Güncelleme Tarihi:
Önce İngiltere’den gelen haber:
Korkunç Öyküler adlı çocuk kitaplarının yazarı Terry Deary, Kuzey İngiltere’nin güneşi ve iç açıcı iklimiyle (!) tanınan Yorkshire bölgesindeki Kelly kentinde günlük olağan koşusunu yaparken, Svastika Taşı’nın önünden geçmiş. Taşın üzerindeki Svastika figürüne bakan Deary’nin kafasında bir şimşek çakmış ve Evreka diye bağırmış. Tabii Yorkshire’de kimse Eski Yunanca bilmediği için insanlar abuk abuk bakmaya başlamışlar suratına.
Deary açıklamış:
- Uzmanlar, Taş Devri’nden kalma bu Svastika yani Gamalı Haç figürlü oyma taşın Güneş’i ve Ateş’i remzettiğini söylerler. Halbuki İsa’dan 3-4 bin yıl önce atalarımızın oyduğu bu taş bir bumerangı temsil etmektedir! Zaten 4 kollu bir bumerang hedefi 2 kollusundan çok daha iyi tutturur!
Yani, Avustralya yerlilerinin geleneksel silahı bumerangı İngilizler’in ataları buldu... diyor yazar.
Avustralya adına ilk tepkiyi veren de Londra’dan yayın yapan bir Avustralya radyosunun şovmeni, Jono Coleman olmuş:
- Benim bildiğim İngilizler iki katlı otobüsle kırmızı telefon kulubüseni icat etmişlerdir, o kadar...
*
Bir “beyaz” Avustralyalı olan Coleman, soyunu neredeyse tükettikleri Avustralya yerlilerinin (yerli out, aborijen innnnn!) geleneksel silahına niye böyle sahip çıkıyor onu bilemem ama, tepkisini anlıyorum.
Neyse, biz İngilizce konuşan toplulukların iç tartışmalarına karışmadan titreyelim ve kendimize gelelim.
Türkiye’nin dışında da bir dünya olduğunu ilk keşfettiğimde, Yunan Palikaryası’nın neden Türk’ün can düşmanı olduğunu anlamıştım şıppadanak: Ulan İstanbul’a sahip çık, Kanstantinopolis de, amenna... Batı Anadolu’ya sahip çık İyonya de, yerse... Ama bizim bin yıllık yaprak dolmamıza, orta yağlı beyaz peynirimize ve daha da vahimi yeni rakımıza el ve dil uzatanın dilini kesmez, elini koparmaz mıyız ulan biz! Yahut da tersini yapmaz mıyız!
Keza Bulgar gavuru da öyle... Fransa’nın bütün marketlerinde “Bulgar tadında yogurt” ambalajlarını görünce, şeytan dedi al yanına iki üç tane Çatlı, bas Sofya’yı, sık Todor’un ümüğünü... “Bulgar tadında” yoğuda yatırıp cacık yap hıyarı!
Ama insanoğlu işte, her şeye alışıyor. (Fransa’nın güney bölgelerinde bir müddet yaşayınca “soykırımcı” mualelesi görmeye, duvarlardaki “Türk = SS” grafitilerine bile alışıyor insan...) Yoğurdun, beyaz peynirin, rakının, dolmanın, derken dönerin namusunu korumak için dişimizi şeyimize, yani canımızı dişimize takıp gerilla savaşı gütmeye alıştık.
Ama bizi daha da acı günler beklemekteymiş meğer. O tarihte bunu bilemezdik. Mesele sadece yoğurttan, peynirden, pastırmadan ibaret değilmiş meğer.
Biz, (1) bazı keşif ve icatlarımızı tek dişi kalmış ama adamı fena halde ısırmaya devam eden Batı medeniyeti adlı canavara kaptıracak, bize hedef olarak gösterilen muasır medeniyet denilen şey de bu aynı Batı olduğu için, adamlar ne derlerse eyvallah demek zorunda kalacak, (2) bazı icatlarımız yüzünden ise hor görülecektik...
Önce vazgeçmemiş gereken keşif ve icatlarımızdan bahsedelim.
Tarihimin birkaç temel direği, birer ikişer kafamıza çökecekti. Mesela:
Biz Sümerler’in, Babiller’in, bu arada tabii Hititler’in, Lidyalılar’ın ve Frigyalılar’ın da, yani Mezopotamya ve Küçük Asya’da ne kadar eşraftan adam varsa, bunların “aslında Türk” olduğu inancıyla büyüdük. (Medler’e ise ‘Dağlı Sümerler’ derdik, Yukarı Mezopotamya’nın çamurlu topraklarında yürürken çarıkları ‘med, med’ diye ses çıkardığı için...)
Meğer bunların hiç biri Türk değilmiş!
Biz Ortaçağ’ın kapanmasına, bir sonraki çağın açılmasına vesile olan barutu atalarımız icat etti bilirdik. Hani toprak kayması neticesinde sıkışıp kaldıkları Ergenekon’dan çıkmak için geliştirdikleri demircilik sanatı (ki Taş Devri’nden çıkıp Maden Devri’ne ilk giren de bizdik), bu madencilik yeterli gelmeyince, kayaları atmak üzere icat ettikleri MTA barutunu...
Değilmiş! Çin işkencesinin ve uzaydan bakınca dünya üzerinde görülebilecek tek insan yapımı eser şeklinde tasarlanmış Çin Seddi’nin mucidi Çinliler’miş meğer barutu bulan...
Sonra, ‘büyük coğrafî keşifler’in sebep ve sayeleri arasında ne kadar alet edevat varsa Türkler’in bulduğuna inanırdık. Pusula, sekstan, kum saati, Kaptan’ın kancası gibi...
Değilmiş! “Aşağıdaki şıklardan hangisi büyük coğrafî keşiflerin sebepleri arasında değildir” kaleminden bir tek (e) şıkkını yani ‘hurafeler’i bir bulmuşuz meğer...
Bitmedi...
Tarihin önemli merhaleleri de bizim sayemizde atlanmıştı.
İlkçağ’ın bitip Ortaçağ’ın başlamasına kim sebep olmuştu? Hun Hakanı Attila. Attila kim? Biziz... Değilmiş! İki kere değilmiş. Bir defa Roma İmparatorluğu’nu tek başına Attila yıkmamış, ikincisi Attila’nın saf kan Türk olduğunu da bizden başka söyleyen yok. İnanmazsanız Macarlar’a sorun...
Dünya’yı Ortaçağ’a nasıl soktuysak, çıkarıp Yeniçağ’a sokmayı da biliriz, değil mi, diye böbürlenirdik. İstanbul’un Fethi’nin en önemli tarihi sonuçlarından biri neydi? Ortaçağ’ın bitip Yeniçağ’ın başlaması! Yani bize öğretilen buydu.
Değilmiş! Sorun Batılılar’a... Bir defa Batı’da, Ortaçağ 476’da değil 1100’lerde başlar, bu bir. Sonra illa bir tarihte bitecekse, bu tarih bizim 1453 değil, Amerika’nın keşfi yani 1492’dir...
Hasılı, hani Çetin Usta “Türk’e Türk propagandası” der ya, bundan ibaretmiş!
Kendimiz söyler, kendimiz inanırmışız meğer!
Not: Çok uzadı, burada kesmek istiyorum. Yukarıda bir yerde (1) Bazı icatlarımızı ve keşiflerimizi Batı’ya kaptıracak (2) Bazı yeni icat ve keşiflerimiz yüzünden de sürekli laf işitecektik, dedim. (1)’i anlattım, (2)’ye yer kalmadı. Batı dünyası karşısında savunmakta zorlandığımız ama burada yer bulup da anlatamadığım bir iki keşif ve icadımızı karışık olarak sayayım isterseniz: 12 Eylül - İşkence - Denizler’in idamı - Kenan Evren - MGK - Süleyman Demirel - Töre cinayetleri - Avrupa’daki kaçak işçiler - Kaplancılar - Kürt mafyası - Ülkücü mafya - YÖK - Çok eşlilik - Hayali ihracatçı ve hortumcular (isme gerek yok) ... ve diğer başarılarımız!