Güncelleme Tarihi:
Devlet Tiyatroları’ndaki göreviniz devam ediyor mu Tuncer Bey?
— Hayır, iki sene önce istifa ettim.
Neden?
— 1987 yılında konservatuvara girdim, 1992’de mezun oldum. Daha sonra tiyatroya girişim 1993... Antalya’da sekiz, Bursa’da 10 yıl çalıştım. Belli bir süre sonra hem iç işlerden kaynaklanan sebepler hem de işleyişte yaşadığımız bir sıkıntı nedeniyle ayrıldım.
Tiyatro defterini kapattınız mı yani?
— Yok, Devlet Tiyatrosu’ndan istifa etim ama 20 yıl aralıksız oyun oynadım.
20 yıl aralıksız devam ettiğiniz için bıkkınlık mı geldi yoksa?
— Bıkkınlık değil de biraz yoruldum aslında... Çünkü onun stresi çok farklı. Burada, yani dizi setinde sahne için şu an çağırsalar, “15 dakika sonra” diyebiliyorsun mesela... Bir affı var. Tiyatroda ise öyle bir durum söz konusu olamaz.
Hiç mi özlem duymuyorsunuz peki?
— Daha yeni olduğu için özlem hissedemiyorum, biraz dinlenelim.
SERT ADAMI OYNAMAK BENİM SEÇİMİM DEĞİL
Peki, gelelim dizilere... Sizi ekranda hep sert adam, ağır abi olarak görüyoruz, yanılıyor muyum?
— Evet de bu benim seçimim değil. “Ben bunu istiyorum” demiyorum, öyle gelişiyor.
Hangi rol olursa olsun mu diyorsunuz?
— Hayır tabii ki... Ama biz konservatuvar eğitimi gördük, her rolü canlandırabilecek şekilde eğitildik. Bu bir komandonun “ben dağa çıkıp yürüyemem” demesine benzer. Sen insanı oynuyorsun, insanın her türlü ruh hali var. İyisi de kötüsü de... Biz de her türlü insanı oynamakla mükellefiz.
Bu kadar yıl tiyatrodan aldığınız tatmin, sinema ve dizilerle karşılaştırılabilir mi?
— Tiyatronun hazzı çok büyük, çok farklı... Ben de sinemacı olayım diye yola çıkmamıştım zaten. Ama biraz da ekonomik koşullardan ötürü başladık. Asıl sahne oyuncusu olarak yetiştirildik.
Oyuncu açısından, cazip ekonomik koşullar dışında bir güzelliği yok mu bu dizilerin?
— Var tabii ki canım. Tiyatroda oynarsın 500 kişiye, bir dizide ya da sinemada oynayınca milyonlara ulaşırsın.
PAVYONA GİTMEYEN ADAM VAR MIDIR?
Gelelim “Kötü Yol”a... Siz dizide Fikret rolündesiniz. Henüz izlememiş olanlar için kimdir bu Fikret, nasıl biridir anlatır mısınız?
— Adana’dan İstanbul’a göçmüş. Pavyonda, kapı önünde fedailik yapıyor. Mağrur, iyi bir adam. Nilüfer Açıkalın’ın oynadığı Ayten’in de onun hayatında büyük bir yeri var.
Ayten’le arasında bir aşk var mı?
— Başına gelen kötü olaylardan sonra Ayten’i sahiplenmiş Fikret. Aralarında aşk var mı, onu henüz bilmiyoruz. İlerleyen bölümlerde göreceğiz.
Hiç pavyona gittiniz mi?
— Tabii canım, pavyona gitmeyen adam var mıdır (gülüyor)... Okul dönemlerimizde gözlem içn birkaç kere gitmişliğimiz var bizim de...
KONSERVATUVARA BEŞİNCİ DENEMEMDE GİREBİLDİM
Oyunculuk nasıl girdi kanınıza?
— Ben Uşak’ın Ulubey İlçesi’nin Kışla Köyü’nde doğdum. Babam köy enstitüsü mezunu bir öğretmendi. Amcalarım kahve işletirdi. O dönemlerde kahvelerde Yılmaz Köksal ve Yılmaz Güney’in filmleri oynatılırdı, onlarla büyüdüm. Ama az önce de dediğil gibi hiçbir zaman sinemacı olayım diye aklımdan geçirmedim.
Tiyatro aşkı ne zaman başladı peki?
— Ben okulda da tiyatro kollarının başını çekerdim. Babam tiyatroyu çok severdi. Ben doğmadan önce, 1965 yılında köyde tiyatro yapmış, hatta kağnıyla 20 kilometre ötedeki kasabaya turneye bile gitmişler. Beni ilkokulda tiyatro koluna yerleştiren de babamdır. Lisede de her yıl tiyatro yapardık. Bir de ben beş senede bitirdim liseyi. 12 Eylül dönemiydi, çalkantılı zamanlardı. Daha sonra dört yıl da konservatuara girmek için mücadele ettim.
Konservatuvara girmek için kaç yıl uğraştınız!
— Beşinci yılımda girdim. İlk dört denemede kazanamadım. Ama son iki yıl okulda Cüneyt Gökçer’in derslerine girmiştim, onların çok faydasını gördüm.
Bu sürede hiç hevesiniz kırılmadı mı?
— Hiç kırılmadı.
BU HİKAYE TUTAR
“Kötü Yol”u izleyici sever mi?
- Sever.
Niye sever, siz izleyici olsanız nesini severdiniz?
- Hikaye güzel, ondan sever. Biliyorsunuz Orhan Kemal’in aynı adlı romanından uyarlandı. Bir temeli var. Çekimler güzel, kadro çok iyi. Bu hikaye de tutmayacaksa insanlar neyi sevecek.