Güncelleme Tarihi:
Amerikalı oyuncu ile İstanbul Ceylan Intercontinental Oteli’nin çatı katında buluştuk. Los Angeles’a dönmeden önce, Amerika’daki dostlarına hediye almak için son günüydü. Üzerindeki şalvarı aldığı Kapalıçarşı’nın yolunu tekrar tutmadan önce sorularımızı yanıtladı. “New York’ta Beş Minare”yle başladık, Mahsun Kırmızıgül’den Bill Clinton’la ilişkisine ve lezbiyen ikonluğuna kadar uzandık. Röportajın bir yerinde “Türkler bugüne dek gördüğüm en samimi ve canayakın insanlar” demişti, ben de aynı sıfatları buraya kendisi için yazıyorum. İyi oyunculuğu ve kaybolan kedisinin ardından şarkı yazdığı için Gina Gershon’a zaten sempatim vardı, ama şimdi durum biraz daha farklı. Ben artık bu canayakın kadına bayılıyorum.
“New York’ta Beş Minare” bu yılın en merak edilen filmi. Kadro zaten süper ama heyecanımız teaser’ı izledikten sonra daha da arttı. Bu filmle buluşma hikayenizi anlatır mısınız?
- Benim için senaryo ve yönetmen çok önemlidir. Teklif geldikten sonra ajansım bana senaryoyu gönderdi. Senaryo inandığım şeylerden bahsediyordu, çok beğendim. Çarpıcı ve farklı bir hikayesi vardı. Filmin New York, İstanbul ve Bitlis’te geçmesi önce beni düşündürdü. Türkiye’ye daha önce gitmemiştim, hiçbir fikrim yoktu. Sonra Mahsun Kırmızıgül’ün çektiği filmleri istedim. “Güneşi Gördüm”ü izledikten sonra bu projeye evet demem hiç zor olmadı.
Senaryo benim de inandığım şeyleri anlatıyor dediniz. Nedir bunlar?
- Terörizm, ırkçılık, cahillik ve genellemelerle ilgili benzer fikirlere sahibim. Özellikle 11 Eylül’den sonra Amerika’da ve dünyada Müslümanlar’a karşı gelişen önyargıdan ben de çok rahatsızım. İnsan her yerde insan. Yahudi, Müslüman, Hıristiyan’larla bir araya gelince, oturup konuşunca, sadece kültürel farklılıkları algılıyorsun. Ben iyiyim, sen kötüsün diye bir şey yok aslında.
MAHSUN GÖZLERİMLE OYNAMAMI İSTEDİ
Türkiye’de gözlemlediğiniz Müslümanlık nasıl?
- Daha önceki filmlerimden birinde Afgan bir kadını oynadım. O zaman çok şey öğrenmiştim Müslümanlık ile ilgili. Ama onlar fazlasıyla dinibütün insanlardı.Türkiye’de durum çok farklı. Buradaki kadınların onlarla alakası yok. Hepsi çılgın ve çok modern. Kendinize bir bakın, Amerika ve Avrupa’dan farkınız yok. Siz Türk müsünüz bu arada?
Evet...
- Ben sizleri çok sevdim. Türk insanı gerçekten çok misafirperver, sıcak ve dost canlısı. Bir sürü yerde bulundum, bu kadarını inanın görmemiştim. Çok arkadaşım oldu burada, sık sık geri geleceğim diye düşünüyorum.
Mahsun’a bu rol için neden sizi tercih etti?
- Bunu ben de ona sorup duruyorum. Ve neden olduğunu hâlâ bilmiyorum. Sanırım bunun cevabı gözlerimde saklı. Mahsun sürekli gözlerimden bahsediyordu ve gözlerimle oynamamı istiyordu benden. Film boyunca birçok yakın çekimim oldu.
Filmde nasıl bir karakteri canlandırıyorsunuz?
- Müslüman bir adamla evli Hıristiyan bir kadını oynuyorum. İsmi Maria. Terörist olan kocasına çok bağlı bir kadın. Senaryo ve karakterim hakkında konuşmak istemiyorum çünkü Mahsun senaryo hakkında çok fazla konuşulmamasını rica etti.
BESTECİLİĞİ MAHSUN’A AVANTAJ SAĞLIYOR
Bu role nasıl hazırlandınız?
- İncil’i okudum, kiliseye gittim. İslam diniyle ilgili de bilgiler aldım. Günün sonunda gidilen yer aynı ama gidilen yollar farklı. Dinler çok sert ve keskin olduğunda beni rahatsız ediyor. Saf oldukları sürece kendimi dini konulara daha yakın hissediyorum.
Mahsun Kırmızıgül sizce nasıl bir yönetmen? Bundan önce çalıştıklarınızla bir karşılaştırma yapsanız neler söylersiniz?
- Her yönetmenin kendine has özellikleri var. Mahsun da şahsına münhasır biri. Çok çalışkan, hızlı ve sette hiç yerinde duramayan biri, onun hızına yetişemezsiniz. Daha önce aynı zamanda besteci olan bir yönetmenle hiç çalışmamıştım. Onu izlemek çok güzel. Ne yapacağını çok iyi biliyor sette. Bence Mahsun’un diğer yönetmenlerden en büyük farkı ve artısı kafasındaki müzikle birlikte sahneleri çekmesi. O, filmi kafasında bitirmiş zaten. Müzik sinemada önemli yer tutan bir duygu aktarım şekli. Ve bence besteci olması Mahsun’a yönetmen olarak büyük avantaj sağlıyor.
AYNI DİLİ KONUŞMADAN ÇOK İYİ ANLAŞTIK
İyi anlaştığınızı duydum.
- İlginç olan ne biliyor musunuz, Mahsun’la ben aynı dili konuşmuyoruz ama aramızda inanılmaz bir bağ ve iletişim var. Çok iyi anlaşıyoruz. Mahsun karşısındaki oyuncudan ne istediğini çok iyi bilen bir yönetmen.
Filmin çekimlerinden ve setten biraz bahseder misiniz?
- Çekimler New York, İstanbul ve Bitlis’te yapıldı. Filmin mekanları, oyunculukları, tekniği çok başarılı. Bence “New York’ta Beş Minare” sinemaseverlerin çok beğenecekleri bir film olacak. Setimiz çok sıcak insanlarla doluydu. Amerikalı ekip de Türkiye’deki Mahsun’un ekibi de gayet iyiydiler.
Sizin sette herkes müzisyen neredeyse. Mahsun Kırmızıgül, Mustafa Sandal ve siz... Hiç birlikte şarkı söylediniz mi?
- Hayır. Maalesef yapmadık bunu. Ama Bitlis’te akşam yemeği için Mahsun’un bir arkadaşının evine gitmiştik. Mahsun’dan bir şarkı istediler. Gecenin en çarpıcı anları o iPhone’unu çıkardıktan sonra başladı. Telefonda piyanoyla bir şeyler çalarak şarkı söylemeye başladı. Masadaki herkesin gözünden yaşlar akıyordu. Şarkının sözlerini bilmesem de benim de boğazım düğümlendi. Mahsun’un güçlü sesinden çok etkilendim. Kendisinin aynı zamanda çok iyi ve yetenekli bir müzisyen olduğunu düşünüyorum.
Mahsun’un oyunculuğu hakkında neler diyeceksiniz?
- “Güneşi Gördüm”deki performansı çok başarılıydı. Abartısız oynuyor. Egoları bir kenara bırakmış olan çok alçakgönüllü biri. Onu Amerika’daki sette birileri Robert De Niro’nun gençliğine benzetmişti. Bence Mahsun, Robert de Niro’nun geçliğindeki halinden daha yakışıklı.
MUSTİ’YE BAYILIYORUM
Mustafa Sandal da rol arkadaşlarınızdan biri. Onu Türkiye bir pop yıldızı olarak tanıyor ama burada çok farklı bir Mustafa’yla karşılaşacağız galiba...
- Musti’ye bayılıyorum. Onunla vakit geçirdiğinizde pop yıldızından çok aktör gibi durduğunu görüyorsunuz. Çok neşeli ve eğlenmeyi bilen biri. Çekimlerin üçüncü haftasında gelene kadar onun ilk filmi olduğunu bilmiyordum, öğrenince çok şaşırdım. Çünkü kamera karşısında çok başarılı, ilk filminde böyle bir kadroyla birlikte olması da onun açısından çok iyi.
Haluk Bilginer?
- Kocamı oynadı. Müthiş bir oyuncu. Bir sette en iyi şey, iyi oyuncularla çevrili olmaktır. Türkler de, ilk kez Mahsun’un setinde tanıştığım Danny Baba da (Glover) gerçekten çok iyiydi.
İleride oynamak istediğiniz bir rol var mı?
- Bir Türk kadınını oynamak isterim.
LEZBİYEN İKONU OLMAYA DEVAM EDİYORUM
Bir dönem üstlendiğiniz rollerin etkisiyle, özellikle de “Showgirls” filminde Elizabeth Berkley ile öpüşme sahnenizden sonra lezbiyen ikonu oldunuz. Bunun yansımaları devam ediyor mu?
- Sanırım evet. Bodrum’dayken Rus kızlar yanıma geldi ve hemen o konuya girdiler. Ama şunu söylemem gerekir ki lezbiyen olduğumla ilgili dedikodular sayesinde çok sağlam hayranlar kazandım. Çok sadıklar.
Eşcinsel hakları için çalışmanız isteniyor mu?
- Gay ve lezbiyenlere yardım kuruluşları için çalıştım zaten. Bu bana kendimi iyi hissettiriyor.
Bill Clinton’la aşk yaşadığınız, onun gözdesi olduğunuz yazılıp çizildi bir ara...
- Alakası bile yok. Bu kesinlikle asparagas bir haberdi. O haberi yapan kişiyi avukatlarım mahkemeye verdi.
KEDİMİN KAYBOLMASI BANA ALBÜM YAPTIRDI
Biraz da müzisyen yönünüzden söz edelim. Kediniz Cleo kaybolduktan sonra hissettikleriniz size bir albüm yaptırmış. Biraz o süreçten söz edebilir misiniz?
- O albüm kaybetme ve sevgiyi aramakla ilgiliydi. Ben Fransa’daydım ve kedimi asistanıma bırakmıştım. Kedimi köpeklerin tıraş edildiği bir yere götürmüş ve Cleo tabii ki oradan kaçmış. Uzak bir yerde olduğu için eve de dönememiş. 2,5 ay Los Angeles sokaklarında kedimi aradım ve o arada hayatımda bir sürü saçma sapan şey oldu. Cleo’yu tam da onu aramayı bıraktığımda buldum. “In Search for Cleo” tamamen kaybetme ve arayışla ilgili.
Buradan yola çıkarak “aradığımızı, aramayı bıraktığımızda buluruz” diyebilir miyiz acaba?
- Kesinlikle. Bu çok ironik bir durum ama gerçek. İki ay aradıktan sonra onu aramayı bırakmaya karar verdim. Ve işte Cleo o anda geri geldi. Bir şeyin seni bulması için araya mesafe koymalı, alan bırakmalı. Bu evrensel bir kural gibi. Bu film bile öyle, kendimden kaçmak istediğim bir anda teklifi aldım ve “New York’ta Beş Minare” hayatımın en iyi şeyi gibi oldu. Hem güzel ve çok ses getirecek bir film oldu hem de o sayede çok iyi dostluklar edindim. Her şey için teşekkür ederim.
MÜZİSYENLERİ OYUNCULARA TERCİH EDİYORUM
Sizin albümleriniz de var. Broadway şovlarında yer aldınız. Hangisini daha severek yapıyorsunuz?
- Ben genelde müzisyenlerle birlikte olmayı tercih ediyorum. Belki ailemde çok müzisyen olduğu için böyledir, bilemiyorum. Müzik yaparken, şarkı yapar ve söylerken oynamıyorsunuz. Bu nedenle bence müzisyenler daha kendileri gibiler. Oyuncular farklı rollere büründükleri için onların gerçekte kim olduklarını kimse bilemiyor. Müzisyenler kim oldukları konusunda kendileriyle daha barışıklar. Ve bence daha eğlenceliler.
“BU DÖNEMDE TÜRKİYE’YE Mİ GİDİYORSUN” DİYE SORDULAR
Film çekimleri için Türkiye’ye gelirken çekinceleriniz oldu mu?
- Ben düşünmedim ama arkadaşlarım “Bu dönemde Türkiye’ye mi gidiyorsun?” dediler. Yine de endişelenmedim. Hatta heyecanlandım, burayı seveceğimi tahmin etmiştim.