Güncelleme Tarihi:
Ailenizin gazetesinin Aile Rehberi sayfasından bir sağlık haberi, vatana millete hayırlı bir hizmet:
Spot: Anüs çatlağı, daha çok stres altında çalışan, yaşları 30-45 arasında değişen ve mükemmelliyetçi kişilerde görülür.
Başlık: Psikolojik hastalık olan ‘anüs çatlağı’nı tanıyın
Sayenizde tanıdık!
Şok, 4 Ekim
*
SERİN DURUŞ’TAN ARAK
Hakan Şükür: Kafa yapısı olarak söylediklerimin arkasındayım...
Reha Muhtar, hakemlerin Beşiktaş’a kaç maçta haksızlık yaptığını anlatmaya çalışıyor: 4 maçta yani oynadığımız 7 maçın yarısından bir fazlasında...
Milliyet, 5 - 6 Ekim
*
ORASI TRAKYA MI?
Star, “Sokak AB için ne diyor?” diye sormuş. Ama sokağı temsilen “AB için (hakkında, konusunda) ne düşünüyorsunuz?” diye gidip sanatçılara sormuş nedense.
Muazzez Ersoy AB’nin niçin bizi alması gerektiğini anlatırken diyor ki: “Coğrafî olarak Avrupa’nın uzantısıyız...”
Herhalde bu soruya cevap verirken Trakya’da bir yerlerdeymiş...
Star, 5 Ekim
*
OTO-KRAL
Eski milli futbolculardan (Milliyet’in okur temsilcisine kalsa ‘milli eski futbolcu’ mu demem gerekiyor şimdi?) Tanju Çolak, Hakan Şükür’ü kadroya almayan Milli Takımlar Teknik Direktörü Ersun Yenal’ı eleştiriyor köşesinde.
Yazının spotu şöyle: Kral Tanju Çolak Milli Takım formasıyla en çok gol atan Hakan Şükür’e tam destek verdi.
Kendinden Kral diye ve Olimpos tanrıları gibi “O” diye bahsediyor!
Tanju bu...
HO Tercüman, 6 Ekim
*
SALLAAAA!
Bu magazinciler adamı öldürür...
Haber şöyle: “Ünlü top model (ünsüz top model var mı?) Cindy Crawford’a benzerliği Tülin Şahin’e avantaj sağlıyor. Crawford’un yüksek fiyat istediği işler Tülin’e geliyor...”
Yoook artık!
Takvim, 6 Ekim
*
DOĞUMHANEYE DÖNDÜ BURASI
Hürriyet’in yazarı Ayşe Arman’ın aşık olmasından başlayıp hamile kalışına kadar geçen muhtelif safhaları köşesinden anlatması, Hürriyet’in de bunu haber diye büyütmesinin sonunda, olacağı buydu...
Takvim’in ilavesi Papatya’nın sürmanşeti:
Zeynep Dila’ya kardeş geliyor
Takvim yazarı Zeynep Kasımlıoğlu, doğumdan 5 ay sonra ikinci kez halime kalmasının keyfini yaşıyor...
Hürriyet’in hakikaten yatacak yeri yok!
Takvim-Papatya, 6 Ekim
*
ÖYLESİNE
Hıncal’ın yeri’nde, ‘sevdiğim laflar’dan biri, cuk oturmuş, Mark Twain’e ait:
“Eğer aç ve kimsesiz bir köpeği alır, bakar ve rahata kavuşturursanız sizi ısırmaz. İnsan ve köpek arasındaki temel fark budur.”
Sabah, 5 Ekim
*
MANKENDEN BEKLENEN NEDİR?
Kulis Böceği diyor ki “Mesela ben Savaş Ay’ın yaptığı röportajları keyifle okuyorum. Milletin hayran olduğu, sevgili olmak için birbiriyle yarıştığı mankenler var ya, büyük bir bölümü zır cahil...”
İyi de, insanlar onlara beyinlerinin değil memelerinin büyüklüğü için hayran, peşlerinden koşanlar da birlikte üniversiteye hazırlık testi çözme derdinde değiller, endişeniz olmasın...
Takvim, 5 Ekim
*
SES PRENSESİ... MUHTEŞEM!
Japonya’da bir alet icat edilmiş adı “Ses Prensesi” imiş, fonksyonu da “çekilen sifon sesi çıkararak tuvalette sesten utananların rahatsızlık duymasını engellemek” imiş.
Tercüme edeyim mi bu haberi?
Hani insanlar tuvalette kontrol edemedikleri bazı gürültüler çıkarır, sonra da çok utanırlar ya (bir arkadaşım tuvalette bu sebepten yarım saat mahsur kaldığını anlatıyordu gülerek, münasebetsiz bir gürültü sebebiyle utanmış, dışarıda kimsenin olmadığına emin olana kadar oturup beklemiş) başınız sıkıştığı zaman bu aletin düğmesine basıyorsunuz, sifon sesi çıkarıyor.
Çok komik değil mi!
Hem alet komik, hem de “romantik” Japonlar’ın “osuruk sesini örtmek için” geliştirdikleri bir alete “Prenses” adını vermeleri...
Ama ben gazetedeki haberin son cümlesini çözemedim: “Bu alet özellikle bayanlar tarafından çok beğenildi.” Niye ki ne?
Takvim, 7 Ekim
*
HAŞIRT!
Aykut Işıklar’dan Hülya Avşar’a imalı cevap
Hem de epey bir “ağır” imalı...
Gılgamış filmiyle ilgili olarak şöyle demiş Hülya Avşar:
“Steven Spielberg bile olsa, Türk oyuncularının yapımcılara bu kadar yüz vermeleri hoşuma gitmedi. Ayrıca başka hoş olmayan şeyler de duydum. Filmi gözlerinde çok büyüttüler. Neden bu kadar taviz veriliyor. Karpuz seçer gibi oyuncu seçiyorlar.”
Tecrübeli magazin gazetecisi şöyle bitiriyor yazısını:
“Hülya Avşar'da da unutkanlık başlamış. Bundan 20 yıl öncesini, sinemaya başladığı günlerdeki Yeşilçam sokağını unuttu galiba. Yeşilçam'ın anlı-şanlı yapımcıları, artistleri değil Reina'ya, İstiklal Caddesi'ndeki Saray Muhallebicisi'ne bile götürmezdi. Senaryonun özetini yazıhanede şöyle bir okur, iki dakika sonra da mukaveleyi uzun deri koltukta imzalatırdı.”
Haşırt...
DB Tercüman, 7 Ekim
*
E BİR KARAR VER GALİ
Güzin Abla’ya Çilek Çilek rumuzlu okurundan bir şikayet demeyelim dert yanma, bir imdat çağrısı gelmiş: Kadın oldum, şimdi yine erkek olmak istiyorum!
Yazık, zor bir durum, Allah yardımcısı olsun, ama artık bir karar ver be birader!
Hürriyet-Kelebek, 7 Ekim
*
ÖN YARGILI OLMAYACAKSIN
İnsanların kullandığı bazı kelimeler vardır, insanla ilgili, yetiştiği, büyüdüğü çevreyle ilgili çok önemli ipuçları verir size. Sınıf Öğretmeni köşesinde Armağan Çağlayan’ı okuyorum.
“Nedense bütün baylar lacileri çekmiş ... Bayanlar ise tayyörlerini” diyor mesela.
Niçin “bay” ve “bayan” kelimelerini hiç kullanmadığımı, duyduğum zaman ıyyyh olacak kadar yadırgadığımı inanın bilmiyorum.
Aynı şekilde “İnsanların suratı” lafı da ters geliyor bana. Nedense “insanda yüz, hayvanda surat” diye bir “incelik” takılmış kafama, en azından surat’ı somurtan, ters insanlar için kullanmak... Sözlüğe bakıyorum, hayır, böyle bir vurgu yok, ne surat kelimesinde, ne de yüz’de...
Demek ki önyargılı olmamak gerek...
İnsanları yargılamamak gerek...
Hürriyet-Kelebek, 8 Ekim
*
SEN BİR MUCİZESİN GERÇEKTEN
Ajda Pekkan, Bodrum’da Unilever ve Algida şirketlerinin düzenlediği gecede sahneye çıkmış. O kadar dinamik ve canlıymış ki, işadamları “Sen bir mucizesin” diye tezahürat yapmışlar. Ajda Hanım da bunu bir iltifat zannetmiş, “Bodrum’un büyülü havası bana her zaman enerji veriyor” demiş.
Halbuki işadamları “estetik mucizesi” demek istemiştir.
DB Tercüman, 8 Ekim
*
HOPPALA!
Hangi kanalda yayınlandığını bilmiyorum, Omuz Omuza adlı televizyon dizisine, Sağlık Bakanlığı “Ruh Sağlığı Açısından İzlemeye Değer Dizi Ödülü” vermiş.
Bu ne demek böyle?
Türkiye’de asıl “Ruh Sağlığı Yerinde Olan Bir Sağlık Bakanlığı Ödülü”ne ihtiyacımız var, yahut da “Yılın En Lüzumsuz Ödülünü Veren Kurum Ödülü” ...
Şok, 8 Ekim
*
DON SORUNSALI
Türk erkeğini Arap Kadri donundan kurtaracağız, diyordu manşet.
İki genç iş adamı Türkler’e özel bir erkek donu dizayn etmiş, Hürriyet’e diyorlar ki:
“Türk erkeklerini Arap Kadri donu, baba donu ya da Pazar donu diye tabir edilen beyaz dondan kurtaracağız. Beyaz donlar çok kolay toplanır. Bu yüzden de erkeklerin elleri ikide bir bacak arasına gider. Bizim çamaşırlarımızda bu problemi yaşamazsınız.”
Bu gelişme, kalkınma, Batılılaşma iyi de, örf ve adetlerimizi, ulusal kimliğinizi kaybediyoruz diye üzülüyorum.
Mesela, Taksim’de otobüs beklerden sol işaret parmağıyla burnunu karıştırıp, bir yandan da pantolon cebine soktuğu sağ eliyle - kıçını da şöyle geriye çıkararak - takım taklavatı disipline sokan Türk erkek nesli ağır ağır ortadan kalkacak ya, ona yanıyorum...
Hürriyet-Kelebek, 9 Ekim
*
YOK ARTIK!
Özcan Deniz “itiraf yaptı” diyor haber.
“Yaptığı itiraf” neymiş?
Özcan Deniz 19 yaşında sünnet olmuş. “Çok geç yaşta erkekliğe adım attığını (niye sünnet olmaya ‘erkekliğe adım atmak’ denir acaba?) belirten Özcan Deniz “sünnetin nasıl gerçekleştiği” konusunda bilgi vermemiş.
Bu haberi yapan arkadaşa ben bir ara anlatırım sünnetin nasıl “gerçekleştiğini” !
Takvim-Papatya, 9 Ekim
*
EMİNİM ÇOK SEVECEKLER
Takvim, 9 Ekim
Doğa Rutkay, Esquire Dergisi’ne (magazincilerin kıçını açmaya verdiği isimle) “çok cesur pozlar” vermiş.
Gazetelerdeki reklamı: “Doğa Rutkay - Artık ‘doğa’yı sevmek için yepyeni sebepleriniz var” diyordu.
Esquire alan Türk erkeklerinin ‘doğa’yı’ bu haliyle “çok seveceği” muhakkak!
Not: Bu arada, Esquire’ın sloganını da yeni öğrendim, “Erkeğin Ağırlık Merkezi!” Bizim zamanımızda buna ‘ağırlık merkezi’ değil, ‘sıklet merkezi’ derlerdi. Erkek dergisi Esquire’a belki slogan bu haliyle daha iyi giderdi! J
(Not’un not’u: Sıklet’in bir ikinci anlamı daha vardır, ‘sıkıntı’ demektir. Bu merkez de bazen sıkıntı yaratabilir, gerçekten!)
*
AÇILIŞ GERÇEKLEŞTİRİLMİŞ
Dargınlığın sebebi ne, diyor sürmanşet.
Spot: Önceki gün gerçekleştirilen bir açılışa katılan Şafak Sezer ile Yılmaz Erdoğan’ın...
Gerçekleşen sünnet’ten sonra...
“Gerçekleştirilen açılış” kovalasın sizi inşallah!
Star-Box-Magazin vesaire, 9 Ekim
*
Vİ AR SORİ
Tamer Kanadağlı ile eşi Arzu Balkan, Arizona’da gezerken bir mezartaşına rastlamışlar. İnce uzun taşta şöyle yazıyormuş:
“Here lies George Johnson hanged by mistake 1882 - He was right, we was (?) wrong but we sturng him un and he’s gone”
Yani mealen “Burada 1882’de yanlışlıkla asılan George Johnson yatıyor - O haklıydı, biz haksızdık ama onu astık ve artık o yok”
Karadağlı “benden de beteri varmış” diye seviniyordu...
Sabah’la Günaydın, 9 Ekim
*
İYİ Kİ BEDAVAYA GELMİŞ
Türk Kalp Vakfı yararına düzenlenen gecede, Gülben Ergen para almadan “sahne almış”. Gazetelerin magazin sayfaları aklışlıyor şarkıcıyı. Ancak Vakıf, “yeni geline” teşekkür olarak ... 15 bin dolarlık 23 milyar liralık elmas taşlı bir bilezik hediye etmiş.
İyi ki bedava “sahne almış” yani...
Star-Box-Magazin, 10 Ekim
*
BİRİSİ YALAN SÖYLÜYOR AMA...
Manken Tuğba Ünsal yakın bir geçmişte evlendi. Kocasıyla gittiği bir gece kulübünde, eski sevgilisi Aksel Goldenberg ile karşılaşmış.
Güneş-Venüs: İşte medeniyet - Bir süre önce evlenen Tuğba Ünsal, bazı mankenler gibi kaçmak yerine, eski sevgilisiyle aynı mekanda eğlendi
Vatan : Tatsız tesadüf - ... Goldenberg’i gören karı kocanın bir anda neşesi kaçtı ve mekanı hemen terk ettiler. İçeride eğlenenlerin söylediğine göre bu karşılaşma sonrası yeni evlilerin arasında ufak bir tartışma yaşanmış.
Gazeteler, 10 Ekim
*
BAŞUCU ALBÜMÜ
Radyoda bir anons-reklama takıldı kulağım.
“Genuis Love’s Co için dünyaca ünlü yıldızlar bir araya geldi” diyor reklam...
Yılın aşk albümü, imiş...
Bir kadın sesi diyor ki: “Tüm müzik severler için yılın başucu albümü”
Başucu kitabı tamam da, başucu albümü ne demek oluyor?
Gece yatmadan evvel, yahut gece uyku tutmazsa, başucunuzdaki albümü mü dinliyorsunuz?
Joy FM, 10 Ekim
*
SON OLARAK, İSMET AY...
İsmet Ay vefat etti, köşe yazarı eski dostları hakkında bol bol hikaye anlattılar bize. (Gazeteler, 8-10 Ekim)
Şile’de bir hastanede tedavi görüyordu Ay, hatırlarsanız. Bir kadın hayran grubu, bir minibüs kiralayarak sanatçıyı ziyarete gitmişti birkaç ay önce. Kendi ifadesine göre, uykudan uyanmış, hastane odasında gözlerini bir de açmış ki, etrafında 15-20 kadın. Başlamış bağırmaya “Yetişin dostlar, ben öldüm de Cehennem’e gittim galiba” diye...
Ben İsmet Ay’ı tanımadım. Ancak çok iyi tanıyan bir hanım dostum aradı, iki anekdot aktardı bana.
Gece, bir oyundan sonra, bir kadın arkadaşları (bana bu hikayeyi nakleden tiyatrocu) İsmet Ay’la Ali Poyrazoğlu’nu arabasıyla eve bırakmış. Poyrazoğlu ısrar etmiş kadın oyuncuya, illa yukarı gel, bir kahve iç, öyle gidersin diye.
Üçü apartman kapısından girerken, İsmet Ay endişesini dile getirmiş:
- Bana bak Ali, inşallah konu komşu eve bir kadınla girdiğimizi görmemiştir, yoksa adımız cinsel sapığa çıkar bana bak!
Bir hikaye daha anlattı bana bu hanım dostum, gerçi Halit Çapın pazar günü (Takvim, 10 Ekim) esprinin Zeki Müren’e ait olduğunu söyledi, yani benim dinlediğimin tersini, ama mühim değil.
Zeki Müren’le İsmet Ay arabayla Şile’ye giderken, bir ara dinlenmek için bir ağaç dibinde durmuşlar. Zeki Müren ağaçlarda oynaşan kuşları göstererek:
- İsmet kuşlara bak, kuşlara, nasıl da sevişiyorlar, demiş.
- Onlar da bize ‘Aaa puştlara bak, puştlara, nasıl da kıskanıyorlar’ derlerse şimdi, görürsün gününü...