Güncelleme Tarihi:
İki metreye beş metre. Mandela bu avluda taş kırmış, 18 yıl hücresinden seyretmiş, volta atmış, domates ve üzüm yetiştirmiş, bu yıl filme uyarlanan otobiyografisi “Uzun Özgürlük Yürüyüşü”nü yazmaya başlamıştı.
İşte yine ekim geldi, Güney Afrika’ya baharı getirdi. Bahçıvanı 95 yaşında ve ölüm döşeğinde olsa da Robben Hapishanesi’ndeki bahçede asmalar çoktan filizlerini patlatmış...
Güneşli bir bahar gününde, Masa Dağı’nın zirvesinden baktığınızda denize düşmüş manolya yaprağını andıran, dümdüz bir ada Robben. Atlas Okyanusu, Masa Körfezi’nin sularında huzur içinde uyurken bile kıyılarından beyaz köpükler eksik olmuyor. Baharda rüzgâr çoğunlukla güneyindeki Ümit Burnu yönünden estiği için bu kıyısı hep dalgalı. Cape Town limanı dışında bekleyen gemiler Robben’i siper alıp, kuzeydoğu kıyılarına demirliyor... Akşam hapishanenin ışıkları yandığında karşı kıyıdaki limandan rahatlıkla görülüyor.
İSMİNİ FOKLARDAN ALDI
AVM, lüks restoran ve barlarla çevrili, Avrupai, şık Cape Town mendireğindeki Nelson Mandela İskelesi’nden her gün Sikhululekile (Özgürüz) adlı deniz otobüsü adaya beş sefer yapıyor. Ayda ortalama 25 bin kişiyi taşıyor. Ülkenin dört bir yanından gelmiş öğrenciler, dünyanın dört bir yanından gelmiş turistler Güney Afrika’da ırkçı iktidarı tarihe gömen bir avuç yiğit zenci aydının öyküsünü öğrenmeye, demokrasi adına ibret dersi almaya gidiyor Robben Adası’na.
Ada dediğimiz, kuzeyden güneye 3,3 kilometrelik, çevresi 3 saatte yürünebilecek küçük bir kara parçası. Bir zamanlar fok kolonileri yaşarmış. Bu nedenle Hollandalı sömürgeciler Robben (fok) adını vermiş. Hollanda ve sonra İngiliz yönetimleri sırasında kale, askerî üs, hapishane kurulmuş. Cüzzamlılara zorunlu ikamet alanı yapılmış. 1961’de Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) liderlerinden Nelson Mandela ve arkadaşları ırkçı rejimi kökten sarsacak mücadeleyi başlatınca hükümet adada yüksek güvenlikli hapishane kurup, politik mahkûmları dünyadan izole etmenin yollarını aramış.
Nelson Mandela, adaya ilk kez 1962’de tutuklandığında getirilmiş, 15 gün kalmıştı. Ertesi yıl Rivonia Davası’ndan başkent Pretoria’da yargılanıp ömür boyu hapse mahkûm edilince, yedi arkadaşıyla tekrar adaya gönderildi. 45 yaşında, altı çocuklu bir avukattı. Londra Üniversitesi’nde uzaktan eğitimle yüksek lisans yapıyordu. “Uzun Özgürlük Yürüyüşü”nde anlattığına bakılırsa Mandela, bindirildikleri içi buz gibi soğuk Dakota modeli askerî uçağın şafak sökerken Masa Dağı’nın üstünden süzülüşünü, adanın puslar içinden belirişini hiç unutamadı...
BİLGİ DEMİRİ KESER
Güney Afrika tarihi boyunca azılı zenci mahkûmların tutulduğu bir hapishaneydi Robben. Sadece bir beyaz mahkûmu olmuştu: Irkçı yönetimin mimarı başbakan Vervoerd’i mecliste öldüren melez milletvekili Dimitri Tsafendas. O da birkaç haftalığına.
Mandela ve arkadaşlarının mahkûmiyet serüveni temmuzun kış soğuğunda şort ve çorapsız ayakkabıyla başladı. Dayak, kötü muameleyle ünlü cezaevi, başta Mandela olmak üzere ANC liderlerinin hukuk bilgisi, yönetmelikleri mahkûmlardan yana kullanma becerisi, Kızılhaç gibi saygın uluslararası örgütlerin desteğiyle birkaç yıl içinde önemli bir dönüşüm geçirdi. Yine de pek çok politik mahkûm bu koşullarda sağlığını, hatta kimileri hayatını kaybetti.
Mahkûmlar adadaki ocaklardan mermer çıkarıyor, bunları hapishane avlusunda çekiçle öğütüp, işlemden geçirip kireç hazırlıyordu. Maske, gözlük yoktu; gözler, akciğerler tükeniyordu. Bu koşullar altında ANC liderleri mermer madenlerinde çalışırken geleceğin demokratik Güney Afrikası’nı tartıştı. İlk önemli kararları aldı: ANC ve silahlı grubu MK, Komünist Parti’den ayrılıp kimliğini netleştirdi, işbirliğini bu şekilde sürdürdü. Erkek sünneti geleneğinin desteklenmesine karar verildi... Örgütün yönetimi dışarıdan sağlıklı haber alınamadığı, değerlendirme yapılamadığı için özgür unsurlara bırakıldı...
Boyu 2,5 metreyi, ağırlığı 15 kiloyu bulan dev okyanus yosunlarının Japonya’da para ettiğinin öğrenilmesi 1970’lerin başında Mandela ve arkadaşlarına yeni iş alanı yarattı. Hapishane yönetiminin emriyle, haziran, temmuzda bile kış, soğuk demeden denizden yosun topladılar.
EŞİ WINNIE’YE DOMATESLİ MEKTUP
Kampanyaları sonucu nihayet 1977’de zorunlu çalışma kaldırıldı. Adaya ilk geldiği günden beri talepte bulunan Mandela’ya avluda bahçe kurma izni verildi. Ford Hare’deki üniversite yıllarında edindiği bahçıvanlık deneyimiyle taşları temizledi, küçük bir sebze bahçesi yaptı. Her sabah hasır şapkasını, eldivenlerini giyip en az iki saat bahçesinde çalıştı. Hapishane yönetiminin sağladığı tohumlarla domates, acı biber, soğan yetiştirdi. Her pazar ürünlerini adi suçlular bölümüne gönderdi, gardiyanlara ikram etti.
“Bahçemi hayatın bazı yönleri açısından bir metafor olarak görüyordum” diyor otobiyografisinde. Tohum seçmek, doğru yerlere dikmek, en iyi verimi almak bir örgüt liderine önemli hayat dersleri veriyordu. Eşi Winnie’ye gönderdiği, ilişkilerini irdeleyen ünlü mektubunu da bu dönemde yazmıştı: Narin bir domates fidesini özenle geliştirip, kıpkırmızı, leziz domates elde etmesini, sonra kısa bir dikkatsizlik sürecinin ardından bitkinin ölmesini anlatmıştı bu mektubunda. Kuruyan domatesi topraktan çıkarıp yıkamış, bahçenin bir kenarına gömmüştü ve sonra yasını tutmuştu...
Mandela, 27 yıllık cezasının ilk 18 yılını B Blok 4 numaralı hücrede geçirdi. Annesinin, kızının ölümünü burada öğrendi. İki kez firarın eşiğine geldi. Fakat planların tuzak olduğunu sezip vazgeçti. 1975’te, 3 yıl sonra kutlayacağı 60’ıncı yaşının şerefine otobiyografisini yazmaya burada karar verdi. O geceleri gizlice yazdı, arkadaşları stenoya aktardı. Yakalanma ihtimaline karşı avluya gömdükleri kopyayı duvar inşaatı sırasında yetkililer bulsa da ana kopya önce hapishane, sonra yurtdışına çıkarıldı. 1994’te İngiltere’de yayımlandı.
Mandela, cezasının geri kalanını çekmek üzere 1982’de Pollsmoor Cezaevi’ne nakledildi. 1990’da tahliye oldu. Hapisten çıkışı dünya TV’lerinde naklen yayımlandı. Yaklaşık 2 milyar kişi ekran başında izledi bu tarihi günü. Belki de bahçıvanlığın verdiği bilgelikle hırs, öfke, intikam gibi duygulardan arınmıştı. Irkçı yönetimi destekleyen beyaz azınlığa Güney Afrika’da yeni, demokratik bir sistem kurmak için elini uzatarak, insanlık dersi verdi...
ASMANIN YAPRAĞI
Robben Hapishanesi 1997’de müzeye dönüştürüldü. İki yıl sonra UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alındı. 16 yıldır B Blok’un avlusu gün boyunca ziyaretçilerle dolup taşıyor. Çoğu eski mahkûm olan rehberler gruplara geçmiş günleri, ANC ve Mandela’yı anlatıyor. Avlunun kuzey köşesindeki panolara birer fotoğraf yerleştirilmiş: Kızılhaç yetkililerinin objektifinden avluda taş kıran mahkûmlar, Sunday Times’ın objektifinden avludaki Mandela. Karşı köşedeki Mandela’nın bahçesine ilgi yok. Çoğu ziyaretçi dört numaralı hücrenin önünde fotoğraf çektirme telaşında. Bu bitince koridora koşuyorlar hücreyi yakından görmek için...
Mandela’nın domateslerinden, biber ve soğanlarından hiçbir iz kalmamış. Büyük bir aloe vera, bir de kaktüs türünden yeşil bitki dikkat çekiyor köşede. Fakat asma yerli yerinde. Dört çubuğun üstünden avlunun ortasına doğru büyüyor. Ekimin ilk haftasında, ben oradayken yeni yaprak açmaya başlamıştı. Mandela’nın asmasından bir yaprak alıp, kitabının arasına koydum. Bu günü hep hatırlamak için...
Nice baharlara “Madiba.”
(Bu yolculuk Cape Town Turizm Birliği, Sun International Hotels, THY sponsorluğunda yapılmıştır.)
Mahkûm Makwela öyküsünü anlatıyor
Humeleng Makwela (54), Robben Adası’ndaki küçük köyde yaşayan, hapishane rehberliği yapan 10 eski mahkûmdan biri. Mandela’nın kurduğu ANC’nin silahlı örgütü Umkhonto we Sizwe (MK / Ulusun Mızrağı) üyesi 24 yaşında bir gençken 1982’de Güney Afrika - Bots-wana sınırında yakalanmış. “Bir yıl boyunca tam dört şehir dolaştırdılar, hepsinde ağır işkence gördüm. Sonunda çözüldüm. Ne biliyorsam anlattım. Beni yedi yıl hapse mahkûm edip, 1983’te Robben Adası’na gönderdiler” diyor. Beş yıl mutfakta çalışmış. Makwela, hapishane turuna yattığı koğuşu gezdirerek başlıyor. Uzun yıllar mahkûmların yerde, hasır üstünde uyuduğunu, sonra iki kişiye bir yatak verildiğini anlatıyor. Zencilere darı lapası verilirken, melezlerin ekmekle beslendiğini söylüyor. Tur sonrasında Makwela’ya “Bu kadar acı çektiğiniz yerde yaşamayı, anılarınızı anlatmayı nasıl başarıyorsunuz?” diye sordum. Gülümsedi. Cape Town’da yaşıyormuş. İşsizmiş. Beş yıl önce arayıp bu işi teklif etmişler. Görüştüğü uzmanlar “Acılarla baş etmenin yolu onları gün yüzüne çıkarmak, anlatmaktır” demiş. Ve Makwela, adaya taşınıp işe başlamış. İlk günlerde çok zorlandığını, anlattıkça açılıp rahatladığını söyledi. “Biz de yaşlanıyoruz, yakında görgü tanığı kalmayacak. O zamana kadar anlatmak vicdan borcumuz, sonrasında belki çocuklarımız görevi devralır” dedi. (www.robben-island.org.za)