çünkü en genç, en yakışıklı, en popüler, bekâr isim o (Gülüyor). Ayşe Arman da kıyafetimi eleştirmiş. Ben 56 yıllık ömrümde ne giydiğimi hiç ama hiç umursamadım.
A. HAKAN: Genel yayın yönetmenime katılıyorum. Ayşe bana da pilates yapmamı tavsiye etmiş. Pilates delikanlıyı bozar.
E. ÖZKÖK: Ahmet istersen bu konuyu kapatalım. Tanıdığımız pilates yapan VIP erkekler var. Ama bana kim olduklarını sorma. Bu sır benimle mezara kadar gidecek.
E. BERBEROĞLU: Kadınların ilgisini aramızda kadınla teması olan tek adam anlatsın...
A. HAKAN: Twitter’da yaklaşık 175 bin takipçim var. Onlar çok duyarlı. Yüzde 90’ından olumlu tepki aldım. Bu yüzde 90’ın da çoğunluğu kadınlardı.
E. BERBEROĞLU: Zarfla mazrufu karıştırıyorsun ama. Mazrufa bir şey diyecek olan yok.
S. ERGİN: Kadınlardan bana bir tepki gelmedi. Gelmesi için bir neden de göremiyorum.
E. ÖZKÖK: Sedat bununla övünüyormuş gibi bir halin var. Sana yakışmıyor yani.
E. BERBEROĞLU: Kadın olarak sadece eşimi tanırım. Onun tavrında da bir değişiklik olmadı.
E. ÖZKÖK: Normal bir insan günde sekiz yalan söylermiş. Enis ve Sedat bana göre bir haftalık yalan kontenjanı doldurdu. Şu söyledikleri yalanın bagajı istiap haddini aşmış durumda.
MAÇ İZLERKEN TEPKİ VAR MI?
E. BERBEROĞLU: Kendimden geçebiliyorum. Holigan olabiliyorum. Çok kızıyorum. Bir de hakemle oynamayı seviyorum.
A. HAKAN: Ben yalnız seyrederken sakinim. Etrafımda birileri varsa daha tepkisel oluyorum.
S. ERGİN: ‘Şerefsiz’ ve ‘ruhsuz’ diyorum.
E. ÖZKÖK: Bu kadar mı Sedatcığım? Yani tam monşer seyircisin! Bu kelimeler kesiyor mu?
EVDE EŞİMİN DEDİĞİ OLUYOR
A. HAKAN: Hayatımda bir kere Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın teşvikiyle Beşiktaş maçına gittim. Statta maçı izlemek zevkli değil. Tribünde o birlik duygusu var ama yukarıda bir locadan izleyince anlamı yok. Bu yüzden televizyoncuyum.
S. ERGİN: Artık maçlara gitmiyorum. En son geçen yıl Saracoğlu’nda Fener-Trabzon maçına gittim. Renkli bir ortam ama gittiğim duyulunca Beşiktaş camiasından laf geliyor. Eşim Fenerbahçeli olduğu için o gitmek istiyor.
E. ÖZKÖK: Yalan kontenjanını yine aşıyorsun. Kadıköy’de en az 10-15 fotoğrafın vardır. Orada maç seyrederken, Fenerbahçelilerin epey teknik takibine takılmışsındır.
E. BERBEROĞLU: Eşim sağlam Fenerbahçe fanatiği. Eşimin Fener kaşkoluyla Galatasaray tribününde oturmuşluğu vardır. Ama evde tartışma çıkmıyor. Oya’nın dediği olur.
E. ÖZKÖK: İnanamıyorum. Fener kaşkoluyla, Galatasaray tribününde. Bu bana ‘Die Hard 4’ filminin ilk sahnesini hatırlattı. Bruce Willis’i, çırılçıplak, önüne, üzerinde ‘Zencilerden nefret ediyorum’ yazan bir pankartla eski Harlem’in ortasına bırakıyorlar. Bana göre o badireden
sağ salim çıkabilmesi resmen mucize.
KİM KOLLARINI BEĞENMİYOR
Dört yüzün fotoğraf çekimleri Sebati Karakurt tarafından stüdyoda yapıldı. Dört isim, formalarını fonda Marcus Miller çalarken giydi. Öğle yemeği sonrasında yapılan çekimde dört ismin de ilk ricası göbeklere biraz photoshop... Çekim sırasında herkes kendi takımının forması içinde. Ertuğrul Özkök’te ise forma değil üzerinde Alex resmi olan bir tişört var. Tişörtün üstünde de kareli bir gömlek. Ahmet Hakan veryansın ediyor: “O gömlek mutlaka çıkmalı!” Özkök, “Kollarım ince. Gömleğimi çıkarmam” diye ısrar ediyor. Ahmet Hakan “Bütün bunları geceden mi düşündün” diye takılıyor. Aralarında en sessiz Sedat Ergin, en çabuk sıkılansa Enis Berberoğlu...
Doğu Yakası’nın hikâyesi
Ertuğrul ÖZKÖK
Bu yazıda okuyacaklarınız, ‘Kadıköy yakasının hikâyesi’dir. Yani İstanbul’un, aslında Batı’yı temsil eden Doğu yakasının... Türk spor tarihine şimdiden büyük bir bölüm olarak yazılan şike olayında, Fenerbahçe tarafını anlatacağım. Yazıyı yazan kişi, yani ben, çocukluğumdan beri Fenerbahçe taraftarıyım. O tarafın ruh halini yansıtmaya çalıştım. Hiç kuşkusuz, bunu taraflı yazılmış bir hikâye olarak algılayanlar olacaktır. Böyle düşünmekle haksız da olmayacaklar. Ama şike olayının hemen ertesinde, sızdırılan ve doğruluğu henüz saptanmamış bilgilerle öylesine ağır bir hava yaratıldı ki, birilerinin, sanık sandalyesine oturtulan tarafın hikâyesini de yazması gerekirdi. Bir gazeteci için riskli de olsa, ben bu işi yaptım. Yazıyı yazmadan önce sadece o tarafın insanlarıyla konuştum.
Daha çok dinledim. Bunları da açıkça yazıyorum çünkü; ‘Kadıköy yakasının hikâyesini’ okurken bunu da bilin istiyorum...
3 Temmuz sabahı saat 04.00’te, İstanbul Atatürk Havalimanı’nı şehre bağlayan yol sakindi. Şehre doğru hareket eden araçtaki erkek, yanındaki kadına döndü, “İnşallah hayırlısıyla gider ve gelir” dedi.
Direksiyonda Fenerbahçe’yi bu yıl şampiyon yapan teknik direktör Aykut Kocaman oturuyordu. Yanındaysa eşi vardı. Yurtdışına giden kızlarını uğurlamış, evlerine dönüyorlardı. Biraz sonra kapıdan girecekler; Kocaman, eşine, “Ben biraz daha uyuyacağım ” diyerek yatağa gerecekti.
O gün pazardı ve saat 09.00’da cep telefonu ısrarla çalmaya başlayıncaya kadar uyuyacaktı. Uykusunun arasında bir şeyi far ketmişti: Aynı anda eşinin cep telefonu da çalıyordu.
3 TEMMUZ SABAHI HENÜZ YAZ DERKEN KARAKIŞ BASTIRMIŞTI
Aynı saatlerde Ankara’da bir evin telefonları da aranıyordu. Fenerbahçe Kulübü İkinci Başkanı Nihat Özdemir, bir akşam önce bir arkadaşının oğlunun düğününe katılmıştı. Keyifli bir gece geçirmiş, geç dönünce de, pazar günü biraz keyif yapabilmek için cep telefonunu kapatmıştı.
Çok tuhaftır, aynı saatlerde onun da eşinin telefonu çalmaya başlamıştı. Belli ki, yöneticilere ulaşamayanlar eşlerini arıyordu.
Ali Koç ise yurtdışındaydı. Saat farkı dolayısıyla onun telefonu daha erken çalmaya başlamıştı.
Her üçü de telefonu açtıkları an, benzer heyecanlı seslerle karşılaşmışlardı.
“Polis Başkan’ın evini arıyor…”
Yarım saat sonra Aykut Kocaman, evinden çıkıp kulüp binasına hareket ediyordu. Kulübün kapısından girerken, polisler Aziz Yıldırım’ın odasını aramaya çoktan başlamıştı.
Bir saat sonra Nihat Özdemir, Esenboğa’dan Sabiha Gökçen’e doğru havalanıyordu.
Aynı saatlerde Ali Koç’un asistanı, İstanbul’a dönüş için özel uçak ayarlamaya çalışıyordu.
3 Temmuz 2011 Pazar sabahı, Fenerbahçe’nin üç yöneticisi için böyle başlıyordu.
Türkiye’nin en büyük futbol kulübü, daha yaz ortasında karakışa girmişti.
Ama asıl büyük olay, İstanbul’da başka bir evde yaşanıyordu.
AZİZ YILDIRIM KAPIYI AÇTIĞINDA KAMERA ÇALIŞMAYA BAŞLAMIŞTI
Pazar sabahı erken saatte kapı çalındığında Aziz Yıldırım evde eşiyle yalnızdı. Anadolu Yakası’ndaki yeni evleri henüz tamamlanmadığı için geçici olarak kaldıkları bu evde, herhangi bir personel yoktu. Kapıyı Aziz Yıldırım açtı.
Karşısında sivil giyimli üç kişi vardı. Aralarından biri nazik bir sesle, polisten geldiklerini ve bir soruşturma nedeniyle kendisini götüreceklerini belirtip elindeki kararı gösterdi. Fenerbahçe Kulübü Başkanı o an başka bir şeyi fark etti. Bir görevli her şeyi kameraya alıyordu.
Dışarı çıktığında bir şeyi daha fark etti. En az 15-20 polis vardı. “Davet etseniz gelirdim. Bunca kalabalığa ne gerek var” dedi.
Bu sorunun cevabını biraz sonra karşılaşacağı gazeteci ordusu verecekti.
Türk futbol tarihinin en büyük adli operasyonu, aynı zamanda da en büyük şovuna dönüşüyordu.
Kader hepsini, Emniyet’in Vatan Caddesi’ndeki binasının altındaki kafeteryada buluşturacaktı.
O kafenin adı Fenerbahçe tarihine ‘Vatan Kafe’ günleri olarak geçecekti.
DOKTORU İNGİLİZCE RAPORA HASTALIKLARI TEK TEK YAZDI
Kapıda eşine, “İlaçlarımı göndermeyi unutmayın” dedi ve polis aracına bindi.
Hayatının en stresli geçen sezonunun yorgunluğunu henüz atamamıştı. Sivasspor maçının son 25 dakikasında yaşadığı stres onu çok hırpalamıştı. Maçı izleyememiş, protokol tribününü terk edip arkada dakikaların geçmesini beklemişti. Maçtan sonra tribünlerde tek başına otururken çekilen fotoğrafı, doktorunun bile dikkatini çekmiş, “Bu böyle gidemez” demişti.
Nitekim, Brooklyn’deki kardiyoloji uzmanı Dr. Özgen Doğan, çok kısa süre önce onun için yazdığı İngilizce raporda hastalıklarını şöyle saymıştı:
Şeker, yüksek kolesterol, sağ böbrekte kist, beyin hormonları üzerinde baskı… Ayrıca daha önce takılan stenti de hatırlatmıştı. Ama rapordaki en ilginç sonuç şuydu: “Göğüs ağrıları ve sol kolda 5-10 şiddetinde baskı.”
30 dakikayla iki saat arasında devam eden bu semptomların ağır stresten kaynaklandığını da eklemişti.
O KRİTİK RAPOR SANKİ ARTIK BIRAKMA ZAMANI DİYORDU
Rapora göre her gün şu ilaçları alıyordu: Diamicron, Glucophage, Plavix 75, Norvasc 5 mg, Beloc 50 mg, Lipitor 20 mg, Monodur 60 mg, Diovan 160 mg. (*)
Daha da önemlisi şuydu... Aziz Yıldırım’a ‘istikrarsız seyreden kalp hastalığı’ olan kişilerde ölüm riskini tespit etmek için kullanılan TIMI testi yapılmış ve sonuç şöyle çıkmıştı:
“Önümüzdeki 14 gün içinde yüzde 20 ölüm riski taşımaktadır.”
Bu hastalıklar yeni değildi. Ama 2010-2011 sezonu öylesine ağır ve stresli geçmişti ki; belki de bütün bunlar ona “Artık bırakma zamanı geldi” mesajı veriyordu.
Kendisini ziyarete gelen arkadaşlarına dert yanarken hep şunu söyleyecekti:
“Maçları garantiye alan bir insan, ruhunda bu kadar tahribata izin verir mi?”
O SÖZLERİ OKUYUNCA GÜİZA’YI MAÇA SOKTUĞU ANI HATIRLADI
Aykut Kocaman, Samandıra tesislerindeki odasında o haberi okuduğu an, 24 Nisan 2011 gününe gitti. Filmi tekrar geri sardı.
Bucaspor-Fenerbahçe maçının ikinci devresiydi. Maç 3-3 olmuştu.
Sırtını sahaya çevirip elleriyle yüzünü kapattı ve “Bir şeyler yapmalıyım” dedi.
Bir şeyler, radikal bir şeyler yapmalıydı. Yedek kulübesine baktı. Özer ve Güiza’yı gördü. Aslında Güiza’yı oynatmaya niyeti yoktu ama Niang sakatlanınca sırf moral bulsun diye onu da kadroya dahil etmişti.
Önce Özer’i maça sokmaya karar verdi. Sonra iki oyuncuya bir daha baktı ve bir anda “Güiza” dedi.
Biraz sonra Güiza maça girecek ve Fenerbahçe’yi galip duruma getiren golü atacaktı. Aykut Kocaman o sahneyi bir kere daha yaşadı ve şaşkın gözlerle yine gazetedeki habere döndü.
Gazetede şike davasını yürüten bir polis müdürüyle ilgili haber vardı.
GUİZA’YI MÜDÜR BİLİYORMUŞ AMA BEN BİLMİYORDUM
Buna göre, Fenerbahçe devreyi mağlup bitirince polis müdürünün koyu Fenerbahçeli oğlu, ağlamaya başlamış. Babası içinden, “Üzülme oğlum. Bu maç zaten önceden bağlandı. Fenerbahçe galip gelecek” demiş. Ama operasyon gizli olduğu için oğluna bunu söyleyememiş.
Aykut Kocaman, “O dakikaya kadar Güiza’yı oyuna sokacağımı ben bile bilmiyordum. Polis müdürü nereden biliyormuş” dedi.
Duygularını yakın bir arkadaşına şöyle açıklayacaktı:
“O bunu konuşmuş, şu bunu konuşmuş bilmem. Ama şunu çok iyi biliyorum. Oynadığımız bütün maçlarda saha temizdi.”
Söylediği bir başka şey de şuydu:
“Şike için üç şey lazım. Oyuncu, hakem ve para. Bakıyorum işin içinde oyuncu yok. Hakem de yok. Ortaya çıkarılmış bir para da yok. Öyleyse şike nerede?”
SAVCI ESKİŞEHİR MAÇINDAKİ ŞİKEYİ İLK 10 DAKİKADA NASIL ANLAMIŞ
Aynı günlerde Aziz Yıldırım ise kendisini görmeye gelenlere savcılıkta karşılaştığı bir olayı anlatıyordu. Görüşme sırasında savcı ona, “Eskişehir maçının daha ilk 10 dakikasında bir şike olduğunu anlamıştım” deyince o da sormuş:
“Nasıl anladınız?”
Aldığı cevap şu olmuş:
“Alex’i tutmuyorlardı. Hep yanlardan hücum ediyorlardı.”
Konuştuğum birçok Fenerbahçelinin ağzında ise hep aynı soru vardı.
Polis ilk günlerde 19 maçta şike tespit edildiğini açıklamıştı. Şimdiyse şike iddiası olan maç sayısı iki buçuka indi.
Bucaspor ve Sivasspor maçlarında şike. Eskişehir-Trabzon maçında ise teşvik primi.
Peki geriye kalan 16.5 maç ne olmuştu? O maçları kim tespit etmişti? Terörle mücadele elemanları mı?
AZİZ YILDIRIM METRİS’TE BENİ GÖRÜNCE NE DEDİ
Geçen pazartesi günü Metris’in kapısından girerken içim buruktu. Aziz Yıldırım’ı ziyaret edecektim. Hayatımda ilk defa bir cezaevine giriyordum...
Filmlerde görmeye alıştığımız o cam pencerenin önünde kendimi çok tuhaf hissediyorum. Biraz sonra Aziz Yıldırım geliyor. Yüzünde belki de bugüne kadar hiç görmediğim kadar rahat bir gülümseme var.
Epey kilo vermiş. Üzerinde bir eşofman var. “Son defa Sivasspor maçında görüştük. Ondan sonra burada görüşmek kısmetmiş” diyor.
Oraya gazeteci olarak değil, sadece dostumu ziyaret etmek için gittim. Aradaki cam ve telefon ne kadar izin verirse, o kadar sohbet ediyoruz.
Ayrılırken, “Mahkemeyi bekliyorum. Kendimi nasıl savunacağımı göreceksiniz” diyor.
Fenerbahçe şimdi tarihinin en önemli maçına hazırlanıyor. Gördüğüm kadarıyla takım, Adalet’in taş zeminleri üzerindeki bu maça hazır...
Ve bu berabere bitmeyecek bir maç olacak...
(*) Aziz Yıldırım’ın sağlık raporunu doktorunun izniyle yayınlıyorum.
“Kader hepsini, Emniyet’in Vatan Caddesi’ndeki binasının altındaki kafeteryada buluşturacaktı. O kafenin adı Fenerbahçe tarihine ‘Vatan Kafe’ günleri olarak geçecekti”
AYKUT KOCAMAN’IN MASASINDA GÖRDÜĞÜM İKİ DERGİ
Geçen pazartesi günü Fenerbahçe’nin Samandıra tesislerinden içeri girerken ilk gözlemim şu oldu. İnsanı şaşırtacak kadar sakin ve boş… Aykut Kocaman antrenmanı henüz tamamlamış ve duş alıyordu.
Onu beklerken masanın üzerindeki dergilere bakıyorum. Fenerbahçe dergisinin ağustos ve eylül sayıları duruyor. Birinin kapağında Aziz Yıldırım’ın fotoğrafı ve iki cümle var:
“Her şeyin FARKINDAYIZ
Sonuna kadar YANINDAYIZ”
Eylül sayısının kapağındaysa baştan sona bir cümle:
“Her şey değişir ama FB sevgisi ve taraftarın aşkı asla değişmez.”
Duvarda Fenerbahçe’nin Lefter ve Can Bartu’lu efsane kadrosunun, her biri imzalı bir fotoğrafı asılı.
O KONUŞMAYI KİMSEYE DANIŞTI MI
Aykut Kocaman her zamanki sakin haliyle konuşuyor.
İlk şokun oyuncular üzerindeki etkisi birkaç gün sürmüş. Tabii ki Emenike’nin gözaltına alınması, oyuncular üzerinde çok büyük bir baskı oluşturmuş. İlk günlerdeki linç kampanyası takımı çok olumsuz etkilemiş.
En merak ettiğim konu şuydu: Topuk Yaylası’ndaki o etkili konuşmanın kararını nasıl almıştı?
Kimseye danışmamış, kendi kendine çıkıp konuşmuş. Bunu Aziz Yıldırım ve Nihat Özdemir de söyledi.
SOKAĞA İLK ÇIKTIĞIMIZDA NE HİSSETTİK
Bütün futbolcular tam motiveymiş. Alex ve Volkan takımın bir arada durması için çok büyük çaba harcamış. Takımın henüz bir psikoloğu yokmuş. Ama önümüzdeki aylarda bir
psikoloğa ihtiyaç duyulabileceğini söylüyor.
İlk günlerdeki en büyük sıkıntıları, sokağa çıktıklarında nasıl bir tepkiyle karşılaşacaklarını bilememeleriymiş. “Bize şikeci, kirli insanlar olarak mı bakacaklar diye endişemiz vardı” diyor. Ama hiç böyle bir muameleyle karşılaşmamışlar.
ŞU AN 95 PUANIMIZ VAR
Ya takımın geleceği?
“Böyle durumlar takımı ya dibe çeker ya da bir birleşmeye yol açar, motive eder. Şimdilik ikinci şekilde gelişiyor.”
Ama bunun ne kadar devam edeceğini bilmiyor. Kendince şöyle bir anlayışı benimsemiş. Aldıkları puanları, geçen yıl şampiyon oldukları puanın üzerine ekleyerek hesaplıyormuş. “Geçen yılı 82 puanla bitirdik. Bu yıl dört maç kazandık, bir beraberliğimiz var. Yani puanımız 95…”
3 Temmuz’dan sonra özellikle şampiyonluk için oynadıkları son beş maçı defalarca seyretmiş.
O KRAVATI İYİ SAKLA LEKESİZDİR
Sözünü şöyle tamamlıyor:
“Saha temizdi. Tertemizdi…”
O an aklıma, Sivas’ta şampiyonluğu aldıktan sonra uçakla dönerken boynundan çıkarıp bana imzaladığı sarı lacivert kravat geliyor. Hatırlatıyorum. Elimi sıkarken son sözünü söylüyor:
“O kravatı iyi sakla. Lekesizdir...”
Şike pazarlığını altı polis dinledi
Enis BERBEROĞLU
Yer: İstanbul Haliç Kongre Merkezi
Tarih: 1 Temmuz 2011, saat 22.00 suları
“Polisler video kamera kullanımından, araç ve yaya takibine kadar uzanan yelpazede çok iyi eğitimli ve ustalardı. Saatler süren takipten kimse şüphelenmedi”
Her şey Aralık 2010’da başladı. Aslında belki de ilk adımı atanlar bile işin bu noktaya geleceğini düşünmedi. Öyle ki futbolun tepesindeki üç isim dahi, (Federasyon’un yeni yöneticileri) gelişmeleri TV’den izledi.
Önce yetkisiz ve zorba futbol menajerlerine operasyon yapıldı.
Olgun Peker’in telefonuna takılan eski Federasyon Başkanı Mahmut Özgener de dinlemeye alındı. Şubat ortasında, haydi tam tarihi verelim 17 Şubat günü, Özgener ile Aziz Yıldırım’ın telefon konuşması soruşturmaya vites attırdı, farklı boyuta taşıdı.
Açık söyleyelim Aziz Yıldırım kolay lokma değildi.
Hakkında dinleme kararı için hemen başvurulmadı. Beklendi, Fenerbahçe’nin diğer yöneticileriyle konuşmaları analiz edildi. Ligin bitmesine altı-yedi hafta kala deliller birikti, savcının önüne konuldu.
İKİ ŞEMADA İKİ İSİM
Savcıya ve daha sonra Başbakan’a sunulan iki ayrı şema vardı.
İlkinde silahlı çete kurarak futbolu kirletenlerin ismi yazılıydı.
Lider hanesinde Olgun Peker kayıtlıydı. İkinci şemadaysa, maçlara şike karıştıranların liste başı Aziz Yıldırım’dı. Aziz Yıldırım’ın kullandığı altı mobil ve sabit telefon aynı anda dinlemeye alındı.
PROJE GRUBUNUN SIRRI
İstanbul Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’nde (KOM) çete ve şike operasyonu için dört kişilik bir proje grubu görevlendirildi.
Amirleri bir komiser yardımcısıydı.
Proje grubu günler, aylar süren telefon dinlemeleri için altı polis seçti.
Bu polislerin kimi, neden dinlediği sır gibi saklandı.
Telefonlardan edinilen bilgiyle fiziki takibe geçildi.
Takip için en fazla 15 kişilik ekip kullanıldı.
Ama bu polisler video kamera kullanımından, araç ve yaya takibine kadar uzanan yelpazede çok iyi eğitimli ve ustalardı. Saatler süren takipten kimse şüphelenmedi.
Polisler her hafta bir gün merkezde toplandı, çekilen videolar izlendi.
Başarı ve hataların üzerinden geçildi.
“Neden şu noktada lastik eldiven kullanılmadı?” diye soruldu.
“Delil toplarken odanın şu köşesine de bakılmalıydı” uyarısı yapıldı.
KİRALIK ARAÇLA PRODÜKSİYON
Fenerbahçe’yi ve yöneticilerini en fazla zorlayacak iddia belli.
22 Nisan 2011 tarihinde oynanan Eskişehirspor-Trabzonspor maçı.
Maçtan önce Fener yönetimine çok yakın bir isim olan Ali Kıratlı Eskişehir’e gidiyor. Rakip takımın teknik direktörü ve yıldız oyuncusuyla konuşuyor.
Hatta sporcunun evine giderek eşine saat hediye ediyor. 24 saatte bu kadar yoğun ilişki ağını takip eden polis sayısı kaç biliyor musunuz?
Sadece yedi...
İstanbul’dan yollanan yedi polis, üç ayrı ekip kuruyor. Kiralık araçla kamuoyunu sarsan görüntü ve fotoğrafları çekiyor.
SADECE BİR DEFA ONAY YETERLİ
Hedefte Türkiye’nin en geniş taraftar kitlesine sahip kulübü de olunca İstanbul Emniyeti, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı bilgilendirme ihtiyacı hissetti.
Yoğun bir günün sonunda İstanbul’daki programı nedeniyle Haliç Kongre Merkezi’nde bulunan Başbakan’a bizzat Başmüdür Vali Hüseyin Çapkın dosyayı sundu.
Çok sayıda kaynağa defalarca sordum, aynı yanıtı aldım:
- Başbakan’a bilgi operasyonun sosyal ve toplumsal olası sonuçları göz önüne alınarak verildi. Tek bir kez görüşüldü, bir daha gidilmedi.
Mukayyit, kız kardeşi uyandırdı
Yer: Tekirdağ Kumbağ
Tarih: 1 Temmuz Cuma, saat 22.00 suları
“Şekip Bey cumartesi öğleden sonrasını Vatan Caddesi’ndeki İstanbul Emniyeti’nde geçirdi. Ama bilmediği teknik takipteki telefonlar sayesinde polisin de sızmayı fark ettiğiydi”
Fenerbahçe’nin hukukçu asbaşkanı Şekip Mosturoğlu’nun kız kardeşi Şebnem Hanım yazlık komşularıyla akşam yemeğindeydi. Komşusunun bir de ziyaretçisi vardı: İstanbul Emniyeti Organize Şube’de görevli bir polis memuru.
Gecenin ilerleyen saatlerinde sohbet futbola uzandı. Polis memuru Galatasaray fanatiğiydi. Fenerbahçe’nin şampiyonluğu içine sinmiyordu. Hele iki gün önce şubede verilen brifingden sonra isyanlardaydı.
Hangi brifing mi? İki gün öncesine dönelim...
POLİS MEMURU DİYOR Kİ
Organize Şube veya resmi adıyla KOM’da düğmeye basılmak üzereydi.
Aylar süren gizlilik çemberinin genişlemesi zorunluydu.
61 kişilik gözaltı operasyonu 4 Temmuz pazartesi günü yapılacaktı.
Sorgular yasa gereği üç günde tamamlanacaktı. O yüzden hafta içinde şubeden 20 polis mukayyit (eski dilde kayıt tutan, kayıt altına alan) olarak seçildi.
Bu polislere kimleri sorgulayacakları, ne soracakları uzun uzun anlatıldı.
İşte Şekip Bey’in kız kardeşi Şebnem Hanım’ın rastladığı polis de bu mukayyitler arasındaydı. Masadakiler Galatasaray geyiği çevirip damarına basınca...
Bildiklerinden dolayı yutkunamadı, dayanamayıp patladı:
- Sizin şampiyonluğunuz çakma zaten, Fener’in kupasını geri alacaklar göreceksiniz.
Bu sözler Şekip Bey’in kız kardeşinin ilgisini çekti...
Ertesi gün ağabeyini telefonla aradı, aktardı. Kaynağın İstanbul organize polisi olduğunu özellikle vurguladı.
Mosturoğlu için bu kadarı yeterliydi, hemen Aziz Yıldırım’ı buldu:
- Başkan, kulüple ilgili çok önemli gelişmeler var. Yüz yüze görüşmeliyiz. Ama önce bir Vatan Caddesi’ne kadar gidip havayı koklamam lazım.
Şekip Bey, cumartesi öğleden sonrasını Vatan Caddesi’ndeki İstanbul Emniyeti’nde geçirdi. Ama bilmediği, teknik takipteki telefonlar sayesinde polisin de sızmayı fark ettiğiydi. Başkan Aziz Yıldırım’ın ani KKTC gezisi planı, diğer bazı yöneticilerin Almanya gezisi niyetleri... Siyasi baskı ihtimali hepsi bir araya geldi ve polis, operasyonu bir gün önceye aldı. Kapılar pazartesi yerine pazar günü çalındı.
Bir futbolcu portresi: İBRAHİM AKIN
Yer: Kayseri City One Oteli
Tarih: 10 Mayıs 2011, saat 23.30
İstanbul Büyükşehir Belediyespor’un iki futbolcusu İbrahim Akın ve İskender Alan şike operasyonunda öne çıkan iki isim. Hele İbrahim Akın’ın “Şike parası helal midir hocam?” diye bir din görevlisine danışırken teknik takibe takılması fıkra kıvamında olay.
Peki kimdir İbrahim Akın?
Sağa sola danışırken ilginç bilgilere ulaştım.
TRANSFER TEYİDİ HAZIR
- İskender Alan ve İbrahim Akın ile ilgili transfer girişimi doğru. Hatta İBB Spor mahkemeye ocak ve mayıs aylarındaki resmi teması doğrulayan bir yazı teslime hazır.
- Teknik takibin analizinde tutuklu menajer Yusuf Turanlı’nın özellikle İskender’i defalarca telefonla arayarak iknaya uğraştığı gözleniyor. İbrahim Akın ise daha kararsız.
- İbrahim Akın bir maçın kaderini tek başına değiştirebilecek seviyede oyuncu. Rakipleri o yüzden üzerine oynuyor, takımı da performansını artırmaya çalışıyor.
- İBB Spor Başkanı Göksel Gümüşdağ tecrübeli bir spor yöneticisi. Çeyrek final öncesi İbrahim Akın’ı çağırıyor, “Maçı al 50 bin Euro senin” diyor.
- Beşiktaş ile oynanacak final maçı öncesinde de yine İbrahim Akın’a tabir yerindeyse ‘gaz vermek’ isteniyor. Başkan Gümüşdağ Kayseri’de sanayi sitesine yakın City One Otel’de konaklayan takımın yanına gidiyor.
İBRAHİM’İN HAVASI LİMONİ
- Önce Futbol Şubesi sorumlusu Kamil Dizer’e “İbrahim Akın nasıl?” diye soruyor. Aldığı yanıt iç açıcı değil: “Biraz limoni...” Bunun üzerine Başkan eşofmanlarını çekiyor, Dizer ile birlikte İbrahim Akın’ı odaya davet ediyorlar.
- İBB Spor kupayı alırsa kulübe katkısı/kazancı üç milyon dolar civarında olacak. Finale gelene kadar bir milyon dolar prim dağıtılmış durumda. O yüzden başkanın eli rahat. “Bak İbrahim” diyor, “Soyunma odasına indiğimde kulüp tarihinde görülmemiş bir prim vaat edeceğim, bir milyon dolar diyeceğim. Ama ayrıca sana 100 bin Euro vereceğim.”
- Başkan’ın şike girişiminden haberi olmadan yaptığı bu son dakika girişimi belli ki İbrahim Akın’da vicdan muhasebesine yol açtı. Ertesi güne ilişkin teknik takip tapelerine göre Akın şike çetesine “Başkan da para verdi” diyemedi belki ama “Futbol hayatımı bitirirler” türü vazgeçme sinyalleri yolladı.
FIKRA GİBİ ŞEHİR EFSANESİ
Bize her yer Trabzon
Aziz Yıldırım’ın evinin kapısına dayanan polislerle diyaloğu üzerine çok spekülasyon yapıldı. Ama dinlediklerim arasında en komiği bizzat polisin yarattığı şehir efsanesiydi. Senaryoya göre sert mizacı ve asabiyetiyle tanınan Aziz Yıldırım polislere çıkışır:
- Bu yaptığınız yanınıza kalmayacak, hepinizi sürdüreceğim.
Polisler sakindir:
- Fark etmez başkan, bize her yer Trabzon.
SON SÖZÜM
Kader koalisyonu
Aziz Yıldırım hapiste kalırsa, Fener kümede kalır mı?
Fener kümede kalırsa, Aziz Yıldırım içeride kalır mı?
Denklemi hangi yanından kurarsanız kurun sonuç aynı.
‘Kader koalisyonu’ her dakika ve saniye güçleniyor.
Türk hukuk sistemi, yöneticisiyle kulübü ayıramıyor.
Fener’i kurban etmeye de kimsenin gücü yetmiyor.
Dolayısıyla bu işin sonunda Fenerbahçe kümede kalır.
Aziz Yıldırım’ın cezası hafifler.
Ama ömür boyu futbol yasağı muhtemeldir.
BİR AZİZ YILDIRIM PORTRESİ
Fenerbahçe Cumhuriyeti’nin ilk muktedir başbakanı
Ahmet HAKAN
Yıllar önce Fenerbahçe’ye başkan olduğunda hakkında en küçük bir bilgim yoktu. Şöyle uzaktan bakarak “sıfır karizma” demiş, geçmiştim. Ama çok geçmeden yanıldığımı anladım. O düşük profilden, o iddiasız duruştan, o süper renksiz kişilikten devasa bir karizma çıktı. Ne karizması? Bir fenomen oldu!
- Fatih Terim’in kendine özgü bir tarzı vardır.
- Ali Şen popülaritenin keyfini sürmeye meraklıdır.
- Mustafa Denizli baştan sona artisttir.
- Adnan Polat İngiliz soylusu gibi soğukkanlıdır.
- Hakan Şükür spora muhafazakârlığı sokmuştur.
- Yıldırım Demirören mağduru oynayarak var olmuştur.
Peki ya Aziz Yıldırım?
O hangi özelliğiyle karizma yaptı?
O iddiasız, sakin, renksiz kişilik, nasıl oldu da sadece bir oy farkla kazandığı başkanlığı tapulu malı haline getirdi? Nasıl oldu da Fener tribünlerinin gelenek haline getirdiği ‘Ali Şen başkan / Fenerbahçe şampiyon’ sloganını tarihin çöp sepetine fırlatıp attırmayı başardı?
KESEYİ İYİCE AÇTI MASRAFTAN KAÇINMADI
“Nasıl oldu?” sorusunun cevaplarını ben şöyle veriyorum:
- Centilmenliğe hiç prim vermedi.
- Gözünü Fenerbahçe bürümesinden hiç rahatsızlık duymadı.
- Fenerbahçe sevgisi söz konusu olunca mantığını savuşturan en azılı taraftardan daha azılı bir taraftar gibi davrandı.
- Öfkelendi, öfkesini kontrol etmeye gerek duymadı. Hakem odası bastı. “Dünyayı başınıza yıkarım” dedi.
- Kesenin ağzını açtı. Taraftarda ‘Aziz Başkan parayı bastırır, bizi şampiyon yapar’ algısının yerleşmesi için hiçbir masraftan kaçınmadı.
- Takımının stadını ‘rakip kıskandıran’ hale getirdi.
- Dostlarını daha fazla dost, düşmanlarını daha fazla düşman haline getirmekten zerre kadar çekinmedi.
- Sloganlar türetti ve üretti... Mesela “Darağacında bile olsak, son sözümüz Fenerbahçe olacak” dedi. Mesela Nâzım’ın şiirine nazire yaparak “Güneşli günler göreceğiz, şampiyonluk şarkıları söyleyeceğiz” dedi.
- Gitti / geldi. “Bırakıyorum” dedi. “Bırakma” dediler. “Bu kez son” dedi. Yine geldi.
Bütün bunlar bir ‘Aziz Yıldırım efsanesi’nin doğup büyümesine, serpilip önüne geçilemez hale gelmesine yol açtı.
Efsaneyi besleyen başka hususlar da söz konusu tabii...
- Belki bilerek / belki bilmeyerek, bir karizmanın oluşması için gereken ‘gizem yaratma’ işini çok iyi uyguladı: Her yerde konuşmak yerine sadece kendi seçtiği platformlarda konuştu.
- Fenerbahçe söz konusu olduğunda aksileşmeyi, huysuzlaşmayı, hep kendine yontmayı meşru gördü.
- ‘NATO müteahhidi’ gibi bir sıfatın ağırlığından yararlandı.
- ‘Kendine biat edenler’ grubu oluşturdu.
- Fenerbahçe’nin gücünü ve imkânlarını sonuna kadar kullanarak medya üzerinde bir büyük fırtına estirdi.
- Çok zor bir işi başardı: Medyanın kendisini yönlendirmesine izin vermedi. Aksine kendisi medyayı yönlendirdi.
DÜZENİ TEMELDEN SARSTI
Türkiye’de bir futbol takımının başkanı hiçbir zaman tam anlamıyla ‘muktedir’ olamaz.
Federasyon bir taraftan çekiştirir, taraftar bir taraftan...
Medya bir taraftan çekiştirir, rakip takımlar bir taraftan...
Kulüp başkanları, her türden vesayet altında ezilir, bir türlü muktedir olamazlar.
Aziz Yıldırım bu düzeni de temelden sarstı.
Tam bir lider oldu: Taraftarı o yönlendirdi, medyayı o yönlendirdi, hakemler üzerinde vesayet kurdu, Federasyon’u bile avucunun içine almayı başardı.
YIKILMADI AMA TÖKEZLEDİ
Ama efsaneler de imparatorluklar gibidir:
Doğarlar, büyürler ve yıkılırlar.
Futbol dünyasının bir ‘çocuksu yaramazlık alanı’ olarak görülmesinden sonuna kadar yararlanan Aziz Yıldırım, o ‘yaramazlık alanı’na hukukun girmesiyle birlikte tökezledi.
“Yıkıldı” demiyorum ama ciddi anlamda tökezledi.
Merak ettiğim tek husus şudur:
Pes mi edecek, yoksa “Bu şarkı burada bitmez” mi diyecek?
OLUP BİTENLERDEN SONRA FENERBAHÇE TARAFTARI
- Bir dayanışma bilinci geliştirdiler.
- ‘Şu Metris’in Önü’ türküsünü ezberlediler.
- Daha tepkisel oldular.
- Cefakârlıklarını öne çıkarmaya başladılar.
- Duygusallaştılar, şiirler yazmaya başladılar.
- Galibiyetlerde bile hüzünlenir oldular.
- Mağduriyetten sonra daha yaratıcı oldular.
- Takımlarına duydukları sevdayla daha çok gurur duyar hale geldiler.
Türkiye tarihinin en zor iddianamesi
Sedat ERGİN
Türkiye’de futbol kültürü, şüphe bir tarafa zaman zaman ‘bir şeylerin olduğunun’ bilindiği bir alandı. Yeni düzene geçiş çok ani ve sert oldu. On yıllardır süren refleksler, alışkanlıklar devam ederken birden son derece katı yaptırımlar öngören bir sisteme geçilmesinin bir türbülans yaratması kaçınılmazdı. Savcı Berk’in hazırlamakta olduğu iddianameyi, bundan önce belki hiçbir davada rastlanmadığı kadar kuvvetli bir kamuoyu denetimi bekliyor. Her noktası büyüteç altına yatırılacak. Bu açıdan Türkiye tarihinin en kritik iddianamelerinden birini hazırlama göreviyle karşı karşıya...
Sorunun vahametini ilk kez algılamam 2004 yılı mayıs ayında oldu. Bir gazetede, Alaattin Çakıcı’nın Beşiktaş’ın kongre üyesi olduğu ve bütün kriminal icraatına rağmen kulüp üyeliğine hiçbir zaman son verilmemiş olduğunu anlatan bir haber çıktı.
Şoke olduğumu hatırlıyorum. Çocukluğundan beri Beşiktaş’a kalben bağlı biri olarak içimden bir tel koptu o gün.
Daha büyük bir şoku yeraltı dünyasının bu önemli isminin yaklaşık 20 yıldır süren üyeliğinin Beşiktaş camiası içinde bir açık sır olduğunu öğrenmemle yaşadım.
Yönetimi, Çakıcı’nın üyeliğini sona erdirmeye çağıran bir dizi yazı yazdım. Ama koskoca Beşiktaş, uzun bir süre bu adımı atmaya korktu. Dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun oğlu Murat Aksu Beşiktaş yönetim kurulu üyesiydi. Haberin çıkmasından tam üç ay sonra Beşiktaş Disiplin Kurulu acele toplanıp Çakıcı’nın üyeliğini feshetti. (Bu olayın perde arkasını başka bir yazımda anlatırım.)
Fenerbahçe’nin iç dünyasını bilmem. Ancak yeraltı dünyasından bir başka ismin, Sedat Peker’in bir dönem Fenerbahçe’nin bazı işlerine bir hayli nüfuz etmiş olduğu da bilinmeyen bir husus değildir.
2006 yılı temmuz ayı sonunda Milliyet’te yöneticilik yaptığım dönemde, Lube Ayar’ın Sedat Peker’in dinleme kayıtlarından yola çıkarak hazırladığı şike dosyasını ‘Örtbas Edilen Şike Belgeleri’ başlığıyla yayımlamıştık. Bu dizi, mafyanın futbol dünyasına nasıl nüfuz etmiş olduğunu, Futbol Federasyonu’na kadar uzanan ne tür ilişki kalıplarının yürüdüğünü çarpıcı örneklerle gün ışığına çıkarıyordu.
Yazı dizisini şikeyle mücadele açısından yasalarda büyük bir boşluk olduğuna dikkat çeken bir bölümle tamamladık. Dizi bittiğinde tam bir sessizlik oldu. Bütün delillere rağmen hiçbir soruşturma açılmadı. Spor basını da nedense üstüne gitmek istemedi bu konunun.
MAFYAYA KIRMIZI HALI SERMEK
Bu diziye konu olan delil dosyasında karşımıza çıkan isimlerden biri de Olgun Peker’di.
Olgun Peker’i son şike soruşturmasının başlama vuruşunun yapılmasına vesile olan futbol menajeri olarak hatırlıyoruz. Peker, bir dönem Giresunspor kulübünün başkanlığı da yapmış. Türkiye’yi sarsan şike soruşturma süreci geçen aralık ayında Olgun Peker’in telefonlarının şiddet içeren bir suç iddiasıyla dinlemeye alınmasıyla başladı.
Futbol dünyasının uzağında biriyim. Öyle olduğum için Olgun Peker’in Sedat Peker’in akrabası, hatta kardeşi olduğunu zannederdim hep. Bu yazı için hazırlık yaparken Arda Akın’ın bir haberinden soyadının farklı (Aydın) olduğunu, Sedat Peker’e duyduğu hayranlık nedeniyle onun soyadını aldığını, üstelik herkesin bunu bildiğini öğrendim. Küçük dilimi yuttum.
Galiba sorunun kaynağını önce bu noktada teşhis etmemiz gerekiyor. Yeraltı dünyasıyla bu kadar içlidışlı olan şahsiyetleri menajer ve kulüp başkanı olarak sistemin içine kabul edip meşruluk kazandıran, ‘ağır ağabeyleri’ onur üyeliğiyle taçlandıran, kulüp kapılarında önlerine kırmızı halı seren bir futbol kültüründen söz ediyoruz.
ŞÜPHENİN GÖLGESİNDE FUTBOL
Şimdi meselenin diğer boyutuna gelelim. Konu yalnızca yeraltı dünyasıyla sınırlı değil. Türkiye’de futbol kültürünün ayrılmaz bir parçası olan ‘usulsüz işlerin döndüğü’ yolundaki yaygın algı üzerinde de durmamız gerekiyor.
Türkiye’de futbol, sonucun yeşil sahada tecelli etmediği, bazı karanlık koridorlarda ayarlandığı yolunda şüphelerin, kanaatlerin sıkça ortalığı kapladığı bir alandır.
Şüphe, çoğunlukla mutlak gerçeklik mertebesine terfi ettirilir. Türk toplumunun komplo teorilerine yatkınlığı da dikkate alındığında, futbolla ilgili tartışmaların sıkça gerçek muamelesi gören bu tür kanaatler üzerinden yürümesine şaşırmamak gerekir.
Türk futbol kamuoyu, her pazartesi gününe pazar günkü maçlarda hangi numaraların döndüğüne ilişkin iddiaların tetiklediği şiddetli tartışmalarla başlamaz mı?
Ligin bitiminde A takımı şampiyon olduğunda, B ve C takımlarının yöneticileri ve taraftarları bunun gerisinde muhakkak bir şeyler olduğuna inanmaz mı?
Hakem görevlendirmeleri sıkça maçın sonucuna etki etmeye dönük stratejik müdahaleler olarak görülmez mi?
Kabul edelim ki, Türkiye’de futbol kültürü her zaman şüphelerin, zanların gölgesi altında nefes almıştır.
YENİ BİR FUTBOL AHLAKI GEREKİYOR
Şimdi işin komplo boyutunu bir tarafa bırakıp başka bir düzleme geçelim. Türkiye’de futbol kültürü, şüphe bir tarafa zaman zaman ‘bir şeylerin olduğunun’ bilindiği bir alandır da...
Bazı şeyler hissedilir, bilinir, bilmezlikten gelinir, göz yumulur, susulur… Bazen özel sohbetlerde aktarılır…
Lafı uzatmaya gerek yok, Türkiye’de futbol kültürünün sütten çıkmış ak kaşık olduğunu herhalde kimse iddia edemez.
İlla şike olması da şart değildir. Türkiye’de hatır için maç verildiği bile söylenir.
Bütün bunları anlatarak nereye gelmek istiyorum?
Türkiye’de artık bu gölgelerin üstüne düşmediği yeni bir futbol kültürünün yaratılması gerekiyor. Karşılaşmaların sportmenlik ruhuyla, gerçek rekabet koşullarında oynandığı konusunda herkesin ikna olduğu, insanların akşamları evlerinde gönül huzuruyla maç izlediği bir futbol ahlakından söz ediyorum.
YENİ DÜZENE GEÇİŞ SERT OLDU
Bu yönde bir kültürün bir türlü oluşturulamamasının nedenlerinden biri Türkiye’de çok yakın bir zamana kadar bir şike yasasının bulunmamasıydı. Türkiye’de geçen mart ayı sonunda TBMM’de kabul edilip 14 Nisan 2011 tarihinde yürürlüğe giren ‘Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair 6222 Sayılı Kanun’a kadar Türkiye’de şikeyi suç olarak tanımlayan ve yaptırıma bağlayan bir yasa bulunmuyordu. Her konuda, her türlü tüzük ve yönetmelik vardı ama şike konusunda yasa maddesi yoktu. Bu, Türkiye’nin büyük bir ayıbıydı.
Bu yöndeki iddiaların soruşturulması Futbol Federasyonu’nun takdirine bırakılmıştı. Ama federasyon da yaptırım uygulayabileceği araçlara sahip değildi. Türkiye’de en azından yakın tarihimizde, federasyonun şikeden dolayı üst liglerdeki bir takımı ya da oyuncuyu cezalandırdığına ilişkin bir kararına rastlanmıyor.
Galiba yeni düzene geçiş çok ani ve sert oldu. On yıllardır süren refleksler, alışkanlıklar devam ederken birden son derece katı ve kuvvetli yaptırımlar öngören bir sisteme geçilmesinin bir türbülans yaratması kaçınılmazdı. Burada altını çizmemiz gereken nokta, yasa tasarısı TBMM komisyonlarında yol alırken dinlemeler yoluyla soruşturma dosyasının da aslında olgunlaşmaya başlamış olmasıdır.
Geçen yaz aylarında Türkiye’de büyük bir depreme yol açan, Fenerbahçe ve Beşiktaş’tan da çok sayıda ismin tutuklanmasına yol açan soruşturma süreci bu haliyle Türkiye’nin futbol tarihinde önemli bir milat oluşturuyor.
“Karşımıza çıkan tabloda Türk kamuoyunun büyük bir enformasyon bombardımanı altında kaldığı açık. Her bir tarafı kaplayan bu sağanakta, görebildiğim kadarıyla doğrular da var, bilgi kirliliği olarak nitelendirebileceğimiz yanıltıcı unsurlar da”
Hukuki değerlendirme
BİR MEMLEKET KLASİĞİ
Soruşturma sürecinin akışına baktığımızda, olayın tarafı olan aktörlerin hemen hemen hepsinin hareket tarzlarının problemli olduğu, kimsenin kendisine mutlak kusursuzluk atfedemeyeceği bir Türkiye klasiğiyle karşılaşıyoruz.
Önce basına yansıyan şike iddialarıyla ve bu iddiaları destekleyen telefon kayıtlarına bakalım. Burada karşılaştığımız belgelerde, şike iddiaları açısından sorunlu durumlar olduğunu inkâr etmek güç görünüyor.
Örneğin Büyükşehir Belediyespor oyuncusu İbrahim Akın’ın Fenerbahçe maçından önce 100 bin dolar para almasıyla ilgili bir hocayla konuşup kendisinden fetva istemesi bile tek başına bir suç delilinin varlığına işaret ediyor. Bunun gibi suç şüphesi oluşturan başka örnekler de var.
Gelgelelim, ölçünün fena halde kaçırıldığı durumlarla da karşılaşıyoruz. Basın üzerinden kamuoyuna kesinlik içinde sunulan şike iddialarının boşlukta kaldığı durumlar da var. Bazı durumlarda şike yapıldığı ileri sürülen maçların akışıyla iddialar birbirini tutmuyor. Bir başka çarpıcı örnekte, Karabükspor’da oynarken Fenerbahçe ile anlaşıp maça çıkmadı diye takdim edilen Emenike’nin durumu yer alıyor. Oysa Emenike gerçekten sakat olduğu için oynayamadığını doktor raporuyla kanıtladı. Bu gibi örneklerden yola çıkarak pek çok insanın, sporcunun yargısız infaza kurban gittiğine de hükmedebiliyoruz.
TOZ BULUTU KALKMALI
Soruşturma sürecinde özellikle yoğun gözaltıların yapıldığı dönemde iddiaların kesinlik içerecek şekilde kamuoyuna yansımasından kaynaklanan ciddi sorunlar yaşandı. Burada daha önceki büyük soruşturmalarda da olduğu gibi yasal çerçevenin dışına çıkıldığını, Türk Ceza Kanunu’nun soruşturmanın gizli kalmasını öngören 285’inci maddesinin ihlal edildiğini görüyoruz.
Son uygulamalardan sonra TCK 285’in fiilen artık hiçbir hükmünün kalmadığı ve hukuk sisteminden ayıklanmasının daha isabetli olacağı sonucuna varabiliriz.
Sonuçta karşımıza çıkan tabloda Türk kamuoyunun büyük bir enformasyon bombardımanı altında kaldığı açık. Her bir tarafı kaplayan bu sağanakta, görebildiğim kadarıyla doğrular da var, bilgi kirliliği olarak nitelendirebileceğimiz yanıltıcı unsurlar da... Bir kez daha doğruyla yanlışın, gerçekle gerçekdışının iç içe girdiği bir toz bulutunun altındayız.
Önce bu toz bulutunun ortadan kalkması ve gerçeğin ortaya çıkması gerekiyor. Gerçeğe ulaşmaksa zaman alacak. Önce iddianame ortaya çıkacak, savcı delilleriyle tezini ortaya koyacak ve ardından sanıklar da savunmalarını yaparak bu delilleri çürütmeye çalışacak.
UZUN YILLAR ALACAK BİR SÜREÇ
İş mahkemeyle bitmeyecek. Çıkan kararın, hangi yönde olursa olsun, Yargıtay’da temyiz edilmesi kuvvetle muhtemel. Sanıkların Yargıtay’dan çıkan kararı haksız bulmaları halinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunma, buradan da çıkan sonuçtan da hoşnutsuz kalmaları halinde bu kez Strasbourg’daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitme yolları açık olacak.
Bütün bu süreçlerin kaç yıla yayılacağını bilebilecek durumda değiliz. Sorun, dava bu kadar uzun bir zamana yayıldığı oranda Türkiye’de Süper Lig’in ve genelde futbol dünyasının çok sancılı bir atmosferde nefes alacak olmasıdır. Türkiye’de insanların mutlu, huzurlu bir futbol ortamına dönebilmeleri bütün bu hukuki süreçlerin tamamlanmasıyla mümkün.
Ben şahsen, Savcı Mehmet Berk’in iddianameyi hazırlayıp delilleri ortaya koymasına kadar iddialarla ilgili bir kanaat belirtmekten kaçınmak istiyorum. İddianameyi bekleyeceğim.
Ancak şurası açık: Savcı Berk’in hazırlamakta olduğu iddianameyi, Türkiye’de bundan önce belki hiçbir davada rastlanmadığı kadar kuvvetli ve eleştirel bir kamuoyu denetimi bekliyor. Her noktası, her virgülü bile büyüteç altına yatırılacak.
Savcı, bu açıdan Türkiye tarihinin en kritik, en zor iddianamelerinden birini hazırlama göreviyle karşı karşıya. Kamuoyunun karşısına kusursuz ve ikna edici bir iddianameyle çıkmak zorunda.
HUKUKİ KIRILMA SÜRECİ
Ben içeriğe girmeden usule ilişkin gördüğüm bir soruna dikkat çekmek istiyorum. 6222 sayılı yasanın 23’üncü maddesi “Bu Kanun kapsamına giren suçlardan dolayı yargılama yapmaya asliye veya ağır ceza mahkemeleri yetkilidir” diyor.
Görüleceği gibi, ‘özel yetkili’ ağır ceza mahkemeleri şike suçlarında yetkili değil. Oysa bu davaya Beşiktaş Adliyesi’ndeki özel yetkili savcılar bakıyor.
Bunun nedeni, şike soruşturması sanıklarının aynı zamanda özel yetkili mahkemelerin görev alanına giren organize çete faaliyetine ilişkin Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 250’nci maddesinden de suçlanıyor olması. Savcılar, bu ilişkiyi, sanıkları çete faaliyetinden suçlanan Olgun Peker ile irtibatlayarak tesis etmeye çalışıyor. Aziz Yıldırım, bu durumda hem 6222 sayılı Spor Yasası hem de 5237 sayılı TCK’dan suçlanmış oluyor.
Burada işin püf noktalarından biri, savcının Aziz Yıldırım ve arkadaşlarını şiddet içeren organize çete faaliyeti ile yani Olgun Peker ile irtibatlamak için hangi somut delilleri ortaya koyacağı sorusunda düğümleniyor. Bana göre, bu davanın en önemli kırılma noktası buradaki bağlantı gibi görünüyor.
SORUŞTURMANIN EN BÜYÜK YARARI
Kulüplerle ilgili iddialar bir tarafa bırakılırsa, şike soruşturmasının Türkiye’ye çok büyük bir yararı olduğunu düşünüyorum; yalnızca şikeden arınma sürecini başlatması yönünden değil... Bu soruşturma süreci içinde Türk toplumu “Bir insan hakkındaki suç isnadı kanıtlanmadığı sürece masum kabul edilmesi gerekir” şeklindeki ‘masumiyet karinesi’ başta olmak üzere hukukun temel kavramlarıyla daha yakından tanıştı, uygulamada hukuk pratiklerinin sorunları üzerinde önemli bir farkındalığa sahip oldu.
Aslında bu dava sürecinde karşılaşılan yargılamaya ilişkin sorunların çoğu geçmişte siyasi davalarda da her zaman karşımıza çıkan ama kamuoyunun yakın ilgisini çekmeyen konulardı. Çekmesi için kitlesel bir sinir damarına değmesi gerekti.
Bu dava süreci içinde hukuk kültürünün geniş kitleler tarafından özümsenmesi, kanımca Türkiye’nin en büyük kazancı olacak.
“Olgun Peker’i son şike soruşturmasının başlama vuruşunun yapılmasına vesile olan futbol menajeri olarak hatırlıyoruz. Türkiye’yi sarsan şike soruşturma süreci aslında geçen aralık ayında Peker’in telefonlarının şiddet içeren bir suç iddiasıyla dinlemeye alınmasıyla başladı”