Şermin TERZİ sterzi@hurriyet.com.tr
Oluşturulma Tarihi: Ocak 21, 2007 00:00
Henüz özel televizyon ve radyoların olmadığı dönemde, yaptığı programlarla gençlere popüler müzik kültürünü aşılayan ve "Merhaba gençler ve her zaman genç kalanlar" sloganıyla hafızalara yer eden bir isim İzzet Öz.
Bugün Jethro Tull, Pink Floyd gibi yabancı grupları iyi tanıyorsak biraz da onun sayesindedir. Türkiye radyolarında bu türden popüler grupların şarkılarını çalıp, gençlerin radyoya yapışmasının müsebbibidir İzzet Öz. Ve bu enerjik, hep gülen, yaptığı işe aşık adam bu yıl meslekteki 40. yılını kutluyor.
Şair ruhlu kitap kurdu Hikmet Hanım’la, Tarsuslu veteriner Ahmet Bey’in ilk ve tek çocuğu olarak 18 Kasım 1947’de Ankara’da doğar İbrahim Şükrü İzzet Özhindu. İspanyolları aratmayacak bu isimle 18 yaşına kadar yaşar. İbrahim dayısının, Şükrü ise amcasının ismidir. Özhindu soyadı ise babasının Hindistan’a kadar uzanan aile köküne bir göndermedir. 18 yaşına geldiğinde isminde geçen herkesin gönlünü alarak İzzet Öz olarak hayata devam eder.
Doğumundan kısa süre sonra anne ve babası ayrılır. Gelecek günlerde bu ayrılık için Öz şunları söylecektir: "İkisi de çok tatlı insanlardı. Ama iki ayrı dünya ve iki ayrı kafaydılar. İyi ki ayrılmışlar, huzur içinde büyüdüm." Böyle hissetmesinde elbette evdeki kalabalığın büyük rolü vardır. Anneanne, dede, anne, teyze ve kuzenlerle büyük bir evde, baba eksikliğini hissetmeden büyür. Bebekliğinden sonra babasını ilk gördüğünde üç yaşındadır.
Çocukluğu Ankara’nın Cebeci ve Bahçelievler semtlerinde geçer. Tek çocuktur, el üstünde tutulur ama şımarık değildir. Sadece haylazdır. Kendi bahçelerindeki meyve ağaçlarına tırmanmak yerine, daha albenili geldiğinden hep komşu bahçedeki ağaçların tepesindedir. Tişörtüne doldurduğu çağlaları çatlayana kadar yer. Tahta kılıçlarla cengaverlik yapar, kendi yaptığı Karagöz-Hacivat’ı bütün mahalleye seyrettirir, bu işten lebleli şekeri, gazoz alacak kadar da para kazanır.
Müzik ruhuna ilk kez üç yaşında değer. Annesi onu klasik müzik konserine götürür. Orkestranın büyüklüğü, görkemi karşısında büyülenir. Teyzelerinin yolundan yürür. "Hayatımda pek çok şeyi ondan öğrendim" dediği İsmet Teyze’si Ankara Radyosu Tiyatro ve Eğlence Yayınları müdürüdür. Radyoculuğun kanına girmesi de zaten onun sayesindedir. Nisa Teyze’si ise hayattaki iyiliklerin cisme dönüşmüş tezahürüdür onun gözünde.
İsmet Teyze’si vesilesiyle ilk kez Ankara Radyosu’nda Çocuk Saati programının korosuna katılır. Peşinden de Çocuk Tiyatrosu gelir.
HARİCİYECİ OLACAKTI
Lise çağlarında müzik tutkusu devam eder. Plaklar satın alır, onları arşivler. Arşivcilik meziyetini annesinden almıştır. Hikmet Hanım, Basın Yayın ve Turizm Bakanlığı Kütüphanesi sorumlusudur ve emekli olduğunda arkasında 400 bin kitaplı bir kütüphane bırakır.
İzzet Öz, Beatles’in dünyada estirdiği popüler müzik rüzgarından elbette nasibini alır. Klasik müziklerle büyüyen bu genç, popüler müziğin cazibesine karşı koyamaz. Ankara Deneme Lisesi’nde, son sınıfta felsefeden çakınca, diskoteklerde DJ’lik yapmaya başlar. Kendisini o yıl sınıfta bırakan felsefe hocası Sebahat Hanım’a hálá müteşekkir: "İyi ki sınıfta bıraktı. Bana aylaklık hakkı verdi. Diskotekleri keşfettim, müzikle daha fazla haşır neşir oldum. Hatta DJ’lik yaptığım kulüpler sayesinde popülerliğim arttı."
Sınıfta kalmasına sadece çok istediği halde Dışişleri Bakanlığı’na girememesi nedeniyle üzülür. Bakanlığın sınavlarına girer, kazanır da ama liseden kalan bir dersi olduğu için hakkını kaybeder. Hariciyeci olacakken, kendini İktisadi ve Ticari İlimler Yüksek Okulu’nda bulur. Sınavdaki Ankara ikinciliği burslu öğrenim fırsatı verir. Üniversiteye başladığı 1967 yılında, Ankara Radyosu’nda işe girer. Görevi bantları çoğaltmak ve arşivlemektir. Zaten annesinden su gibi aldığı arşivcilik tüyolarından bu işi kolayca kıvırır. Bir süre sonra müziğe ilgisini fark eden müdürler, program yapmasını teklif eder. 1968’de ilk programı Pazarın Plakları yayınlanmaya başlar. O yılları, "Üniversiteyi parasız okuyordum, radyoda çalışıp paramı kazanıyordum, hayatla dalgamı da geçiyordum" diye anlatır. Radyoda artık iyiden iyiye tanınan bir programcıdır.
Türkiye ilk kez Eurovision Şarkı Yarışması’na katılacaktır. Eurovision’da neler olup bittiğini takip edip, ön hazırlıklar için rapor hazırlamak üzere 1974’te İngiltere’ye gönderilir. Yarışmada, zamanın meşhur gruplarından İsveçli Abba’nın provalarını izlerken İzzet Öz’ün kafasında bir ışık yanar. Televizyonculuğu denemeye karar verir. Ankara’ya döndüğünde içinde müzik, fotoğrafçılık, resim gibi sanatların da bulunduğu Diskovizyon programını hazırlamaya girişir. Birkaç ayın her gününü kurgu odasında, sadece gözlem yaparak geçirir. İyi yönetmenleri, kurgucuları tespit eder ve ekibini kurmaya karar verdiğinde bu isimlerden faydalanır.
İzzet Öz, TV programı için 15-16 yaşında gençlerin oluşturduğu ve Sait Sökmen’in de hocalık yaptığı bir dans grubu kurar. Şimdi ünlü bir dansçı olan Zeynep Tanbay da bu gençler arasındadır. Fakat TRT yönetimi, "Millet sübyancılığa alışır" diyerek dans topluluğuna itiraz eder. Yine de Diskovizyon programı bir yıl sürer.
Bu arada Türkiye’nin ilk video klip yönetmenlerinden biri de olur. 1975’te Nilüfer’in seslendirdiği "Heyecanlı" parçasına ve Şenay’ın "Sev Yeter" parçasına ilk kliplerini çekti. Yine Nilüfer’in "Şov Yapma" parçasına çektiği klip TV’de 7 dergisi tarafından ilk video klip ödülünü kazandı.
Peşinden Bir Yaz Gecesi programını yapmaya başlar. Fakat TRT’nin o zamanki zihniyeti onu programın sunuculuğundan eder. Bir gün açık havada yapılan çekimde İzzet Öz, Moğollar Grubu’nun basçısı Tamer Öngür’e, "Şu gökyüzünün güzelliğine bak" der. Bunu söylerken ikisinin de sırtı kameraya dönüktür. TRT yönetimi hemen parmağını sallar: "Sen ne biçim programcısın, ekranda millete sırtını döndün!" O günden sonra programın sunuculuğundan alınır, yapımcılığı devam eder.
İzzet Öz sunucu aramaya başlar ama istediği yeni yüzlerdir. İsmet Teyze’si ona bir tavsiyede bulunur: "Oğlum Küheylan diye bir oyun seyrettim. Orada müthiş bir oyuncu çocuk var. Bence ona bir bak." Teyzesinin ona "Bir bak" dediği kişi ünlü oyuncu Mehmet Ali Erbil’dir. İzzet Öz, konservatuvardan yeni mezun Erbil ve Derya Baykal’ı sunucu olarak seçer.
İSTANBUL GÜNLERİ
Bu programdan sonra televizyonda Metronom’u hazırlamaya başlar. Ekran "cezası" artık kalkmıştır. TRT’nin küçük diye istemediği dans grubundaki gençler de artık büyümüştür ve grup nihayet kurulur. Bu arada TRT’nin asansörlerinde sağcılar ve solcular tarafından sürekli kıstırılır: "Sen sağcılara program yapıyorsun" diyenlerle, "Solculara program yapıyorsun" diyenler arasında kalır. Hepsine de verdiği tek cevap vardır: "Yahu ben sadece işimi yapıyorum."
Metronom programı da bittikten sonra 1977’de biraz aylaklık, biraz müziği yerinde öğrenme hevesiyle ABD’ye gider. Gerekli parayı Nisa Teyze’si evini satarak vermiştir. ABD’ye gittiği gün, babasının ölüm haberini alır. 10 ay orada kaldıktan sonra döner ve bu kez Sihirli Lamba programına başlar. TRT’de yaptığı bütün müzik programlarıyla her sene ödülleri de kapar.
Bütün gençliği Ankara’da geçmiştir ama onun aklı İstanbul’dadır. 1981’de İstanbul’a taşınır. Bu kez Teleskop programını İstanbul’da hazırlar. Aynı yıl TRT ondan Atatürk’ün 100. doğumgünü için bir film hazırlamasını ister. Eline, Atatürk’ün kargaları kovaladığı klişeden oluşan çok sıradan bir senaryo tutuştururlar. Senaryoyu okur okumaz, "Ben bunu çekmem" der. "O zaman sen bir şey hazırla, iki günün var, iki gün sonra teknik altyapı için Brüksel’e gideceksin" derler.
Ertesi sabah ne çekeği saniye saniye kafasındadır. Türkiye’nin Doğu ve Batı sentezi bir ülke olduğunu gösteren, içinde Hitit Güneşi, Kapadokya, Mevleviler, Modern Dans yapan genç bir kız ve bütün bunların üzerinde bir Atatürk silueti bulunan filmi hazırlar. Bu filmle 1983 Sedat Simavi Vakfı Ödülü’ne layık görülür. Ödül gecesi, sahneye çıkıp ödül heykelciğini TRT’nin müdürlerinden biri alır. Ona sadece bir çek verilir. Tören bittikten sonra Hürriyet Gazetesi’nin o günkü sahibi Erol Simavi, İzzet Öz’e "Hadi gel tiyatroya gidelim" der. Arabada Erol Simavi öne, İzzet Öz de arkaya oturur. Arka koltukta bir de büyük zarf vardır. Erol Simavi, İzzet Öz’e "O arkadaki zarf senin" der. İzzet Öz, zarfı açtığında heykelciği görür. "O heykelcik senin hakkındı" diyen Erol Simavi, o günden sonra bu tür ödülleri idareciler yerine yönetmenlere verir.
İKİZLERİYLE HAYAT
Bu ödülden bir yıl sonra, İzzet Öz’ün telefonu çalar. Arayan Erol Simavi’dir: "İzzet günün birinde Türkiye’de özel radyolar, televizyonlar kurulacak. Şimdiden en iyi kadroları toplamak istiyorum. Gel bizimle çalış" teklifinde bulunur. Böylece TRT’den özel bir kuruluşa transfer olan ilk kişi olarak Hürriyet Gazetesi sanat danışmanlığı görevine başlar. Ama televizyon programlarına da bir taraftan devam eder. Supervizyon, Zoom gibi programları hazırlar. Erol Simavi’nin transfer ettiği bir başka isim de Uğur Dündar’dır. Uğur Dündar’ın efsane programı Hodri Meydan’ın yönetmenliğini yine İzzet Öz yapar. Aradan geçen yıllarda ATV, Show TV, Show Radyo, Joy TV ve daha pek çok şirketin kuruluşunda çalışır. İzzet Öz Production şirketini kurar.
1984’te, kanser hastası annesi Hikmet Hanım, oğluyla sohbet ederken, "Keşke şiirlerim bir kitap olsaydı" serzenişinde bulunur. Bu konuşmadan hemen sonra İstanbul’a dönen İzzet Öz, kendi imkanlarıyla annesinin şiirlerini kitaplaştırır. Bir şiirinin isminden yola çıkıp, Uzak ismini verir. Kitabın cildi kurumadan, Ankara’ya hareket eder ve annesine götürür. Birbirlerine sarılıp ağlarlar. Ertesi gün, İstanbul’a dönüş yolunda annesinin ölüm haberini alır.
Aynı yıl, aşkla tanışır. Büyükada’ya bir arkadaşına yaptığı ziyaret sırasında Hanzat adında bir genç kızdır, o aşk. Bir yıl sonra evlenirler. Nikah şekerleri, annesi için bastırdığı "Uzak"tır. 1999 yılında ikizleri İzzet Can ve Mısra doğar. "Sayelerinde bambaşka bir hayat tanıdım" der.
Bir zamanlar giydiği renkli kıyafetleri, sanki onun bir parçasıymış gibi duran yuvarlak gözlükleri, başına taktığı renkli kepleri ve her şeyden önemlisi bir zamanlar gençlerin dünyadaki müzik gözüymüş gibi yaptığı radyo ve TV programlarıyla dile kolay tam 40 yıldır hayatımızda İzzet Öz.