Güncelleme Tarihi:
Taha Akyol ile Gülay Göktürk'ün CNN Türk Masası'ndaki sohbeti karşılıklı itiraflarla geçti
Göktürk: Ben orta sınıflardan geldim ama öyle çok iyi okullarda yetişmiş, bireyin birey olarak kendisini geliştirebilmek için fırsatları olmuş insanlar da bu örgütler içinde kendilerini silmeyi, yoketmeyi, beni yoketmeyi başardılar. Yani, ‘biz’i, ‘ben’i bastırmak için kullanabildiler. Dolayısıyla bu kültürel ‘background’un tek sebep olmadığını da görmemiz lazım. Batıda da kendilerini yoketmeyi, beni silmeyi beni yoketmeyi ve kollektifi onun yerine ikram etmeyi başarmış komünist partiler var.
Akyol: Benim gençliğimde mücadele birliği, en sağdaki, tarikatımsı, en totaliter, bireyi yokeden hem bir örgüttü, hem tarikat türü, hem örgüt türü bir siyasi küçük gruptu. Zaten küçük örgütler daha totaliter oluyorlar. Onlar mesela benim kitap okumamı yasaklamışlardı. Gerekçesi ne? Kitap okursan kendine özgün fikirler oluşur, halbuki sen yok, ben yok, biz varız. Onun için benim kitap okumamı yasaklamışlardı. Sizin böyle tecrübeleriniz oldu mu?
ÇAY İÇMEK VE BURJUVA BİREYCİLİĞİ
Göktürk: Sizin tabirinizle sıkı dokulu, çok çok sıkı dokulu bir grup olarak yaşamanın şahikasına hapishanede ulaşıyorsunuz. Çünkü hapishanede toplumdan tecrit olmak somut anlamda da gerçek. Yani tamamen tecritsiniz. Sadece örgüt arkadaşlarınızla sizin gibi düşünen insanlarla birliktesiniz. Subjektivizmin ve dogmatizmin şahikasına ulaştığınız yerler o hapishane yılları. Biz de 2 yıl kadar birlikte yaşadık bir koğuşta bütün siyasi tutuklularla birlikte. Ve hep olduğu gibi zaman zaman eleştiri, özeleştiri toplantıları yapılıyor, tek tek herbirimiz eleştiriyoruz birbirimizi. Esas eleştiri konusunda hep burjuva bireyciliğinin tezahürleri aranıyor. Komünal hayata yeteri kadar katılamamak. Aslında komünal bir hayat yaşıyoruz, paramız ortak, giyisilerimiz ortak, yiyeceklerimiz ortak. Herkes parasını koyuyor, kimin ihtiyacı varsa kullanıyor. Böyle bir hayat yaşıyoruz. Bu toplantılardan bir tanesinde bir arkadaşımızın bana yönelttiği eleştiri çok tipikti. ‘‘Aslına bakıldığında Gülay'ın eleştirilecek bir yönünü bulmak kolay değil. Yani tartışmalara aktif katılıyor, komünal hayata katılıyor. Herşeyi bizimle paylaşıyor. İdeolojik çalışmasını yapıyor. Arkadaşları ile yoldaşça ilişkiler kuruyor. Herşey tamam, herşey hoş. Fakat bir an var ki dedi: Ben gözlüyorum, bazen çayını alıyor, ranzasına çıkıyor ve bir köşeye çekiliyor. Bir çay içme süresince etrafına görünmez bir duvar örüyor ve o süre içinde bizimle, kolektifle temasını kesiyor ve kendi iç dünyasına kaçıyor. Bu bir burjuva bireyciliğidir’’ dedi.
Akyol: Kendin olmayacaksın.
Göktürk: Evet inanır mısınız Taha Bey, ben o anda suçüstü yakalandığımı hissettim.
Akyol: Çünkü gerçekti.
Göktürk: Çünkü gerçekti. Çünkü 24 saat hiç ayrılamadan yaşadığınız bir ortamda, hapishanede 24 saat birbirinizi bir anlamda denetlediğiniz eleştirdiğiniz bir ortamda ben zaman zaman çayımı alıp ranzama gittiğim zaman öyle küçük kaçışlar yapıyordum. Onu farketmişti ve yakaladı. Ben de suçüstü yakalandığımı hissettim.
Akyol: O kadar sık dokulu, ki bir çay içme döneminde bile kendin olamayacaksın.
Göktürk: Bir kendine dönmeye ve kendin olmaya kollektifin dışına çıkmaya, yani o bir 5 dakika, 10 dakika kollektif dışına ruhen çıkmanıza tahammül edemiyor. Ben de hak verdim o arkadaşa. Ben, ‘‘Vay işte sen nasıl artık bana bu hakkı da görmezsin’’ demedim. Evet kaçamağın küçüğü büyüğü yoktu. Bu bir kaçamaktı. Burjuva dünyasına kaçamaktı. Bir burjuva bireyciliğiydi, ben de ona hak verdim. Şimdi ben nasıl böyle biri olabildim ve o arkadaşım nasıl öyle biri oldu?
Akyol: Daha önce böyle değildiniz. Yani örgüte girmeden önce böyle değildiniz.
Göktürk: Kendimiz hakkında da çok fazla fikrimiz yokken, kişiliğimizin o yeni oluştuğu dönemlerinde doğal olarak statüko ile çelişen noktalarımız oluyor. Sürüye katılmak istemiyoruz. Statükoda problemlerimiz var ve bunlar çok haklı problemler.
UYURGEZER TOPLUM
Akyol: Toplumda bir takım hoşunuza gitmeyen yanlışlıklar, hatalar, kuşkular görüyorsunuz.
Göktürk: Evet. Eğitim sistemi, sağlık sistemi, bir sürü şey var. Yoksulluklar var, acılar var. Buralarda çelişkisi oluyor insanın. Şimdi tabii ki sizin donanımınız bütün bu çelişkileri tutarlı bir biçimde ve topyekün çözecek bir fikir sistemi üretmekte yetersiz.
Akyol: O yaşta olamazsınız zaten.
Göktürk: O yaşta olamazsınız da. Soruyorsunuz, kafa yoruyorsunuz bunun çözümü nedir diye, çıkamıyorsunuz işin içinden. Oysa orada parlak bir yerde iç tutarlılığı olan bütün sorulara cevap verme iddiasında olan bir düşünce paketi, bir ideoloji var, bu ideolojinin, bu izmin öyle ya da böyle olması gerekmiyor. İşte o noktada aynı deneyimi yaşıyoruz zaten. Onun cevabı var. Onun her şey için bir cevabı var, o bir düşünce paketi. Sizin statükoyla ve toplumla çeliştiğiniz noktalarda tek tek birşeyler yapmanız çok zor. Orada insanlar var ve ortak düşünce etrafında birleşmişler. İşte o çekici geliyor, o zaman siz orada bütün soruların cevabını bulabiliyorsunuz. Orada siz artık 18 yaşınızda, 20 yaşınızda gerçeği elinde tutan insan oluyorsunuz, düşünebiliyor musunuz? Toplumun yüzde 90'ı uyurgezer gibi hissediyorsunuz.
Akyol: Gafil, hain, ajanlarla dolu bir toplum, bir tek gerçeği bulan siz. Müthiş bir şey, evet.
Göktürk: Yani hain demeseniz bile hep halka güveniyorsunuz o sırada. Halk aslında doğru olanı bilmiyor ama ben biliyorum, gerçek benim elimde. Ah bir de onlar görebilseler diyorsunuz. Ve tabii ki yüzde 99'dan farklısınız, gerçeği keşfetmişsiniz. Şimdilik pek anlamıyorlar sizin söylediğinizi. Ama ergeç anlayacaklar. Bu konuda da inancınız var halka. Gerek sağda, gerek solda. Halkın esas itibariyle kendilerinden yana olduğu düşüncesi vardır. Bir şekilde örgüte giriyorsunuz. Burada ideolojinin çekiciliği kolay da aynı zamanda bir düşünce paketi her sorunun da bir cevabı var ve gerçeği elinizde tutuyorsunuz. Girdiğiniz andan itibaren bir hayal kırıklığı süreci yaşıyorsunuz. Tabii ki üç yıl beş yıl, kiminde on yıl sürer bu. Bu hayal kırıklığı süreci esas itibariyle halkın bir türlü yanınıza gelmemesinden kaynaklanır.
Cemaatçı YAPI GÜÇLÜ
Akyol: Hep köşede kalıyorsunuz.
Göktürk: Maalesef hep marjinal kalıyoruz.
Akyol: Bütün kainatı biliyorsunuz ama hep köşede kalıyorsunuz.
Göktürk: Bir türlü anlatamıyorsunuz. Bakıyorsunuz her olayda halk sizin yanınızda değil. Gidiyorsunuz köye toprak işgalinde sizi kovalıyor belki köylüler. Fabrika işgaline gidiyorsunuz. Fabrikada işçilerle grev mücadelesine katılıyorsunuz Kibarlığından hoşgeldiniz filan diyor ama üçüncü gün dirsek çeviriyor.
Akyol: Ben burada bir parantez açayım. Bizim MHP'de ilk Turancılığın çok yoğun olduğu dönemde halka giderdik ‘Size en büyük şerefinizle hitabediyoruz Türkler’ falan... Sıfır oy alırdık. Yani biz bekliyorduk ki Türk deyince Türk'ün ayağa kalkması lazım. Veya Müslüman deyince Müslüman'ın ayağa kalkması lazım.
Göktürk: Bu hayal kırıklıkları ve kitlelere olan güvensizlikle hayal kırıklığı giderek cemaatcı yapıyı güçlendiriyor. Sonunda biz bize kalıyoruz. Geniş kitlelerle işçi ve köylü kitleleri ile birleşme umudunuz azaldıkça içe kapanma ve cemaatleşme başlıyor. İşte artık burada bir değerler sistemi var, örgüte özgü bir değerler sistemi var, bir ideoloji var. Başlangıçta sorularınıza cevap aramak için girdiğiniz örgüt o noktadan sonra sizin sorularınızı silmenize yol açıyor. Çünkü soru sormaya devam ederseniz, o ideoloji bir noktasından çökerse siz de çökeceksiniz. Çünkü siz artık varlığınızı o örgütle özdeşleştirmişsiniz. Soru sormaya korkuyorsunuz. İşte o noktada kafa donması başlıyor. İyi ama benim eleştirdiğim faşizmden ne farkı var sorusunu kafanızda bilinç altınıza itmek zorundasınız.
Örgüte girdiğiniz andan itibaren bir hayal kırıklığı süreci yaşıyorsunuz. Tabii ki üç yıl beş yıl, kiminde on yıl sürer bu. Bu hayal kırıklığı süreci esas itibariyle halkın bir türlü yanınıza gelmemesinden kaynaklanır.
Gidiyorsunuz köye toprak işgalinde sizi kovalıyor köylüler. Fabrika işgaline gidiyorsunuz. Fabrikada işçilerle grev mücadelesine katılıyorsunuz Kibarlığından hoşgeldiniz filan diyor ama üçüncü gün dirsek çeviriyor.
Bacılarımızdan biriyle evleneceksin
Akyol: Gülay Hanım, siz bunu solda diye anlatırken aynı şeyleri ben sağda yaşadım. Siz proleterya diye yaşamışsınız, ben, millet, işte Türkçülük yahut İslamcılık diye yaşadım. MHP gençlik kolları başkanıyım. İstanbul'da yıl 1966. Rıfat Baykal 27 Mayısçı subaylardan birisi. Yine bir partide şeriatçı kökenli. Ben muhafazakar Anadolu kökenli hem Türkçü hem İslamcı bir delikanlıyım. Vay şeriata küfredemezsin, kavga ettik, canım sıkıldı, istifa ettim. Bir lokal vardı. Orada birisi müthiş kültürlü konuşuyor. Genç bir adam 30'larında falan. Ya da 21- 22 filan herşeyi biliyor. Fransız ihtilali diyorsun elli tane Yahudi adı saydı. Rönesans diyorsun kırk tane Yahudi adı saydı. Ben sordum dedim ki peki Çin'de komünizmi kim getirdi? Çin'dekiler hepsi çekik gözlü sarı ırkın adamları, Mao'nun öğretmeni filanca, Fransa'da iken Yahudi idi orada da Yahudiler var şaşırdım kaldım. Enflasyonu Yahudi çıkardı, herşeyi biliyor ve ben o psikoloji ile o mücadele birliğine katıldım. Yıllarca benim kitap okumam yasaklandı ve dışarıda bütün ilişkilerim koptuğu için akli olarak yanlış yolda olduğumu bildiğim halde psikolojik olarak ben gidiyorum diyemedim. Dönek diyecekler. Arkadaşımızla beraberdik, ayrıldı gitti, hayırlı olsun, denmez. Hain, dönek, ajan, satıldı diyecekler. Evlenme meselesi gündeme geldi. Nişanlanacağız, karşı çıkıyorlar. Niye? Bacılarımızdan biriyle evleneceksin. Şimdi anlıyorum ki amaç benim kiminle evleneceğim meselesi değil, başka biriyle evlenip kendim olmamı önlemek. Ve bugün Türkiye'de benim bildiğim kadarıyla sağdaki bir takım tarikatlar da bu Adnan Hoca'nın kurduğu sekt tipi yapılanmalarda bu yaygın. Korkunç bir yapı. Uyuşturucu gibi bağımlılık yapıyor.
MAHİR ÇAYAN VE NİHAL ATSIZ
Akyol: Bu mesele fikir meselesi olarak algınanıyor. Ailenin sola dönük yönelimleri var, Mahir Çayan gibi çok zeki, entelektüel, Nihal Atsız gibi bir Türkçü, eline silah aldı, öldü. Ölmese belki bir holdingin yöneticisi olabilirdi.
Göktürk: Evet bir de fikri donma var. O militan 10 yılını verdiği davada yalnız hissediyor kendini.
Akyol: Şimdi benim aklıma bir anım geldi. 1979'du yanılmıyorsam. MHP'nin o zamanki yayın organı Hergün gazetesinde yazı yazıyordum. Bir de Ankara'da Yahya Sezai Tekel, Etyen Mahçupyan gibi isimler 'Toplumcu Düşün' diye gerçek anlamda sosyal demokrat ya da liberal sol gazete, çıkarıyor, Leninizm'i eleştiriyorlar. Ben hayret ettim solda da Lenin eleştirilirmiymiş diye. O vakit de Aybar, Lenin'e karşı çıkıyordu. Bu dergide o gazeteyi öven üstüste 4-5 yazı yazdım. Müthiş tepki aldım. Bu mücadele yürürken solda da iyiler var demenin sırası mı? Tezel'e telefon açtım, 'Yazınızı okudum, bir kahvemizi içmeye gelir misiniz?' dedi. Müthiş bir keyif aldım, bekliyorum ki bana teşekkür edecek. Sağda bir yazar olarak, solda bir demokrat gazeteyi övmenin iyi bir iş olduğunu sanıyorum. Benden bir tek ricaları oldu: Lütfen bizim gazetenin lehine yazmayın. Bize 'Faşistlerin övdüğü dergi' diyorlar. Demek korkunç bir kamplaşma var.