Güncelleme Tarihi:
Kemal Kılıçdaroğlu ile Birgün gazetesinde köşe yazdığım dönemde tanıştık. Yurtiçinde ve dışında birkaç etkinliğe birlikte yazar olarak katıldık ama yakın ilişki kurmadık. Milletvekilliği adaylığımı Kemal Bey ile hiç konuşmadım. Zaten hiçbir adaylığım öncesi genel merkeze gitmedim, genel başkanla görüşmedim. Koca koca adamlar yarı yaşındaki insanların önüne çıkıp kendini anlatıyor. Çok onur kırıcı bu. Bu kadar ezilebilen insandan aktif siyasette çok onurlu işler beklemem zaten. Bu söylediğim bütün partiler için geçerli. Sokaktaki insanın Meclis’e saygısının ve güveninin yok olması boşuna değil.
Meclis benim için bir hayal kırıklığı. Bunu aşacağım mutlaka ama siyaset kurumuna saygımı yitirmek istemezdim. Sayın genel başkanı çok seviyorum. Çok da onurlu bir mücadele veriyor. Birkaç kişi var böyle hakikaten çok sevdiğim, çok saygı duyduğum. Meclis’te güce boyun eğen, güçsüze aslan kesilen bir yapı var. Geçen gün bir arkadaşımıza söyledim. Akıl konusunda hiç sorun yok. Herkes inanılmaz akıllı. Meclis'te eksik olan vicdan ve estetik. Herkes, ne yaparsam yeniden seçilirim mücadelesi içinde. Bir daha milletvekili seçilmesem ne kaybederim? Ben bu sürede ne yaptığımla ilgiliyim. Elimin yüzümün akıyla bu dönemi bir geçeyim bakalım.
PARTİNİN GENETİĞİYLE OYNANMIŞ
CHP’nin devrimci, Mustafa Kemal’in ateşli yurtsever çizgisi var. O çizgisinden sapmaması gerektiğini düşünüyorum. Çığırtkanlık yapan bir milliyetçilik değil. Ama halkının değerlerine, kültürüne sahip çıkan bir siyasal anlayış. Açık konuşmam gerekirse, 20 yıldır partinin genetiğiyle oynanmış. Demokratik çizgiye dönebilmesi, parti içi demokrasinin sağlanabilmesi için çaba sarf etmek lazım. Bu konuda genel başkanın iyi niyetine son derece güveniyorum. Partinin o devrimci sol değerleriyle de oynanmış. Sosyalist Enternasyonal’den çıkarılma noktasına gelmiş bir sosyal demokrat parti olabilir mi? Olmamalı. 2007 genel seçimlerinden sonra oluşan pasif ortamdan çıkalım diye tek başıma Bodrum’dan Fethiye’ye altı gün boyunca yürüdüm. 'Tam Bağımsız Demokratik Türkiye'ydi sloganım. Çalışmaktan korkmam. Herkesten de bunu beklerim.
DONDURMAM GAYMAK
Yerel değerlere sahip çıkma çabasıydı
Gençliğim Dev-Genç, Deniz Gezmiş'ler dönemine denk geldi. Dolayısıyla fotoroman okuyarak büyümedik; kahramanlarımız canlıydı. Kasabanın abileri politik adamlardı. Bizi kahve köşelerinden kurtardılar. Yaşar Kemal, Jack London kitaplarını onlar sayesinde tanıdım. O dönemde Milas’ın özgün bir yapısı vardı; şimdi çok kozmopolit. Birilerinin değerlerini değiştirmeye başladığını gören insanlar endişeyle evlerine kapandı, şimdi televizyon seyrediyorlar. Bir yabancı kültür bombardımanı var ama bu sağlıklı değil. Yoz kültürlerin saldırısı. Gençliğimizde köy düğünlerinde Beatles, Comparsita çalar, mini etekli kızlar dans ederdi. Şimdi Ege'nin kasabalarında dahi çarşaflılar görüyorsunuz. 'Dondurmam Gaymak' filminde rol almam da aslında yerel değerlere sahip çıkma çabası. Ege türküleri söylememin nedeni de bu. ODTÜ’de McDonalds açılmasına karşı imza verirken de amacım aynıydı. ODTÜ’ye şimdi McDonalds açıldı tabii. Darbeden sonra gelen ekip gerekeni yaptı.
KÖŞE YAZILARI
Batılılaşmakla çağdaşlaşmak karıştırıldı
Bir yazımda “Anadoluluyum, Türk'üm ve bağımsız bir yurtseverim. Üstelik ne döneri, ne kahveyi, ne türkülerimizi, ne güzelim Anadolu masallarını vermeye niyetim yok. Yani işi, ‘Türklerin de bu ülkede kendi kaderini tayin hakkı var’ noktasına mı getirmek istiyorlar, anlamıyorum” demiştim. Kendi değerleriyle evrensel değerleri kaynaştırmak gerekiyor. Japonlar ve Güney Amerikalılar çok iyi yaptı bunu. Bir yoz hale gelen kimler var? Yunanlılar, Bulgarlar, Ermeniler ve biz. Batılılaşmakla çağdaşlaşmak karıştırıldı. Bu yazıyı 'yayın politikamıza aykırı' diye gazeteye koymadılar. Ondan sonra bir daha da köşe yazısı yazmadım.
HAVACILIK
Oğlumla Ankara üzerinde dolaşıyoruz
Amcam havacıydı. Ona mı öykünürdük bilmiyorum ama uçmak fikri çok hoşuma giderdi. Hava Harp Okulu sınavını kazandım. Ama sekiz sorti uçuş yaptıktan sonra bıraktım. Havacılık tamam ama askerlik herkesin mizacına uygun değil. Ankara'da özel bir havaalanında arkadaşlarımız var. Bazen oğlum Karya ile küçük eğitim uçaklarına biniyoruz. Bir saat Ankara üstünde dolaşıp geliyoruz. O bana altı ay yetiyor.
ODTÜ
Birinci Şube'nin tadını aldım
ODTÜ, asıl politik oluşumumun tamamlandığı, rayına oturduğu yer. "Solcuyum" diyordum ama kasabadan çıkmış biri için ODTÜ hayal edilemeyecek bir ortamdı. İnsanların sürekli birbiriyle konuşup tartıştığı, her salonunda ünlü sanat ve düşünce insanlarının farklı konuları anlattığı bir düşünce alanıydı. Müziğin politik bir yapısı ve felsefesi olabileceğini, bir anlatım aracı olabileceğini orada öğrendim. Ama hiçbir örgüt veya grup içinde yer almadım. Sempatizan oldum ama hiç militan olmadım. Öğrencilikte Birinci Şube’nin tadını da aldık. Hep beraber götürüldük. İzmir’de de bir süre gözaltı yaşadım. Bayağı hırpaladılar.
MÜZİK
Elimde bağlama varken kız arkadaşım yanımda yürümezdi
Babam taşocağı işçisi, annem ilkokulda hademe. Evde bir kültür var, sokakta başka. Sokak kültürü de efendime söyleyeyim; devrimci kültür diyoruz. Oturup Cem Karaca, Üç Hürel, Beatles dinliyoruz. Onları dinlemek ayrıcalık. Dolayısıyla da gitar çalmaya çalışıyordum. Ama evde de Neşet Ertaş dinleniyordu mesela. Radyoda, 'Köye türküler' programı olurdu saat altıda. Babam işe gitmek için kalktığında onu açar dinlerdi. Ege Türküleri, Talip Özkan, Özay Gönlüm... Hoşuma da giderdi. Önce bağlama küçümsendi. Gitar çalmak özel bir şey gibi görüldü. Sonra Ruhi Su, Rahmi Saltuk, Zülfü Livaneli bağlama çalmaya başlayınca, “Haa böyle de olabiliyormuş” deyip bağlamayı da sahiplendim. Ama bizim orada çok fazla bağlama çalan olmadığı için hoca da olmazdı, kendim öğrendim. Kız arkadaşım elimde bağlama varken yanımda yürümezdi mesela. Gitar varken yürürdü ama... Şimdi gencecik şehirli kızlar, Kızılay’da sırtında bağlamayla dolaşıyor.
EGE TÜRKÜLERİ
Herkes deli misin dedi
1982’de tiyatroyla 12 Eylül’ün arkasından üniversitede yaratılan o korku ortamını yok edip sanat kültür ortamını geri getirmeye çalışıyorduk. İlk önce amatör tiyatro şenliği yaptık. Eftal Küçük ile tiyatro şenliği arasında buzuki-bağlama çalıyorduk. Sonra baktım o müzikten kopuyor, Ege türkülerine yöneldim. Herkes bana “Deli misin! Kim ne yapsın Ege türkülerini” dedi. Ama ben 'Türküleri Ege’nin' albümünü yaptıktan sonra patladı. Elimde saz konserden konsere dolaştım. Şimdi türkü söylemek cahil eylemi olmaktan çıktı. Eskiden köylü diye bakarlardı.
SAĞLIK
Sigarayı bıraktım gözüm düzeldi
Bir ara benim için sanat şak diye kesildi. 13 yıl kadar önceydi. Bir-iki dergide haber çıktı, 'Sesini kaybeden ozan' diye. Bir ara gözlerimden rahatsızlık geçirmiştim. O dönemde çalıp söyleyebiliyordum aslında. Sadece gözlerimde atak olduğunda bir defa konser iptal ettim. İki yıla yakın hiç konser veremedim. Sesini kaybetmiş adamı konsere niye çağırsınlar? O dönem tam mühendisliğe dönmeye karar verdim; 24 konserlik bir teklif geldi. Gözdeki rahatsızlık için de Behçet hastalığı dediler. GATA'nın dekanı Tümgeneral Zeki Bayraktar nikotinin göz köküne Behçet hastalığına benzeyen zararlar verdiğini anlattı. Şak diye sigarayı bıraktım, üç ay sonra ataklar kesildi; altı ay sonra gözümde hiçbir rahatsızlık kalmadı.