Güncelleme Tarihi:
Bozcaada’nın iki katı büyüklüğündeki 10 bin nüfuslu Mikonos 50 yıldır dünyayı sallıyor. Çılgın kulüpler, eğlence bir yana adanın “öbür tarafı” sakin mi sakin. Balıkçı aileler, öğleden sonra uykuları, uzun yemek sofraları sizi bekliyor.Herkesin, gitse de gitmese de, artık çok iyi bildiği, defalarca okuduğu çılgın Mikonos hayatından hiç bahsetmeyeceğim. Biliyorum; ne plaj partilerini merak ediyorsunuz, ne de jet sosyetenin nerede yemek yediğini. Yok efendim Naomi özel bir yatla gelmiş, yok Paris Hilton geçen hafta burada partilemiş; kim, kiminle, nerede, ne zaman, nasılmış; hepsi yazıldı çizildi. Binlerce kez. Ben size gerçek Mikonos’tan bahsetmek istiyorum izin verirseniz. Sahnenin arkasından; hatta çok uzağındaki iki ayrı günden, iki ayrı yerden. Adanın öbür tarafından. Sakin bir rüzgârdan, sevgiyle pişen ahtapottan, heyecanla oynanan zeybekikodan… Tam 50 yıl önce, Mikonos yeni yeni tanınmaya başlarken, büyükbaba Nikolas ve babaanne Katerina, arazilerinde bu lokanta ve plajı kurup işletmeye başladılar. O zaman doğru dürüst yolu bile yoktu. Lokantanın arka bahçesinde yetişen sebzeler mutfakta pişer, sabahları tavukların verdiği yumurtalar, konukların masalarına servis edilirdi.
AGIA ANNA DİĞERKOYLARA BENZEMEZ
Şansları fena gitmedi. Birkaç sene sonra, 1967’de, hippiler her yerdeydi. Koyun her köşesinde, dağlarda, karavanlarda veya çadırlarda kalırlardı. Az paraları, kocaman yürekleri, bolca zamanları vardı. Nikolas ve Katerina’nın yeri, onların tam aradığıydı…
Yıllar geçti, devir değişti. 1980’lerde, kapitalizmin yayılması, satın alma gücünün artması, lüksün genele yayılmasıyla birlikte, lokanta biraz daha, o zaman büyüyebildiği kadar büyüdü. Ama ana ilkelerinden, sıcaklığından, basitliğinden bir şey kaybetmeden. Benim ziyaretimden sadece bir hafta önce ölen büyükbaba Nikolas, 45 sene önce bir mönü taslağı üzerinde çalıştı, harika bir mutfak düzeni kurdu. Sabah saat 05.00’te balığa gidiyor, akşamüzerleri de bahçede çalışıyordu. Kendisi de, gelen konuklar da memnundu. Bugün, 25 yaşındaki torun Nikolas, hâlâ aynı mönüyle çalıştırıyor lokantayı. Kullanılan ürünlerin yüzde 80’i aile çiftliğinden geliyor. Etler ya kendi hayvanları ya da tanıdıkların çiftliklerden. Balığın tamamıysa onun her sabah getirdiği. O gün ne varsa, deniz ne vermişse, tabaklara konan da aynı balık, istiridye, kalamar, yengeç, istakoz…Tüm sebze ve meyve organik, asla kimyasal gübre ve ilaç kullanılmadan yetişiyor, dededen kalma usulle.
Uzo sosunda karides, taze kalamar, musakka, biber ve domates dolması, salatalar, meyve ve tatlı olarak da baklava. Yemeklerin yapılış şekilleri de lokanta da 50 yıldır değişmedi. Sakin mi sakin Agia Anna Koyu’nun, huzurlu limanı burası. Nikolas Nazos, ya da Niko, annesi, babası ve kız arkadaşı hep bir aradalar.
Büyükbaba Nikolas 82 yaşında (Yunan adası için çok genç sayılır) bir hafta önce öldü. 50 yıldır onun lokantasına her yaz gelen iki çift, her yaz ikişer haftalığına adaya gelip günde iki öğün onun yemeğini yiyen iki çift, büyükbaba Niko’nun cenazesinde de hazırdı…
NİKO’NUN MÜZİĞİ DALGALAR, RÜZGÂR
Bu lokantada canlı veya kayıttan müzik yok. “Hiçbir müşteri istemedi, zaten Mikonos’un her tarafı müzikle dopdolu” dedi Niko sohbetimizde. Tüm adada sadece iki plajda müzik yok, birisi burası. Dalga sesi duymak, rüzgârın anlattıklarını dinleyebilmek için ideal bir köşe. “Her şey değişiyor… Küçücük tavernalar büyük lokantalara dönüşüyorlar. Ama biz böyle kalmaya kararlıyız, değişmeyeceğiz. Burası, gerçek Mikonos. Küçük aile tavernası. Gerçek insanlar için gerçek bir aile işletmesi. Ben burada çok mutluyum. Huzurluyum, sakinim. Hep burada kalmak, burada yaşlanmak, burada ölmek isterim.” Doğa, insana savaşmaması gerektiğini öğretiyor. Sabah 5’ten gece yarısına kadar durmadan çalışan Niko, birkaç saatlik uykuyla tekrar canlanıyor. Bir müşterisinin gülüşüyle, tüm yorgunluğunu unutuveriyor.
İşte, basitliğin, yalınlığın her zaman kazandığının tipik bir örneği burası. Plajdaki şezlonglardan para alınmıyor. Bu Mikonos için alışılmadık bir uygulama. Güzel bir yemek için kişi başı 25-35 Euro hesap ödeniyor. Bu da Mikonos için neredeyse imkânsız bir durum…
Gerçek bir ada deneyimi, Mikonos’un 50 yıl önceki halini yaşamak isterseniz, Agia Anna Koyu’na gitmenizi öneririm. Niko size hemen gülümseyecek, bir frappe getirecek. Endişelenmeyin, hiçbir şey yemek, içmek zorunda değilsiniz. Ama bu denizi, rüzgârı, leziz mi leziz yemekleri bir tattınız mı, adada başka bir yerlere gitmek istemeyeceksiniz…
Uzak köylerde festival var
Dağların ardında, uzak bir yeri tarif ettiler. “Bir şey değil canım, yarım saate kalmaz varırsın” dediler. Tüm Yunanistan’da yaygın olan yaz festivallerinden biri var bu gece. Ya isim günü ya bir aziz için ya da köyün zengin ailelerinin hayratı niteliğinde.
Merkezi geçince Mikonos ıssızlaşıyor. Zifiri karanlıkta orman, göl aştım. Benzini bitmek üzere olan kiralık otomobille kaybolduğumu düşündüğüm anda köye vardım. Jeneratörle aydınlatılmış meydanda geniş bir sülalenin hayır yemeği var bu gece. Sabaha kadar eğlence, sonra dua ve kahvaltı.
Aileye “merhaba” dedim. İstanbul muhabbeti, hemen sarılmalar, yemek ikramları, içki taşımalar, “Kosta, Dimitri, İrini, Demi, Yorgo, Yanni” herkesle tanışmalar… Hiçbiri adanın merkezindeki ultra sosyetiklere, üzerinde çok çalışılmış vücutlulara benzemiyor. Hepsi sahici; hem dıştan hem içten.
35 koyun kesilmiş bu gece için. Etler haşlanmış. Suyundan leziz çorba yapılmış. Sülalenin kadınları, imece usulü, bol zeytinyağlı domates salatası yapmış. Bir kazan da barbunya pilaki.
Bir yandan yemek servisi yapılıyor, diğer yandan bulaşık timi boşalanları yıkıyor. Gece yarısı dans başlıyor. Önce çocuklar; bir iki bildik efe havası, biraz halay, biraz harman dalı. Yavaş yavaş herkes ısınıp, yaşlılar dahil, meydana çıkıyor. Meydandan toz bulutu yayılıyor. Arada elektrik kesintisi bile eğlenceyi durduramıyor.
“Hade vre!”
Eğlencenin sahibi olan sülalenin tüm bireyleriyle dans ettim. Sabaha karşı bir zamanda, dönüş yolunu nasıl bulabileceğimi hiç bilemeden, sonsuz sarılmalar ve bitmeyen vedalar neticesinde oradan ayrıldım. Çok gerçek, çok sıcak, çok unutulmazdı. Bir Akdeniz filmiydi, Babam ve Oğlum’dan bir sahneydi; hiç bitsin istemedim…
İşte benden size Mikonos için ikinci öneri: Mutlaka yaz boyunca bir yerlerde festivaller vardır. Genellikle hafta sonlarında. 3 gün 3 gece devam edenler oluyor. İsim günü, köyün hayır yemeği, adak, özel bir bayram; hiç fark etmez. Kapılar herkese açık. Gidin, selamlaşın ve kendinizi gerçek ada
eğlencesine bırakın…