Güncelleme Tarihi:
HIMMIY SENSİN !
Batı ve Çin astrolojisinin palavraları yetmedi. Bir de Nart-Karaçay yani eski Türk burçları çıktı şimdi.
Benim burcum (gülene kafa atarım) Hımmıy imiş.
Koçluğa alıştık, Köpek burcuna da katlandık ama... bu Hımmıylık beni bozar artık!
(Bu arada, hımmıylar da idealist ve ‘ormantik’ olurmuş!)
(Milliyet, 16 Ağustos)
*
LA SAZAN
Kelebek’te Kubilay Gecelerde köşesinde bir geyik haber:
Alo neredesin?
Selma Türkeş, Ajda Pekkan konserini izlemek üzere Bodrum Antik Tiyatro’ya gitti. En ön sıradaki Semiramis Pekkan’ın yanına oturdu. Konser başlamadan önce telefonu çaldı. Arayan Pekkan’ın diğer yanında oturan eski eşi Gulu Lalvani’ydi ve ‘Neredesin’ diye soruyordu. Selma Hanım bulunduğu yeri söyledi. (“Semiramis’in yanındayım” demiş.) Şakayı bitirmeye niyeti olmayan Lalvani (“Ben de Semiramis’in yanındayım) ‘Ama seni göremiyorum’ diye devam etti muhabbete... Sonunda kahkahalar içinde kapattılar telefonu...
Kadıncağızı resmen sazan yapmışlar yahu...
(Hürriyet-Kelebek, 16 Ağustos)
*
DEVAMLI MÜDAVİM - ARASIRA MÜDAVİM - NADİREN MÜDAVİM
Radyo spikeri turizm Delice’yi övüyor:
“Delice’ye devamlı gelen bir müdavim kitlesi oluştu”.
(92,5 FM, 16 Ağustos)
*
HAKİKATEN YUH!
Serin Duruş köşesi yakalamış.
Show Haber’de ‘sıradaki haberi’ duyuran anons: Evi yanan baba neden ağladı!
Alper’le Hüseyin de bu alıntıya, haklı olarak, E yuh artık! diye başlık atmışlar.
(Milliyet, 17 Ağustos)
*
ÖLÇÜSÜ KAÇTI
Yine birilerini kızdıracağımı, kendime düşman edeceğimi biliyorum ama...
Neymiş, Seren Serengil’il Hummer’ı gümrüğe çekilmişmiş, neredeyse çeyrek sayfalık bir haber.
Bu, Hürriyet’in ikinci sayfasını işgal edecek bir haber midir?
Okurdan utanmıyorsak, Hürriyet’e yazık...
(Hürriyet, 17 Ağustos)
*
METROSEKSÜEL BİLE DEĞİLMİŞ HENÜZ
Özcan Deniz: “Sürekli arkamdan konuşuyorlar ve gay olduğumu söylüyorlar. Böyle bir şeyi nasıl ispatlarım ki? Ben metroseksüel bile değilim.”
“Nasıl ispatlarım ki” derken çok haklı da Deniz, ama “Ben metroseksüel bile değilim” lafı da çok komik. Demek ki metroseksüelliği, homoseksüellik yolunda bir merhale zannediyor...
(Takvim, 18 Ağustos)
*
KAHVE FALININ RACONU
Tempo bu hafta okurlarına ‘iki kitap’ hediye ettiği iddiasında. Biri Marmaris Rehberi, diğeri Fal Rehberi.
Bu sonuncudan bir alıntı:
Kahve falı nasıl bakılır?
Kahve fincanı saat istikametinin tersi yönünde, baş üzerinde üç kez çevrilir. Bu esnada bir dilek tutulur. Daha sonra tabağın üzerine doğru döndürülerek kapatılır.
Fincan on dakika sonra açılır. Işık, bakan kişinin arkasından gelecek şekilde oturulur. Fincan açılır. İlk önce fincanın orta noktasına doğru bakılır. Bu, fal bakmaya konsantre olmak amacıyla yapılır. Daha sonra fincanın ağız ile içilen noktasından itibaren saat yönüne doğru bir tur attırılır. Ondan sonra ilk başlangıç noktasından itibaren şekiller üzerinde yorum yapılır.
Ben de bir yorum yapacağım ama...
(Tempo, 12-18 Ağustos)
*
VÜCUT FALSOSU
Fos mankenler diyor ilavenin manşeti.
Spot: Bir defilede podyuma çıkan yabancı modellerin vücutlarındaki falsolar görenleri hayrete düşürdü ve ‘Bu kez fos çıktılar’ yorumu yapıldı...
Sözlükte Falso: (1) Bir parça çalınır veya söylenirken yapılan nota yanlışlığı (2) mec. Yanlış davranış
Vücuttaki falso ne demektir acaba?
Bunlar, kızların vücudunun bir yanlış davranışını yahut bir nota hatasını mı gördüler acaba?
(Star-Box-Magazin vesaire..., 19 Ağustos)
*
BOĞULAN BALIKLAR
Serin Duruş köşesinden usual arak:
“Daha geçenlerde Londra’da böyle bir yağış görüldü, su baskınları oldu, Times Nehri taştı, balıklar boğuldu...” Kadir Topbaş, İstanbul BBB
(Milliyet, 19 Ağustos)
*
PARDON?
Tamer Karadağlı, Amerika’dan Hürriyet’i telefonla aramış, “Eşimle aramız ağır ağır düzeliyor” diye müjd’haber vermiş, anlatmış.
Bu sohbetten bir cümle: “Rahat olduğum tek şey var, kişiliğimden hiç ödün vermedim!”
(Hürriyet, 19 Ağustos)
*
AVUKAT = KÖTÜ ADAM
Şovmen (diyebiliriz artık herhalde) Armağan Çağlayan, Kelebek’te Sınıf Öğretmeni köşesini yazmaya devam ediyor. Bugün yazısında şöyle demiş:
“Başladığımdan beri hiç sevmedim, sevemedim bir türlü avukatlık yapmayı. Eli, parmağı, ya da bacağı işverenine daha fazla para kazandırmak için çalışırken kopan bir işçinin, daha fazla tazminat almaması için çabalamak, ya da evinde sadece zeytinyağlı fasulye yapıp, çocuklarıyla beraber huzurla yaşayacağı günleri bekleyen bir kadının üzerinde oturup televizyonunu seyrettiği koltuk takımını ve televizyonu kendim para kazanacağım diye haciz ettirmek, hiç iyi gelmedi bana.”
Avukatlıkta Çağlayan’a cazip gelmeyen gerçekten bu muymuş, sorun bundan mı ibaretmiş?
Avukatların sadece patronların menfaatini koruduğunu, işçinin hakkını gasp edip, fakirin masasını haciz ettiğini kim söyledi?
Karşı cepheye geçseymiş madem öyle.
(Hürriyet-Kelebek, 20 Ağustos)
*
YEMEKLERİN IRZINA GEÇMEKTENSE...
İngilizler’in en büyük zevki, mutfakta sevişmekmiş.
Ben de İngilizler niye evlerine öyle kocaman kocaman mutfak yaptırırlar diye merak ederdim, malum yemek yapmayı da bilmezler, yemeği de...
(Dilim varmadı, yoksa “Yemekleri becereceklerine birbirlerini becersinler, diyecektim. Ben bu İngiliz mutfağından o kadar çektim!..)
(Şok, 21 Ağustos)
*
SEZEN’DEN HINCAL’A :
SEN ZALİM BİR İNSANSIN
Sezen Aksu, internet sayfasında Hıncal Uluç’a hitaben yazdı. Hani olur a, gözünüzden kaçmıştır diye aşağıda, hem Hürriyet’in haberini (22 Ağustos) hem de Sezen’in yazısını bulacaksınız.
Tartışma konusu bir yana, Türk basınının en büyük kalem ustalarından biridir Hıncal Abi. Ama bu sefer karşısında (Türk pop müziğinin yaşayan en büyük sanatçısı olmasının yanısıra) Türkçe’nin büyük bir ustasını buldu.
Sezen’in yazısını, tadını çıkara çıkara okumanızı salık veririm...
Hürriyet’in haberi:
Sen zalim bir insansın
Hıncal Uluç’un köşe yazısında estetiklerle ve botoks iğneleriyle yüzünü bozduğunu ileri sürdüğü Sezen Aksu, ünlü gazeteciye sert yanıt geldi. Resmi internet sitesinde yüz deformasyonunun estetikten değil geçirdiği ölümcül ‘Coushing sendromu’ndan kaynaklandığını belirten Aksu, Uluç’u zalimlikle, samimiyetsizlikle suçlayarak 25 yıllık dostluğun bittiğini ilan etti.
Geçen pazar günü Televole’nin 500. program kutlaması nedeniyle Laila’da düzenlenen gece, Sezen Aksu ile Hıncal Uluç’un dostluğuna darbe indirdi. O gece Aksu, sevgilisi Önder Fırat ve Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, Laila’ya deniz yoluyla gelmiş, ancak Yıldırım mekana girişleri sırasında kendilerini görüntüleyen basın mensuplarına son derece ters davranmış, fotoğraflarını sildirmeden de sakinleşmemişti. Bu olay sonrası Hıncal Uluç konuyu Sabah Gazetesi’ndeki köşesine taşıdı. Aziz Yıldırım’ı sert bir dille eleştiren Uluç, olayı Aksu’nun estetikli yüzüyle bağdaştırınca gerilim başladı.
ULUÇ NE YAZMIŞTI
Ünlü gazeteci köşesinde şunları yazdı. ‘Televole gecesinde orada yüzlerce fotoğraf makinesi, onlarca kamera olduğu bilinirken geleceksin. Sonra korumalarını gazetecilere saldırtacaksın. Aziz Yıldırım’ın magazin fotoğraflarından ne korkusu olabilir. Nasılsa gasptan kurtulmuş birkaç kareye bakınca anladım. Sorun Aziz Yıldırım değil Sezen. Doktorları izin vermediği halde yaptırdığı iğnelerle dünyanın en anlamlı yüzünü plastik maskeye çeviren Sezen, sahnede ışık gölge oyunları ile durumu idare ediyor ama yakın fotoğraflardan fena halde korkuyor. Erkek arkadaşı Önder Fırat, Fener’in eski yöneticilerinden. Sezen, Fırat, Yıldırım, denizden beraber geliyorlar. Flaşlar patlıyor. Sezen kızıyor. Aziz Yıldırım da duruma el koyuyor.’
İŞTE AKSU’NUN YANITI
Bu satırlara öfkelenen, yüzünün estetik ve botoks nedeniyle değil, geçirdiği ölümcül rahatsızlık nedeniyle bu hale geldiğini belirten Sezen Aksu da resmi internet sitesinde Hıncal Uluç’a sert bir yanıt verdi. İşte Sezen Aksu’nun kendi internet sitesinde Hıncal Uluç’a verdiği yanıt...
‘Sen zalim bir insansın Hıncal. Bilen bilir, ne kadar canım yanarsa yansın, ne denirse densin, ne olursa olsun konuşmak, cevap vermek adetim değildir. Bu kadar sert ve zor bir dünyada kişisel sıkıntıların kamuoyu önüne taşınmasını ayıp bulurum. Hırsın, öfkenin; insanın ahlakını değiştirmesine izin vermemenin erdemine inanırım. Kelimelerin gücünü, istenilirse ne kadar zehirli, kıyıcı, mahvedici olduğunu, üstelik bunun en alasını, en acıtanını yapabileceğini bilen biri olarak hiçbir şey için, hiç kimseyi kırıp dökmeye değmeyeceğine bütün kalbimle inanırım.
Ama sen zalim bir insansın Hıncal. Arkadaşlığımız niye bitti biliyor musun?
Senin ikili ilişkilerde de vazgeçemediğin iktidar tutkusuyla, gücünü sınamak için icat ettiğin uyduruk küslük oyunlarına geldiğim için değil. Orta sınıf ahlakıyla yetişenlerin çok iyi bildiği o vefa duygusuyla, bana benzemeyeni de sevebilmeyi, anlayabilmeyi değerli addederek, 25 yıla yakın sürüklediğim bu arkadaşlıkta hep içime sinmeyen, önceleri adını koyamadığım, içten içe hep rahatsızlık veren tuhaf bir sezginin; sonunda, bana rağmen pembe balonu patlatması yüzünden...
Sen en büyük harfler, en iri kelimeler ve büyük kahkahalarla gereğinden fazla sevgiden, iyilikten, dostluktan, sadakatten bahsederken çıkardığın gürültünün bana, hiç durmadan babamın, ‘İnsan en fazla kendinde olmayandan söz eder’ cümlesini hatırlatmasına engel olamadığım için. Sonunda bir reklam filmi hizmetine sunulan o kocaman kahkahayı, bir türlü sahici bir gülüşe benzetemediğim, insanın içine neşe yerine niye korku saldığını bir türlü keşfedemediğim için.
‘Hıncal, ne olur yazma beni köşende’ diye her rica ettiğimde; ‘Bu ülkede seni seveni severler. Çok tepki aldığım zamanlarda patlatıyorum bir Sezen Aksu, ortalık süt liman’ diyebilecek kadar pişkinleşebildiğin için...
Dört yıldır ölümcül bir hastalıkla uğraştığımı, bu hastalığın adının ‘Coushing sendromu’ olduğunu, en önemli belirtisinin kortizona bağlı aşırı yağlanma nedeniyle ‘moon face’ yani ‘ay yüz’ olduğunu ve bel-baş arasında yağ yastıkçıkları tabir edilen geçici doku deformasyonları oluşturduğunu, hastalığımın neredeyse tamamen geçtiğini, bu süreç içinde değil estetikçiye, dişçiye bile gitmemin yüzde yüz yasak olduğunu bildiğin halde, bu durumu başka türlü kullanabilecek kadar şeytanına yenildiğin için...
Benim hiç kimseyi kandırmaya kalkışmayacak kadar akıllı ve saygılı biri olduğumu unuttuğun için... Son olarak ‘zalimin meclisinde oturan da zalimdir’... Zalimin meclisinde oturmak istemediğim için...
Bunları neden yazdığımı daha iyi anlayabilmen için küçük bir hikaye ile tamamlıyorum yazımı:
Bir leylek, kendine yuva yapmak için yer arıyormuş. Epey bir bakındıktan sonra pek ünlü bir alimin evinin bacasına yapmış yuvasını, hem de bir şeyler öğrenirim diyerek. Bunu gören alim, ‘Vay sen benim bacama nasıl yuva yaparsın’ diyerek, büyük bir hiddetle, taş ve sopayla saldırmış leyleğe. Leylek zar zor canını kurtarmış ama kaçarken isabet eden taşlarla bir bacağını kırmış. Leylek adalete inanırmış. Mahkemeye vermiş alimi. Ve kazanmış davayı. Kadı, alimin de bir bacağının kırılmasına karar vermiş. Leylek itiraz etmiş hemen, ‘Aman Kadı efendi, lütfen ayağını kırmayın, kavuğunu alın yeter’ deyince, Kadı sormuş, ‘Neden?’ Leylek cevap vermiş, ‘Kavuğunu alın ki, başkaları da zalimi alim sanıp kırılmasın.’