Mankenlerine asılmayan adam

Güncelleme Tarihi:

Mankenlerine asılmayan adam
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 23, 1999 00:00

Haberin Devamı

Başka kadınlara gidersin ama geri dönersin!

Sıfırdan zirveye çıkanların başarı hikayelerine kuşkuyla bakanlara saygım sonsuz. Bilinen lakabıyla ‘‘mayocu’’ Zeki Başeskioğlu'nun hikayesi de sıfırdan hatta eksiden başlayıp zirveye gidiyor. Kuşku duymak serbest, ama inanın bu kuşkular bile onun renkli hikayelerini matlaştırmıyor. O, bir boşluk avcısı. Nerede bir eksik varsa gidip doldurmuş. İnanması güç, ama tam 70 yaşında. Yılın yarısını seyahatlerde ve top modellerle yapılan fotoğraf çekimlerinde geçiren Başeskioğlu'nun kendi adını taşıyan markası ile ilgili yorumu ise çarpıcı: ‘‘Dünyayı ölçek alırsak Zeki daha hiçbir şey değil!’’

Balon satmak için ya da otobüs işletmek için üstün bir zekaya yok. Ama bakın zeki bir genç olan Zeki nasıl balon satmış?

‘‘1945 yılıydı. Bir yılda biriktirdiğim 800 liramı öz dayıma kaptırdıktan sonra elimde kala kala 17 lira kalmıştı. İzmir'e geldim, balon alıp satacaktım. Paranın neredeyse tamamıyla marangoza bir ağaç yaptırdım. Balonları teker teker şişirip ağaca bağlıyordum. Çocuklar benim balonları görünce yere yatıyorlar, bir daha kalkmıyorlar. Anne baba çocuğu kaldırabilmek için mecburen satın alıyor. Öbür baloncular ellerindeki küçücük kutuya koydukları şişmemiş balonları satmak için uğraşırken ben beş dakikada hepsini bitiriyordum. O kadar çok balon şişiriyordum ki, akşamları göğsüm ağrıyordu.’’

Zeki başarıyı, gözünün önünde duran basit fikirlerin peşinden giderek yakalamış. Yine İzmir'de yaptığı otobüscülük hikayesini anlatıyor:

‘‘Bir sürü otobüsüz, hepimiz yolcu bekliyoruz. Otobüsler dolmak bilmiyor. Yorgun insanların hemen kalkacak otobüse binmek istediklerini farkettim. Parayla adam tutup otobüsüme bindiriyordum. Gerçek bir yolcu geldiğinde benim adamlardan biri arka kapıdan iniyordu. Herkes bir sefer yaparken ben 6 sefer yapıyordum. Bir yılda koca otobüsün parasını çıkardım. Bugün yaptığımız işler de bundan pek farklı değil aslında. Elimizdekini, olduğundan daha büyük, daha avantajlı, daha renkli gösteriyoruz.’’

İŞİNİ KİME BIRACAK?

Zeki Başeskioğlu kunduracı bir babanın üç çocuğundan biri. Aksekili. Kendini bildiği günden beri kulağına çalınan bir söz vardı: Bu çocuk farklı! Çocuk farkını kısa zamanda gösterdi ve 12 yaşında kendi yolunu çizmek üzere babaevinden ayrıldı. Önce Aydın'da bir hemşehrisinin yanında konfeksiyon işinde çalıştı. İçindeki girişimci ruhu susturamayacağını anlayınca pazarcılık, balonculuk, otobüscülük gibi işlerle yavaş yavaş ticareti öğrendi. Ege'den sonra 1958 yılında İstanbul'a geldi. Mahmutpaşa'da, Cağaloğlu'nda ve son olarak Osmanbey'de çalıştı.

Bütün iş hayatında kafa yorduğu bir tek şey vardı: Dikkat çekmek! Balonlar ağacın üstünde nasıl dikkat çekiyorsa, giysiler de ancak güzel kızların üstünde göze çarpıyordu. Mağazada giysi deneyen genç kızlar onda canlı manken fikrini doğurdu. İlk defilesini Aydın'da, portakal kasalarından yaptığı podyumda gerçekleştirdi.

Aydınlı kızları portakal kasalarında yürüten adam bugün top modellere marş marş diyor. Etrafında yüzlerce kadın, yanında hep aynı kadın: Yüksel Hanım. Zeki Başeskioğlu, 17 yaşındaki Yüksel Hanım'la evlendiğinde 29 yaşındaydı. Beğendi, takip etti, istedi, aldı. Ayrılmayı hiç düşünmedi:

‘‘Benim karım hem güzel, hem çok akıllıdır. İnsanlarda sevgi ve saygı uyandıran bir ışığı vardır. Kadın akıllıysa erkeğin başka bir yere gitmesi için aptal olması lazım. Yani gidersin de, saplanıp kalmazsın, geri dönersin. Zaten akıllı insanların evliliği sürer. Akıllı insan durumu idare eder. Bana zampara diyorlar. Bir kere ben mankenlerime asılmam, onları rahatsız etmem. Karşımdaki insanın hislerini anlayabilme kabiliyetim olduğu için, duruma göre davranmayı bilirim.’’

Evliliklerini ustaca idare eden Yüksel-Zeki çiftinin dört çocuğu var. Sırasıyla; Feyyaz, Yılmaz, Mümtaz, Birben. Feyyaz İnfinity mağazalarının başında. Yılmaz ve Birben babalarıyla birlikte çalışıyor. Mümtaz, Bodrum'da yaşıyor, restoran-bar işletiyor. Bir gün emekliye ayrılınca işleri kızı Birben'e bırakmayı düşünüyor. Oğlanlar kızmasın deyince, ‘‘ben onların yüzüne de söylüyorum’’ diyor.

TARKAN'A MADALYA TAKILMALI

2000 yılında Miami'de çok büyük bir defileye hazırlanan Zeki Başeskioğlu, yine burada kendi adına bir mağaza açacak. Ona göre işleri artık çok kritik bir noktaya geldi:

‘‘Dünya standartlarında ilk üçün içindeyiz. Bundan sonra bütün dünyaya mal satmak gerekiyor. Ama en önemlisi marka olmak. Türkiye'den çıkıp dünya markası olmak çok zor. Fevkalade iyi reklam yapıp insanların beynini yıkamak lazım.’’ Biz Zeki'yi dünya markası olarak bilirdik deyince, şaşırtıyor: ‘‘Zeki hiçbir şey değil. Biz geri kalmış bir ülkeyiz. Dünya bizden birşey ümit etmiyor. İtalya'daki, Fransa'daki, New York'taki billboard'lara üç sene boyunca afişlerini asacaksın ki, üç beş kişinin aklında Zeki adı kalsın. Ben Tarkan'ı bir dünya markası olmaya çalıştığı için destekliyorum. Benim için Tarkan, reisi-cumhur tarafından davet edilip altın madalya takılacak bir insan.’’

Balon ya da mayo satmak. Mantık hep aynı: Başkalarından farklı ol! Malını insanların gözünün içine sok. Ama elinle değil, beyninle. Bakalım Zeki mayoları dünyanın gözüne girecek mi?

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!