Oluşturulma Tarihi: Ağustos 12, 2007 00:00
Radikal Gazetesi’nin yazarlarından Nuray Mert’in, diğer köşe yazarı Perihan Mağden’e yönelik ağır yazısı önceki hafta Hürriyet’e haber olmuştu.
Ertesi gün Mağden’in köşesinden Mert’e cevap gelmişti. Ardından savaş baltaları toprağa gömüldü. Ancak ortak çevreleri iki yazara birbirinden
haber taşımayı sürdürüyor. Hürriyet’te haberin çıktığı gün Nuray Mert’in ünlü bir köşe yazarı dostunun koluna girip Nişantaşı’nda yürüyüşe çıkmasını hemen Mağden’e yetiştirmişler. Mağden bu olayı "Nuray’ın zafer yürüyüşü" olarak kayda geçirmiş. "Polemiği sürdürmeyeceğim" diyormuş. Mert ise "Perihan’ın ağzının payını verdin" diyenlere tebessüm etmekle yetiniyormuş.
Köyümün radyosu TRT3Duvarlarında resim asılı olmayan, güzel sesler yankılanmayan evleri sevmem. Bu nedenle, evde olmadığım saatlerde bile radyom açıktır. Bir yandan küçük sesle, TRT-3 çalar. Evin kapısını açtığımda müziğin sıcaklığıyla kuşatılmak isterim. Sabah uyanınca elim önce radyoya gider.
Birkaç yıl önce TRT-3’ün yayınları zayıflayınca keyfim kaçmıştı. Çamlıca’daki 30 yıllık, 10 KW’lık verici yorulmuş, yayınlar şehrin birçok yerinden dinlenemez hale gelmişti. Diğer radyoların kayan frekansları yayınları iyice gölgeliyordu. Basına yansıyan şikayetler üzerine herhalde bakım yapıldı. TRT-3 biraz daha dinlenir hale geldi.
Son bir yıldır ise diğer ticari radyoları taklit eden tuhaf anonslar, sabahın erken saatinde gümbür gümbür arşivden çıkmış pop çalan programlar türedi. Beni en çok hamam ekosuyla yapılan TRT tanıtımları güldürüyor. Sanki mikserin başına bu teknolojiyi ilk kez keşfeden birileri geçmiş, eko düğmesini sağa sola çevirmiş ve bu müthiş tanıtım cingıl’larını hazırlamış. Böylesini ancak köy radyolarında duyabilirsiniz.
BBC’nin Radyo3’üne özenerek kurulan, Türkiye’nin en önemli kültür radyosunun geldiği durum gerçekten çok hazin. Bu başarıda payı olan tüm yöneticileri ayrı ayrı kutlarım.
Aslanlar şefleri
ham yaptıFiyakalı kıyafetleri, sahnedeki otoriter edaları, ellerindeki küçücük bagetle dünyayı döndürüyormuş havaları, sehpadan çevrelerini kartal gibi süzmeleri sizi yanıltmasın.
Orkestra şefleri sanıldığı kadar güçlü faniler değil. Onları da korkutanlar var hayatta: Karşılarındaki orkestralar!
Klasik müzik tarihi frağının kuyruğuna teneke bağlanan şeflerle dolu.
Geçimini şeflikle sağladığı dönemde Gustav Mahler’i hayatından bezdiren, Leonard Bernstein’ı Avrupa’ya ayak bastığında titreten, hayatının son demlerinde Herbert von Karajan’ı doğduğuna doğacağına pişman eden hep bu orkestralar. Bu nedenle bir ünlü şefin şu sözü tarihe geçmiş: "Orkestranın önünde sehpaya çıkmak aslanlarla kafese girmek gibidir!"
Türkiye’nin büyük orkestraları da bu konuda namlı. Özellikle de Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası. Ankara’nın duayen gazetecilerinden Şefik Kahramankaptan’ın Andante dergisinin son sayısında yazdığına göre, CSO dört şefi "ham" yapmış.
Orkestrada bir "kara liste" hazırlanmış ve şefler farklı gerekçelerle bu listeye eklenmiş. Tabii yazdıklarımı okuyup, orkestranın konser verdiği salonun duvarlarında liste filan aramayın. Liste sanal, gerekçeler gizli. Kahramankaptan şu isimlerden bahsediyor: Konstantin Kremetz, Orhan Şallıel, Alexander Rahbari, Alparslan Ertungealp.
Satır aralarından anladığım kadarıyla titizlenip ağır prova yaptırdıkları için Kremetz ve Rahbari’nin isimleri çizilmiş. Şallıel senfonik müzikten çok fantezi müzik alanındaki derin çalışmalarından dolayı. Son yıllarda adından epeyce söz ettiren Ertungealp’in ise bir konserde orkestrayı zor duruma düşürdüğünü, "Biraz daha deneyim kazansın, sonra yine bakarız" düşüncesiyle listeye alındığını yazıyor Kahramankaptan.
Bu yazıyı okuduktan sonra düşünmeye başladım: Yıllardır CSO’yu kazasız belasız yöneten, geçen yıl daimi şefliğe atanan Rengim Gökmen de İstanbul’a acaba bu endişeyle mi kaçtı?
Dedeyle torunu
karıştırdılarGeçen hafta sonunda kaybettiğimiz, yazar, çevirmen, mimar Samih Rifat’ın cenazesi pazartesi günü, Erenköy Galip Paşa Camii’nden kaldırıldı. Cenazesinde edebiyat-sanat dünyasından pek çok isim vardı. Aynı gün internetteki bir edebiyat sitesi, Rifat’ın vefatından dolayı üzüntülerini tüm samimiyetiyle dile getirip, bazı anılarını yayımladı. Yazının bir yerinde şöyle deniyordu: "Samih Rifat’ı kültür ortamımıza kazandırdığı sayısız yapıtıyla anarak, yüce anısı, hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz. Ailesine sabır, sevenlerine başsağlığı diliyoruz. Olmadı, hiç olmadı. Şimdi birileri çıksın bu zamansız gidişi bestelesin. Ya da sevgili Samih bir siyah beyaz kareye yerleştirsin bilge yüreğini. Tıpkı ’Gelibolu Marşı’ adlı şiiri gibi... (O şiiri Leyla saz bestelemişti): Yaslı gittim, şen geldim / Aç koynunu ben geldim. / Bana bir yudum su ver / Çok uzak yoldan geldim..."
Bildiğimiz gibi Samih Rifat, Garip şiiri temsilcilerinden Oktay Rifat’ın oğlu ve şair Samih Rifat’ın torunu. Ve bu şiir dede Samih Rifat’a ait...