Güncelleme Tarihi:
Marcus Schenkenberg. Dünyanın en pahalı erkek top modellerinden. 30 yaşında bir ‘‘çıtır’’. Ülkenin tanınmış erkek giyim markası Damat'ın katalog çekimi için İstanbul'a gelen ünlü mankenle çekim maratonunun sonunda, İstanbul'daki ilk ve son gecesinin ilerleyen saatlerinde Boğaz turu sırasında sohbet ettik. Birbirimizi zor duyuyorduk, fonda Pasha'nın müziği vardı.
Uzun saçlı, müthiş vücutlu, vahşi ve kırılgan, yürek hoplatıcı, güzel erkek. Üstelik kalbi boş!
Kendimi seksi bulmuyorum
Barda konuşmaya başlıyoruz. Klasik bir soruyla başlıyorum, İstanbul'a ilk gelişi ya, bu kısa süre içinde çok memnun kaldığını söylüyor. İnsanlarımızı çok sıcak bulmuş, camilere ise hayran kalmış.
‘‘Marcus’’, diyorum, ‘‘Model olmak, mankenlik, hoş görünmek, biraz kadın dünyasına ait şeyler gibi. Kendini böyle farklı bir dünyada, hissettiğin oluyor mu?
‘‘Hayır’’ diyor. ‘‘Kendim olarak kalıyorum, işimde kişiliğimi koruyorum. Kadınlara ait bir dünyada gibi hissetmiyorum. Güzellik rutinim yok. Yalnızca her gün sekiz saat uyumaya özen gösteriyorum.’’
Peki, ya içki, sigara? Fazla kullanmıyor. Ama sigaranın kötü bir alışkanlık olduğunu, 2000 yılında bırakacağını söylüyor.
Top model olmak çok hareketli ve parıltılı bir yaşam demek. Hiç sıkıldığı oluyor mu? ‘‘Evet, zaman zaman. Çok planlı ve çok tempolu bir yaşam tarzı. Bütün parıltısına rağmen can sıkıcı bulduğum da oluyor’’ diyor.
Biraz da film kariyeri üzerine laflıyoruz. En beğendiği ve birlikte çalışmak istediği yönetmenler, Oliver Stone ve Steven Spielberg. (İki uç, epey bir esneklik söz konusu demek ki.)
En beğendiği ve birlikte oynamak istediği aktrisler Michelle Pfiffer ve Cameron Diaz.
Birlikte oynamak istediği aktörleri soruyorum: Robert DeNiro ve Al Pacino. Ya en beğendiği aktörler? Bunlara ekliyor: ‘‘James Dean, Marlon Brando’’. Dayanamayıp mırıldanıyorum: ‘‘..on the cover of the magazine.’’ Madonna'nın ünlü Vogue adlı şarkısının sözlerini hatırlattığını söylüyorum. Meğer Madonna'yı çok severmiş.
Marcus, Aslan burcuymuş. Şu anda kalbi boş. Altı ay önce sevgilisinden ayrılmış. ‘‘Peki, tipin ne’’ diye soruyorum. ‘‘öyle belli bir tip çizemem. Sarışınları ya da kumralları tercih ettiğimi söyleyemem. Önemli olan anlaşmak ve kimya’’ diyor.
Kendisini seksi bulmadığını söylüyor. Suçu verdiği pozlara ve fotoğraflara yüklüyor. Şiarı, ‘yaşamak ve nefes almak’...
Yüksek sesli müzik yüzünden hızlandırılmış röportajı artık bitireyim diye düşünüyorum.
‘‘Son bir soru’’, diyorum:
‘‘Galaksiler arası bir güzellik müzesine dünyadaki güzelliğin timsali bir obje, bu bir insan veya bir hayvan, herşey olabilir, göndermek istersen ne gönderirdin?’’ diyorum.
‘‘Gökyüzü ve yıldızlar’’ diyor.
Bu bir ironi mi?
Oradan ayrılırken hoparlörlerden Whitney Houston'un şarkısı yükseliyordu: ‘‘It's not right, but it's okey’’...
Onu hepimiz tanıyoruz. Ünlü moda tasarımcılarının reklamlarından, usta fotoğrafçıların objektiflerinden; televizyondan dergilerden... Dünyada adıyla tanınan ilk erkek top model: Marcus. Marcus Schenkenberg...
Şu ‘‘güzellik’’ meselesi hep zihnimi kurcalamıştır. Güzel olanla olmayan hayatı bal gibi başka türlü yaşar. Ne olursa olsun güzellik, kadında da, erkekte de, hatta çiçekler ve hayvanlar için bile tartışmasız bir avantajdır.
Marcus'un Damat firmasının katalog çekimi için İstanbul'a geleceğini ve yalnızca Hürriyet'e röportaj vereceğini öğrendiğimde, tamam dedim, bundan hoş bir yazı çıkacak. Bu arada ‘‘tescilli’’ bir güzelin erkek dünyasından oluşu ayrı bir ilginçlik taşıyordu benim için.
Tipik bir top model günüydü onun için. Giysileri giyip çıkarıyor (Bu arada 1.92'lik Marcus için özel olarak yapıldığını öğreniyoruz giysilerin). Çok uyumlu, hatta munis bir top model. ‘‘No problem’’ sözü dilinden düşmüyor. En dikkat çekici yanı ise onca body building çalışmış olmasına rağmen son derece zarif görünmesi. Vücut çalışmış erkeklerde ceket görmeye dayanamıyorum. Semiz kol kasları yüzünden kolları doğru düzgün kavuşmaz bedenlerine. Ceketi giymiş gibi değil de, illa ki giydirilmiş gibidir. Ama Marcus'un bedensel zarafeti hayranlık uyandırıcı. Saçları sarı ve röfleli. Kısalmışlar da. Perçemleri iki yanda uzun bırakılmış. Kolejli bir görünümü var. Her durumda söylenecek tek bir şey var onun için. Düzgün, çok düzgün...
Marcus istanbul'da yalnızca bir gece kalacağı için, röportaj gece tekneyle yapılacak Boğaz turu sırasında gerçekleşecek. Gerek çekimlerde, gerekse teknede Marcus'tan çok neredeyse Marcus'a bakanlara baktım. 1.92'lik zarif sarışın, kelimenin gerçek anlamıyla bulunduğu her yerde pırıl pırıl parlıyordu. Ve ona bakanlar... Kadın, erkek o bakışlardaki ifade çok şey anlatıyordu. Şunu anladım ki hayranlık duygusu insana ‘‘şaşkın’’ bir ifade veriyor. Bakma veya seyretme insanı kimliğinden sıyırabiliyor.
Ve bir şey daha: Bilgi, abartıya destek oluyor. Günlüğü 50.000 dolar olan bir manken, güzel ya da yakışıklı, ‘‘çok düzgün’’den fazlası demek. Ona bakanlardan yansıyan, insanüstü bir güzellik.
Yaklaşık on yıl önce Calvin Klein'le başlayan parlak çıkışı, Versace ve Donna Karan'la teşrik-i mesaisi sayesinde Marcus, bütün zamanların en başarılı erkek mankeni ünvanını hakediyor. Ünlü tasarımcıların onun hakkındaki sözleri Marcus'un gerçekten de benzersiz bir manken olduğunu kanıtlıyor.
Ama Marcus, yalnızca bir manken değil. İki film çevirmiş. Prince Valliant ve Hostage. İsveç asıllı 30'luk delikanlı yaşadığı New York'da oyunculuk eğitimi alıyor. Okullu bir aktör olacak yani. (Bu fiziği ile bilimkurgu filmlerdeki kusursuzluk örneği ‘‘bay mükemmel’’ rolünü kapacağı kesin bir kere. Tıpkı ‘‘Fifth Element’’deki -Beşinci Güç- Milla Jovovich veya ‘‘Species 2’’daki Natasha Henstrige gibi.)
Dokuz saatlik bir çekim maratonu sonunda gecenin ilerleyen bir saatinde Boğaz turu için tekne kalkıyor. Tekneye gelir gelmez, bir mentollü Malboro light yakıyor Marcus (demek ki o da sigara içen modellerden). Hızlı ve kısa bir yemekten sonra Pasha'da demirliyoruz. Buz Bar'da içkiler alınıyor (içki de içiyor, bu gece aksayan tek şey uykusu değil demek ki).