Güncelleme Tarihi:
Mantamados’un Başmelek Mikail’i...
Hikâyeyi adada herkesten dinledim neredeyse. “Neden şimdi duyuyorum” diye de düşünmedim değil. “Mutlaka git, dileklerini söyle, bir yolunu bulacaksın inan.” Akıl yolunda yaşamaya çalşan bir insanım kardeşler, sevgili Yunanlar, böyle şeylerle işim olmaz... “Yok yok, melek herkesin meleği, din dil fark etmez, beni dinle, git!”
Yunanlar, genel olarak hâlâ 1980’lerde yaşıyorlar sanki. İnternet bağlantısı zayıf, çoğu yerde yok. Kredi kartı bazı lokantalarda kabul ediliyor. Siesta her şeyden önemli, aile bağları çok kuvvetli, batıl inançlar hayatın merkezinde. Markalar ve AVM’ler hayatlarını ele geçirmemiş. Hâlâ birçok sokağa bedava araba park edilebiliyor. Yollar tozlu, otobüsler eski. Tragedyalar ve mitoloji, özellikle ülkenin küçük yerlerinde, sanki hayatta. Her hafta başka bir isim günü, başka bir festival kutlanıyor. Ama tüketmekten ziyade, iyi yaşamak derdindeler; genellikle.
O kadar sık gidip geliyorum ki, kulaklarımı zorlasam Yunanca konuşmaya başlayacakmışım gibi geliyor. Çocukluğumun
İstanbulu, Tarabyası, Büyükadası sanki. Uzun kalsam sıkılırım da, kısa ziyaretler ruhumu topluyor. İstanbul’a göre fersah fersah basit ve saf kalan bir hayatın içinden geçiyorum. Köy kahvelerinde oturuyorum, küçük aile işletmesi tavernalarda yemek yiyorum.
Midilli benim en sık geldiğim yer. Belki 10 sefer gördüm, belki de daha çok. Adanın her köşesini biliyorum, evlerinde kaldığım dostlarım var artık, ama ne garip, Mantamados’u ilk kez bu yaz, hem de neredeyse yeni tanıştığım herkesten duydum.
“Mutlaka git, o seni istemezse, zaten gidemezsin!”
Hafif bir esrar perdesi, böyle bir bilinmez çekicilik var işin içinde. “İstemezse gidemezsin” durumu. Her köyünün tarihini defalarca okuduğum, mübadele belgeseli yapıp ince ince Midilli ve Osmanlı tarihi çalıştığım, yazılar ve programlar için sayfa sayfa çekim yaptığım Midilli’yi bir kenara bıraktım. Açtım önüme başka bir sayfa, Mantamados’u, düştüm yollara...
KIBRIS HAREKÂTINA GİDİP ŞİFA DAĞITMIŞ
Melek Mikail’in dört ikonundan birisi, bu kilisede. Dünyanın dört bir tarafından, her milletten insan geliyor, akın akın. Onun gücüne, fizikötesi, açıklanamayan iyiliğine inananlar, Mantamados sokaklarını dolduruyor.
Biraz okudum önce, gördüm ki hikâye çok eskilerde başlamış...
Midilli’yi işgale gelen korsanların ilk hedefleri hep din adamları oldu. Yeni bir rahip, adı Gabriel, kılıçtan geçirilen din adamlarının arasından kurtulmayı başardı. Manastırın çatısına çıkıp korsanları gözetlemeye başladı. Tam o anda fark edildi, tam öldürülecekken, Melek Mikail, kendi kılıcıyla beliriverdi. Birdenbire. Bir kez daha kurtulan rahip Gabriel, öldürülen onlarca arkadaşının kanıyla kıpkırmızı olan toprağı kullanarak, Mikail’in ikon-heykelini yaptı. Hatta, rivayete göre, yeteri kadar ıslanmış toprak bulamayınca, ikonun vücudu başına oranla daha küçük kaldı.
Bu ikonu kiliseye koydu, kilisenin Mikail’in ünü yavaş yavaş yayılmaya başladı. Yıllar içinde sonsuz hikâyeler, efsaneler üretildi. Ne çok istek kabul gördü, ne çok imkansız gerçekleşti... İkonun günden güne yüz ifadesinin değiştiği, bazen üzgün, bazen kızgın, bazen de neşeli baktığı söylenceler arasında. Hatta gözlerinde yaşlar olduğunu gören var...
Melek Mikail’le ilgili bir başka efsane de Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında geçiyor. 20 Temmuz 1974 günü, kilisenin sorumlusu birden ikonun yerinde olmadığını fark ediyor. Hemen din görevlilerini çağırıyor. Evet, sadece boş bir çerçeve var orada. Midilli halkı, kiliseye akın ediyor. Bu kez “olmayan ikonu görmeye”. Bir hafta sonra ikonu tekrar yerinde...
Bu olaydan birkaç sene sonra genç bir adamı ağlayarak dua ederken gördüler. Genç adam, “Kıbrıs savaşında askerdim, benim canımı Melek Mikail kurtardı. Türkler çok iyi savaşıyordu. Makineli tüfekle yaralandım, o anda yukarı yükseldiğimi fark ettim. Mikail yarama dokundu, uyandığımda hiçbir şey yoktu. O denli güçlü bir tüfekle vurulup yaralanmamak imkânsız. Beni o kurtardı, gördüm...”
ÖNCE ÇELİK AYAKKABI SONRA DİLEKLER
Başmelek Mikail Kilisesi, Midilli Adası’nın başkenti Mytilini’ye 36 kilometre mesafede. 16’ncı yüzyıldan beri kullanılan bir kilise. Özellikle bazı günlerde, otomobil park edecek yer bile bulunmuyor. Bir gece önceden gitmeye niyet edip uyumak gerekiyor. Ertesi gün bir işiniz çıkarsa, hastalanırsanız, bir yakınınıza yardım etmek zorunda kalırsanız, otomobil bozulursa, yolu bulamazsanız da üzülmeyin, “Mikail bugün beni istemiyor” diye düşünüp geri dönmeyi kabul ediyorsunuz.
Başmelek Mikail’e metal ayakkabı götürmek âdetten. Kilisenin içinde de çok sayıda var, ufak bir bağış karşılığı alabiliyorsunuz. Mikail, sizin istediğiniz şeyi ararken giysin diyeymiş... Hatta birkaç gün sonra gelip “ayakkabılar eskimiş mi, Mikail aramış mı” diye bakanlar da var. Eğer eskimişse, “tamam, dilek gerçekleşiyor” demekmiş...
Dualar ediliyor, Mikail ikonlarının önünden geçiliyor. Sonra da dilekler kâğıtlara yazılıyor, bir kutunun içine bırakılıyor. Uygun bir eş arayan genç kızlar, bir türlü çocuk sahibi olamayan kadınlar, uzun yıllardır Mikail’in kapısına geliyorlar. Özellikle çocuksuz kadınların çocuk sahibi olmaları konusunda da sonsuz rivayetler, hikâyeler duydum...
Gelenleri, gönülden isteyenleri, dizlerinin üzerinde çömelerek dua edenleri izleyerek birkaç saat geçirdim orada. Bahçedeki on kadar odada, uzaktan gelen yaşlılar ve hastalar konaklayabiliyor. Minik bir çay bahçesi var, oturdum. Tur otobüsleri duruyor, uzaktan bir Türk grup el sallıyor. Yürüyemeyen yaşlı bir kadın ağlayarak dua ediyor.
Görünenden uzak bir kuvvete bağlanarak istemek, yalvarmak, ölümlü varlığın, her gün biraz daha yaşlanan bu bedenin güçsüzlüğünü kabul etmek... Başmelek Mikail, gördüm ki, oraya giden herkese iyi geliyor.