Ezgi BAŞARAN/ebasaran@hurriyet.com.tr
Oluşturulma Tarihi: Ekim 09, 2006 00:00
İngiliz fotoğrafçı Martin Parr onlu yaşlarında dedesinin yardımıyla çekti ilk fotoğrafını. 80’li yıllarda başladığı İngiliz orta sınıfının hayat alışkanlıklarını ve bu hayatın sıradanlığını fotoğraflama projesi yakın zamana kadar sürdü. Bu fotoğrafları nedeniyle alaycılıkla ve duygu sömürüsü yapmakla suçlandı, başka bir gezegenden geldiği iddia edildi.
Bugün 54 yaşında ve kariyerinin zirvesinde. Onu ticari bir canavara dönüştürdüğünü düşündüğü prestijli Magnum ajansının bir parçası. Kariyerindeki tek marka çekimini birkaç ay önce Mavi Jeans için yapmış, markanın 2007 sonbahar-kış koleksiyonunu görüntülemişti. Mavi’ye sadık kaldı ve markanın 15. yılını kutladığı bugünlerde ikinci çekim için İstanbul’da geldi. Bu çekimin konusu biraz farklı. Türkiye’nin sosyal ve kültürel hayatına yön veren, stil sahibi 38 kişiyi fotoğrafladı. Bu fotoğraflar Kasım’da çıkacak bir kitapta toplanacak.
Bugün sizin fotoğraflarınıza bakıyor olmamızı büyükbabanıza borçluyuz değil mi?
-Büyükbabam emekli olmuştu ve boş vakti vardı. Amatör olarak fotoğraf çekiyordu. Küçükken onu ziyarete gittiğim bir gün bana fotoğraf çekmeyi öğretti. Benim için her şey o gün başladı.
Ara Güler kendisine fotoğraf sanatçısı denmesine kızıyor, foto-muhabiri denmesini istiyor. Sizin tercihiniz ne?
-Fotoğrafçı denmesi uygundur.
Magnum fotoğrafçısı olmanın sizin için anlamı nedir?
-Öncelikle çektiğiniz fotoğrafları satmak için çok iyi bir araç. Bağımsız bir ajans olması çok önemli. Corbus ya da Getty’nin dışında bir şey yapmak bugünlerde çok zor. Çünkü fotoğraf camiasında çok güçlüler ve ben onların bir parçası olmak istemezdim. Magnum’a üye olmak çok zor bir iştir. Her yıl binlerce başvuru olur ve yönetim kurulunun oylarıyla kabul ya da ret cevabı alırsınız. Genelde ret cevabı alırsınız aslında. Tam bu yüzden de parçası olduğumda çok mutlu oldum. Herkes kadar ben de snobum, zor olanın parçası olmayı yeğliyorum. Sonuçta beni ticari bir canavara dönüştürse de, dürüst olmak gerekirse Magnum çok prestijli bir fotoğraf ajansı.
MAVİ’Yİ SEVİYORUM ONUN İÇİN KABUL ETTİM
Ticari bir canavara mı dönüştüğünüzü düşünüyorsunuz?
-Elbette. Magnum’da çalışmaya başlamadan önce hiç ticari fotoğraflar çekmezdim. Sadece kendi istediğim şeylerle uğraşırdım, sergiler açardım. Şimdiki halime bir bakın! İstanbul’da Mavi Jeans için fotoğraf çekiyorum.
Bu kadar sıkıntı veriyorsa size yapmayabilirdiniz. Paraya ihtiyacınız olduğunu sanmıyorum. Devasa bir evde oturduğunuzu ve hayli zengin olduğunuzu duydum?
-O kadar zengin değilim canım. Hem hayatta duramazsınız, mutlaka bir şeyler yapacaksınız. Ama elbette bazen çok iyi kazanacağınızı bilseniz de bazı işleri geri çevirmek gerekir.
Peki Mavi’nin projesini niye kabul ettiniz?
-En önemli sebebi Mavi Jeans’i marka olarak seviyor olmam. Bir tane Mavi marka kotum var, umarım bu işin sonunda bana bir tane daha verirler. Şaka bir yana, markalar için hiç çekim yapmıyorum. Bir tek yine Mavi için bir çekim daha yapmıştım. Dolayısıyla beni istismar eden bu tek markaya sadık kaldım diyelim.
Nasıl bir çekim yaptığınızı anlatır mısınız Mavi için?
-Elime fotoğrafını çekmemi istedikleri kişilerin isimleri verildi. 360’a geliyorlar, onlara ne iş yaptıklarını soruyorum, sonra da portrelerini çekiyorum. Kişilerle ilgili özellikle önceden bir araştırma yapmadım. Bunun fotoğrafların orijinalliğine katkıda bulunacağını düşünüyorum.
FOTOĞRAFLARIM KENDİ İKİYÜZLÜLÜĞÜMÜN PORTRESİ
1986’da Bristol’de bir plajda çöpler arasında güneşlenen insanları çektiğiniz için çok tepki aldınız. Sizin gösterdiğiniz sıradanlığı pek görmek istemiyoruz galiba?
-Alaycı olduğumu ve fotoğraflarını çektiğim insanların özel hayatlarını suiistimal ettiğimi söylediler.
Siz ne söylediniz bunlara karşılık?
-Evet kesinlikle suiistimal ettim çünkü zaten içinde insan olan bütün fotoğrafların suiistimal etme özelliği var. Bu noktada ben bir istisna değilim. Ama bu konuda eleştirilmeyi de anlamıyorum. Örneğin siz gazeteciler de bir bomba olayının haberini verirken, en sert fotoğrafı kullanıyorsunuz. Bir bakıma insanların çaresizliğini ve korkularını suiistimal ediyorsunuz. Böyle düşünmek lazım.
Sizin fotoğraflarınızda İngiltere’nin dönüşen orta sınıfının alışkanlıklarını görüyoruz. Siz de orta sınıf bir aileden geliyorsunuz değil mi?
-Evet. Genellikle eleştiriye yol açan fotoğraflardaki o insanlar gibiyim bende. Bu durumda onların sıradan hayatını görünür kılmam da kendi ikiyüzlülüğümün bir portresi oluyor. Bence benim fotoğraflarımın insanları rahatsız etmesinin bir sebebi de bu. Baktıklarında kendi ikiyüzlülüklerini görüyorlar, sonra suçu bana atıyorlar. Ama bunu çok problem etmiyorum açıkçası.
İngiliz sanat ortamında hálá tartışma yaratan bir insan mısınız?
-Öyle olduğunu söyleyebilirim. Benim işlerim sergilendiğinde ya da bir dergide çıktığında çok konuşuluyor. Bazıları beğeniyor, bazıları da acı bir şekilde eleştiriyor. İki türlüsü de benim hoşuma gidiyor.
EN İYİ İŞİM GERİDE KALDI DERSENİZ BİR ADIM İLERLERSİNİZ
En iyi işinizin geride kaldığını söylemiştiniz bir röportajda. Bu çok şevk kırıcı ve kötümser bir bakış açısı deği mi?
-Aman Allahım! İyi ki bir röportajda bunu söyledim, bir türlü peşimi bırakmıyor, her yerde bana soruluyor! Neyse önemli değil çünkü söylediğimin hálá arkasındayım. Bence insanın düşüşe geçtiğini kabul etmesi çok önemli. Bunu kabul ettiğinizde kendinize geliyorsunuz, rehavetten kurtuluyorsunuz. İronik ama geri gideceğinizi söylediğinizde bir adım ilerliyorsunuz. Şu da bir gerçek ki ben 54 yaşındayım, gençliğimdeki zihin ve beden enerjime, açlığıma şu anda sahip değilim. Elbette düşüşe geçtim, kaçınılmaz bir şey bu!
Cartier-Bresson sizin için "Topluma nihilistik bir açıyla bakan, başka bir gezengenden gelen biri" demiş. Bunu iltifat olarak mı alırsınız?
-Tabii ki. Cartier-Bresson’un iyi ya da kötü sizinle ilgili herhangi bir şey söylemiş olması iltifat olarak alınmalı. Çünkü sizi fark etmiş olması bile bir başarıdır.
KİMLERİ ÇEKTİ
Athena Gökhan, Mercan Dede, Sevil Sert, Ferhan İstanbullu, Elif Mısırlı, Ayşe Arman ve Nil Karaibrahimgil, Coşkun Aral, Bülent Erkmen, Murat Türkili, Ali Taran ve oğlu, Nilüfer Göle, Pamela, Hakkı Mısırlıoğlu, Selman Bilal, Fatoş Yalın, Güllü Aybar, Zeynep Fadıllıoğlu, Cemil İpekçi, Teoman, Bennu Gerede, Fem Güçlütürk, Rebecca ve Sinan Çetin, Nejat Yavaşoğulları, Günseli Kato, Neslihan Yargıcı, Yüksel Bakış, Arhan Kayar, Şebnem Çapa, Hakan Ezer, Nahide Büyükkaymakçı, Clio, Ertekin, Ece Sükan, Emel Kurhan, Eda Taşpınar.
FOTOĞRAF TAPINAĞI MAGNUM AJANSI
İkinci Dünya Savaşı’ndan iki yıl sonra Robert Capa, Henri-Cartier Bresson, George Rodger ve David Seymour tarafından kuruldu. Dünyanın bu savaşı atlatmasına fazlaca şaşırmış, geriye ne kaldıysa belgelemek istemişlerdi, amaç buydu. Bu dört fotoğrafçının kurduğu bağımsız ajansa dünyanın her yerinden binlerce fotoğrafçı üye. Televizyon, gazete ve reklam sektörüne fotoğraf satıyorlar. Arşivinde 1 milyon fotoğraf bulunuyor.