Güncelleme Tarihi:
Hürriyet-Pazar, 23 Mayıs
Ufuk Güldemir’e Pakistan’lı ünlü avcısı Sait Han yardım ve yataklık yapmış, vurulacak ayının nasıl olması gerektiğini o anlatmış. Güldemir bu konuşmanın Papermoon’da geçtiğinin de altını çiziyor. Biz, bir ayı öldürmek için gerekli 25-30 bin doları bile bulamayanlar takımı, bu detayın önemini anlamıyor olabiliriz. Belki de ‘Kamçatka Ayısının Penis Kemiğini Sevenler Derneği’ böyle zengin mekanlarda buluşuyordur, kim bilir...
Bir kanlı cinayet bu kadar asil bir spor olarak, bu kadar keyif alarak anlatılır ancak. Hürriyet-Pazar da boşuna bir tam sayfa ayırmamış... Okumayanlara bir iki alıntı:
- Kamçatka ayılarının erkeği ortalama 600 kilo civarında. Somon mevsiminde balık yemeye başladıklarında 850 kiloya kadar çıkıyorlar. Kamçatka ayıları, Alaska’da yaşayan ayılarla birlikte dünyanın en büyük ayıları. Birinciliğin kimde olduğu tartışma konusu.
- ‘Bekle’ diyor Aleg, ‘Ben at demeden atma.’ Ayı yaklaşıyor, yaklaştıkça büyüyor. Büyüdükçe de büyüyor. Arada bir arkasına dönüp takip edilip edilmediğine bakıyor. Öylesine şişko ve kocaman ki, her adımında üstündeki post titriyor. 150 metreye kadar geldiğinde Aleg, ‘Shoot’ diyor. ‘But, just behind the shoulder.’
- Koltuğuna değil, koltuğun hemen arkasına atmamı istemesinin mantığı şu: Ayı o kadar büyük ki kurşunumla tek omzu kırılsa bile üç ayağı ile saldırabiliyor. Ayılar Kamçatka’da senede 3-4 tane köylü yiyor. Koltuğun hemen arkası, yani ‘just behind the shoulder’, yumuşak dokulu bir yer. Kalın kol kemiği yok. Merminin penetrasyon ihtimali ve bir karşı saldırıya meydan vermeden ayıyı yıkma ihtimali daha yüksek.
- ‘Meşgulcu köpek’ etrafında döne döne ayıyı bulunduğu yerde ayakta tutuyor. Ayı, gözleri köpekte, bizi göremiyor. Görüyor da köpekten kopamıyor. Aklı bizde, gözü etrafında dönen köpekte. Ayı ayakta...
- 338 Win Mag koltuğunda patladığında sanki yanardağ patlıyor..
- Koca cüsse önce sırt üstü yere yıkılıyor, sonra ayağa kalkıyor ve göğsünü, kurşunun değdiği yeri ısırmaya çalışıyor. Önüne geçilemez bir öfke topu, 100 bin beygir gücünde bir motorlu testere, kulakları sağır eden, adamı zürriyyetten kesen bir hiddet çığlığı.
- 338 win Mag bir daha konuşuyor. Sert konuşuyor: Kemik sesi. ‘Thump’
- Karla kan birbirine acıyla karışıyor. Kar ve kan bu kadar mı yakışırmış birbirine? Kızıl kar yağar mı hiç? Ayı ölünce kızıl kar yağıyor ey sevgili okur...
Ne müthiş bir zevk, düşünebiliyor musunuz? Her yer kan, hayvan acıyla çırpınıyor, bağırıyor... Neyse, devam edelim...
- Aleg’le beraber ayıyı yüzerken, balık kokan bu muhteşem hayvanı okşuyorum. Ellerimi etlerine sürüyorum. Yağını kokluyorum, kokusunu içime çekiyorum. Ya bir gören olsa ayıyı kokladığımı? Avcı niye avlar bu kadar muhteşem bir hayvanı?
- Ama iyi bir cevap da var: Bir tek çirkinleri mi avlayacağız?
- Penisinin içinde kemik olan tek canlı, ayı. Kemiğin topuzu gümüş kaplanarak içki karıştırıcısı yapılıyor. Ellerimle penisini açıp kemiğini çıkarıyorum. Bir karış uzunluğunda kalem gibi bir kemik.
Ufuk Güldemir, 3 saat İstanbul-Moskova, 9,5 saat Moskova-Petropavlosk uçuşu, 5 saatlik otomobil ve 4 saatlik de kar motosikleti yolculuğuyla, öldüreceği uygun bir ayı bulmak üzere Kamçatkaya ulaşmış.
Halbuki aynı zevki, daha yakında ve daha tehlikesiz yaşayanlar da var.
Aynı gün, 23 Mayıs tarihli Star’ın haberiydi.
“ABD’nin Irak’taki işkence skandalına şimdi de insan avı eklendi. Coniler, boş vakitlerini değerlendirmek için, suikast silahı Kanas’la 157 Iraklı kadını öldürmüş.”
Gerçi dürbünlü tüfekle vurmanın sakıncası, kırılan kemik sesi duyulmaz, kan üstünüze sıçramaz. Ayrıca Iraklı kadınların penisi de yoktur... Ama en azından sizi ısırmazlar, sonra Bağdat şuradan iki üç saatlik yol...
*
VE BU KAVGAYI ÖN SAFTA KADINLAR YAPIYOR!
Milliyet, 17 Mayıs
“Kocan seni yatağa çağırdığı zaman hemen koş, isteğine uy. Onunla yatağa gir ve arzusu varsa gider. Kocana hürmet et, emirlerini yerine getir. Seni her arzuladığında, özel durumun yoksa, isteklerini hemen karşıla. Yoksa gözü harama kayar. Dışarıdaki kadınlara yönelirse, vebal altına girersin yavrum...”
İstanbul Özel FM adlı radyodan bir alıntıymış bu. Kadınların, kocalarının karşısında nasıl davranması gerektiğini anlatan bir programdan.
Kadın, kocasının arzularını yerine getirmekle yükümlü. Eğer erkek “harama yönelirse” bunun da günahı kadının boynuna...
Ve Türkiye’de, kadını çarşafa sokmak için verilen mücadelede, bu kadınlar ön saflarda...
İnanılır gibi değil!
*
İYİ ŞEYLER DE OLUYOR, HESABI
Posta, 18 Mayıs
Hep iç karartıcı alıntılar yapmayalım. İşte iki tane, hem üzücü hem sevindirici haber:
- Küçük Meryem’in bir gözü, kazada, kör olmuş. Ailesinin imkanı yokmuş ameliyat ettirecek. Sınıf arkadaşları harçlıklarını biriktiriyormuş. Onlar da varlıklı zannetmeyin. Hepsi de Erzurum Karayazı’nın fukara çocukları. Ama yürekleri kocaman...
- Denizlili hayırsever öğretmen Mehmet Baysal başlatmış uygulamayı. Hayırseverler marketten alışveriş yaparken, fazladan bir iki malın, artık herkes imkanına göre, parasını da ödüyormuş. Bu ödenmiş malın ne olduğu bir kağıda yazılıp panoya asılıyormuş. Dar gelirli vatandaşlar bu panoda yazılı malları parasını vermeden alabiliyorlarmış. Maksat, alanı mağdur, vereni mağrur etmemek, hani der ya bizim güzel dinimiz “Sağ elin verdiğini, sol el bilmeyecek...”
*
ORTADAN KAYBOLARAK SIRRA KADEM BASTI
Milliyet, 18 Mayıs
Adam ilk karısından ayrılmış, kadına ve iki çocuğuna nafaka vermiyormuş zaten, üstüne tekrar evlenmiş. Bu arada adama Kanada’nın en büyük ikramiyesi isabet etmiş: 30 milyon Kanada doları yani yaklaşık (benim hesaplamam lazım çünkü haberi yapan eksik akıllılar zahmet buyurmamışlar) 33 trilyon Old Törkiş Lira. Ancak, adam çeki bozdurmamış, kimseye de söylemeden bir sene kasada saklamış. Önce karıyı (yine nafaka ödemeden) boşamış, sonra paracıklarını almış...
Hani bir fıkra vardır (Ayper Hanım okumasın, çünkü daha önce anlattım, şimdi tansiyonu fırlar alimallah!) adam eve gelmiş, karısına “Büyük ikramiye bana çıktı, çabuk valizini yap!” demiş. Kadının gözleri parlamış, “Dünya turuna mı çıkıyoruz sevgilim?” Kocası gülmüş, “Ne dünya turu be kadın, sen annenin evine gidiyorsun...”
Bu gırgır haberin son cümlesi muhteşem (!) :
“Sobeski (adamın adı), bu tarihten itibaren ortadan kaybolarak sırra kadem bastı.”
Biliyorsunuz “ortadan kaybolmadan” da sırra kadem basılır!!!
*
ARTIK TOPLU KIYIM ZAMANI GELMEDİ Mİ?
Hürriyet, 18 Mayıs
Türkiye’ye geçerken uğradım ziyareti yapan ve bizi Irak’taki cehenneme çekmeye çalışan İngiltere Başbakanı Tony Blair, “İşimiz bitene kadar Irak’tayız” demiş.
Günde ‘sadece’ 50 Iraklı öldürerek bu iş yüzlerce yıl sürer. ABD ile İngiltere’nin artık toplu katliama başlaması lazım!!!
*
SÜREKLİ DEVRİM
Milliyet, 19 Mayıs
Milliyet Gazetesi, 19 Mayıs bayramını sürmanşetten verdi: 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı kutlu olsun! (Atatürk’ün bir fotoğrafı, Bandırma Vapuru’nun temsili bir resmi ve bir slogan) BU YOLCULUK HİÇ BİTMEYECEK!
Milliyet farkında değil ama bu yılki 19 Mayıs başlıklarının en güzeli buydu.
BU YOLCULUK HİÇ BİTMEYECEK ! Mustafa Kemal’ın Samsun yolculuğu hiç bitmeyecek gerçekten... Her sene yeniden, yeniden Samsun’a çıkmak gerekecek.
Anadolu İhtilali’ni yapıp bitirdik zannediyorduk, aksine, Troçki’nin ‘sürekli devrimi’ gibi, BİTMEYEN BİR DEVRİM bizimki...
Bölücülükle, gericilikle, geri kalmışlıkla, cehaletle mücadelemiz ASLA bitmeyecek!
(Not: İstanbul’da Beşiktaş Belediyesi’nin 16 Mayıs’ta başlattığı kutlamaların sloganı da bir GARİP’ti: Atatürk’ü uğurlama...)
*
BİRİ FENA ŞİŞMİŞ
Sabah ve Birgün, 19 Mayıs
Aynı haber, aynı fotoğraf (adamın biri kafasına tabancayı dayamış), iki farklı resimaltı.
Birgün : “Kongre Partisi önünde İtalyan asıllı Sonia Gandi’nin başbakanlığını protesto için kafasına silah dayayan bir gösterici son anda engellendi.”
Sabah : “Polis, başına silah dayayıp ‘O başbakan olmazsa intihar ederim’ diye tehdit eden bir Gandi destekçisini etkisiz hale getirdi.”
Birisi fena sallıyor, ama kim?
*
İŞTE HABERCİLİK BU...
haberturk.com, 20 Mayıs Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, iki günlük resmi ziyaret için geldiği Romanya'daki temasları çerçevesinde beraberindeki Türk heyeti ile birlikte Romanya Başbakanı Adrian Nastase liderliğindeki Romanya heyeti ile görüştü. Sanayi Bakanı Ali Coşkun, masasındaki su bardağını devirince kısa süreli heyecan yaşandı.
FLAŞ FLAŞ FLAŞ : Başbakan'ın su bardağı devrildi!
(Erkin Ayvat'a tşk)
*
ÇANKAYA YERİNE EZANKAYA
DB Tercüman, 20 Mayıs
Ilıcaklar’ın Tercümanı çok hızlı bir dinci oldu nedense. Demek ki bu cepheden bir ekmek bekliyorlar. İmam hatipleri, türbanı, AKP’yi laik basına karşı dişiyle tırnağıyla savunma görevi de Nazlı Hanım’a düştü. Allah bağışlasın!
AKP’lilerin ‘gizli takvimleri’nin en önemli merhale taşlarından birini açık ediyor bugün Nazlı Ilıcak: “Türkiye, yeni cumhurbaşkanı seçilene kadar 3 sene daha sabretmek zorunda. 3 sene sonra Çankaya, bugün CHP tarafından temsil edilen ve halktan da hiç destek bulmayan (Nazlı Hanım makam aracından inmiyor belli ki...) bu zihniyetten kurtulacak. Devletin milletle bütünleşmesi ancak o zaman sağlanabilecek.”
Dincilerin hedefi yıllardır budur zaten: ÇANKAYA’NIN EZAN TEPEKAYA GELMESİ!
O zaman Devlet’i tam ele geçirmiş olacaklar...
Ah bir de şu namussuz Asker olmasa!
*
CİNAYET BAŞKA, ADAM ÖLDÜRME BAŞKA
Hürriyet-Kelebek, 20 Mayıs
Ayna köşesinde Ebru Çapa yazıyor:
“Kadın suçlarında birinci sırada yüzde 57,6’lik bir oran ile cinayet, ikinci sırada ise yüzde 14,4 ile adam öldürme ve yaralama bulunuyor.”
Cinayetle adam öldürmeyi nasıl ayırt etmişler acaba?
*
AYY, NE KÖTÜ OLUR İNSAN!
Milliyet, 20 Mayıs
Başbakan 19 Mayıs törenleri sırasında bazı başarılı öğrencileri kabul etmiş ve birer kol saati hediye etmiş.
Ama kol saati hediye ettiği öğrencilerden Yusuf Akgün’ün ... kolları yokmuş.
Başbakan sıkılmış. Gerçekten insan ne kötü duruma düşer, değil mi!..
*
ATATÜRK’ÜN FİKİRLERİNİ BİR KENARA BIRAKALIM MIŞ...
Milliyet, 20 Mayıs
Milliyet yazarı Taha Akyol MHP kökenlidir ve benim aşırı bulduğum sağın kenarında durur hep. Bugünkü yazısında Atatürk’ü putlaştıranları (haklı olarak, ben de hep ‘Mustafa Kemal’e yapılacak en büyük iyilik onu Atatürkçüler’den kurtarmaktır, derim.) eleştirirken, yazısını şöyle bitiriyor:
“Artık Atatürk’ü bir doktrin babası değil, bayrak gibi milli bir değer olarak anlayabilmenin zamanı gelmedi mi?”
Atatürk’ü asıl putlaştırmak, onun fikirlerini, doktrinini, icraatını düşünüp anlamak yerine ona bir Bayrak gibi tapmak değil midir?
Akyol savunduğunun tam tersini öneriyor.
Atatürk’ü bayrak gibi bir millî değer yapmak, ondan ‘kurtulmanın’ da en iyi yoludur, bu arada...
*
DİPLOMAYA DİKKAT !
Vatan, 21 Mayıs
Cem Uzan’ın sahte belgeyle askerlik yaptığı anlaşılınca, yaptığı kısa dönem askerlik geçersiz sayıldı. Üsküdar Askerlik Şubesi Uzan’ın ‘askerliğini er olarak mı yoksa yedeksubay olarak mı yapacağına karar vermek için’ diplomasını talep etmiş.
Aman diploması gerçek ki, iyi baksınlar!
*
MAYINA BASIP ÖLMEK SUÇ OLMALI!
Birgün, 21 Mayıs
Nüsaybin’de devlet tedbir almadığı için insanlar mayına basıp parçalanıyor.
Güldal Kızıldemir’in haberi dehşet.
Diyarbakır Barosu Valilik’e başvurmuş, mayınlı alanlarda tel örgü ve uyarı levhası bulunmadığı için insanların hayatı tehlike altında.
Valiliğin cevabı: “Şahıslardan bazılarının bilinçsiz veya kasti davranılşarından dolayı hem devlet malına zarar vererek suç işledikledi, hem de...”
Bence de Valilik haklı! Kardeşim mayına basıp ölmek istiyorsan, öl, kendi bileceğin iş, ama ölürken mayını da patlatıyorsun. Bunun adı devlet malına zarar değil de nedir?
*
BÜLENT’İN KABUSU!
Milliyet, 21 Mayıs
Bülent Ecevit, nasıl olduysa, zaten bitip tükenmiş olan DSP’nin genel başkanlığına tekrar aday olmadığını açıklamış. Ama Rahşan Hanım imza topluyormuş, Ecevit tekrar aday olsun diye...
Kabus gibi vallahi!
*
SÜRÇTÜ
Milliyet, 21 Mayıs
Başbakan haklı olarak İsrail’in Filistinliler’i katletmesine isyan etti, sert bir açıklama yaptı. Ama bir cümlesine çok güldüm: “Bir baba olarak hüzünlendim. Sivil savunmasız insanları çoluk çocuk ayırt etmeden vurmanın hukukta hiçbir izahı yoktur.”
Sivil savunmasız insanlar ne demek?
*
YAA, NE DEMEZSİN!
Hürriyet, 22 Mayıs
İstanbul Beylikdüzü’nde Belediye Başkanlığı’nı AKP’li aday kazanmış. İlk ciddî icraatı, ana caddelere hoparlör döşetip, vatandaşlara 5 vakit ezan dinletmek imiş. Bu uygulamanın 19 Mayıs’ta başlamasına tesadüf diyor Başkan.
Eminim!..
*
NERDE BİZDEKİ POLİS!
Milliyet, 22 Mayıs
Uyuşturucu kaçakçısı Nejat Daş, Madrid’de sokak ortasında polisten daya yiyince Türkiye’ye dönmek için başvuru yapmış. Hatırlarsınız Alaattin Çakıcı da Marsilya’da tutuklu bulunduğu cezaevinde o kadar eziyet görmüştü ki, kaçtığı Türkiye’ye gönderilmek için yalvarmıştı...
Eee, nerede bizimki kadar ‘anlayışlı’ polis?
Milliyet’in bu haberi manşet yaptığı sayısından size birkaç haber daha:
- Müebbed hapis cezasıyla yargılanan, müebbede mahkum edilen Malki Cinayeti zanlısı (artık suçlusu) Erol Evcil, ‘tutuksuz’ gezdiği için ortalarda yok, kaçmasından korkuluyor. (Adam cinayettin idamla yargılanıyor ama tutuksuz... Siz hele bir polisin düğmesini koparın bakın!)
- Polis, Alaattin Çakıcı ile Sinan Engin arasındaki telefon konuşmalarını dinlediği halde, tedbir alınmamış, Çakıcı güzel güzel tüymüş.
- Çakıcı’nın adamlarının kafeterya ruhsatı almasına bir emniyet müdürü yardım etmiş...
Eee, bu kadar ‘anlaşıylı’ polise alışkın adam, gurbette yapamıyor tabii ki...
*
E-FATİHA
Gazeteler, 22 Mayıs
Türkler girişmeye karar verdi mi (girişim kelimesi bu fiilden geliyor, değil mi?) mucizeler yaratıyor gerçekten, yaratıcılıklarının sonu yok.
Okumuşsunuzdur a, Burdurlu iki delikanlı, bir internet sitesi kurmuşlar. Beldelerindeki 800 kabirin fotoğrafını çekip, www.tekin.info Sekiz ayda 15 bin kişi bu yolla ‘Sanal mezarlık ziyareti’nde bulunmuş. Sormuşlar, Diyanet caizdir diyor... * ELİ TİTRERKEN...
Ecevitler’in Ankara Temsilcisi Fikret Bila’nın haberi. DSP’deki görevini nihayet bırakacak olan Ecevit, yeni genel başkanı için ‘Birini işaret edecek’ imiş.
Ecevit, sıfırladığı DSP’nin başına geçecek olan garibana nasıl bir ‘işaret’ yapacak, bilmiyorum, ama eli titrerken yanlışlıkla kendini gösterir diye endişe ederim...
*
VAKIF DEĞİL ORİYANTASYON KURSU MUBAREK
Sabah, 23 Mayıs
“Bu yurtta kalan öğenci, ileride kabineye giriyor” diye yazmış Sabah.
Akademik kariyer yapmak üzere İngiltere’ye giden Türk öğrencilere yardımcı olmak üzere kurulmuş Türkyar Vakfı. (Nedense, vakıftan destek görenlerin, vakfın yurdunda yatanların hiçbiri akademik kariyer yapmamış ama olsun..)
Bakın kimler bu vakıfça okutulmuş: Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, MEB Hüseyin Çelik, Devlet Bakanı Mehmet Aydın, Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Tarım Bakanı Sami Güçlü, Devlet Bakanı Beşir Atalay, gazeteci Fehmi Koru, Yusuf Kaplan, tarihçi Ali Akyıldız ve Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu...
Eh, vakfın kime ve neye hizmet ettiği de böylece anlaşılmış.
Ama haberi yapan gazeteci arkadaşımızın aklına ‘Bu kadar da tesadüf olur mu?’ diye sormak, sorgulamak gelmemiş. Yahut da gelmiş de, işine gelmemiş!