Güncelleme Tarihi:
RÖPORTAJ NAZAN ORTAÇ nortac@hurriyet.com.tr
Mücevherlere olan tutkunuzu ne zaman fark ettiniz?
Mücevherlerle aram çocukluğumdan beri çok iyiydi. 7-8 yaşlarında deniz kenarlarındaki kabukları toplayıp kolye veya yüzük yapardım, evdeki avizelerden taşları ve sedefleri çıkarır küpelere dönüştürürdüm, var olanı başka bir fikir ile yeniden yaratmak yani tasarlamak hep içimde olan kuvvetli bir duygu.
Almanca öğretmenliği de yaptınız, ama anlaşılan gönlünüz takı işindeydi. Takı işine nasıl başladınız?
Altı sene Işık Lisesi’nde Almanca öğretmenliği yaptım. Çok severek çalıştığım bir dönem oldu bu. Gençlerden de çok şey öğrendim. Hoşgörüyü, dinlemeyi, anlamayı, ileriye dönük vizyonlarını, hayal kurmanın en önemli şey olduğunu onlardan öğrendim diyebilirim.
Markanızın kuruluş sürecini anlatır mısınız?
1989’da başlayan mücevher ve takı yapma sürecim öncelikle kendimi sanatsal olarak ifade edebileceğim bir dal arayışı ile başladı. İşin mutfağını öğrenerek başladım. 2 sene Kapalıçarşı’da dersler aldıktan sonra kendi atölyemi kurdum. Sonrasında ise sergiler açmaya başladım. Amacım o zaman da şimdi de bu disiplini bir sanat dalı olarak yönlendirmekti. Mücevher sektörü yüzyıllardan beri bizde en mükemmel isçiliklerle var olan ve çok iyi sadekarlarımız ve ustalarımızla yasamaya devam eden bir sektör. Benim amacım bu zanaatı sanata açmaktı. Yolumu böyle çizdim ve sürdürüyorum. Hiç kimsenin o dönem yapmadığı bizim geleneksel “mücevher zanaatını” takı ve mücevher sanatına ve tasarımına dönüştürdüm. Bu anlamda Türkiye’de ilklerden oldum diyebilirim önce evde atölyemi kurup iki senede bir galerilerde sergiler açtım. 1996 senesinde ise Teşvikiye’de “Zeynep Erol Takı Tasarım” adı altında kendi galerimi kurdum hala da aynı adreste showroom’um ve atölyem bulunuyor. Ondan sonra bir müddet kendi bünyemde sergiler açtım ve takı dersleri verdim.
Hobiniz işiniz olmuş; hâlâ aynı heyecanı duyuyor musunuz? Aynı zamanda ticari bir işletme yönettiğiniz için, sanatınızla ticaretinizi nasıl birlikte sürdürüyorsunuz?
Sanat ve ticaret bir arada şöyle yürüyor sadece severek yaptığıma odaklandıkça çark farklı dönüyor. Gelen insanları memnun etmiş oluyorum aynı enerji ve heyecana onları da ortak ediyorum, bu yüzden ikisi dengede gelişiyor.
Koleksiyonlarınızı hazırlarken nelerden ilham alıyorsunuz?
Hayat yolculuğum benim koleksiyonlarımda en önemli ilham kaynağım, dolayısıyla bitmek tükenmek bilmeyen bir depo içimde saklı. Bunun yanı sıra 3 boyutlu mücevher yapmayı sevdiğim için karşıma çıkan binalar ve mimari detaylar beni çok etkiliyor.
Mücevher, insanoğlunun doğuşundan bugüne dek her zaman var olmuştur. Zaman zaman ihtiyaç ve korunma, duygusal bütünlük, hatıra veya statü sembolü olarak varlığını sürdürmüş ve bana göre öyle de devam edecek. Öte yandan elmas ve pırlanta gibi değerli taşların yerlerini doğa ve insana zarar vermeyen organik ve etik pırlantaya bırakacağına inanıyorum. Dünyanın ve geleceğin iyiliği için bu anlayış gitgide çoğalacak.
“AUDREY HEPBURN MÜCEVHERİ EN GÜZEL TAŞIYAN KADIN”
Mücevheri en güzel taşıyan kadınlar sizce kim? Bir isim verecek olsanız kimi söylerdiniz?
İç güzelliği ile bütünleşebilen her kadın mücevheri güzel taşır. Özgüvenli bir duruş mücevherle beraber kişiyi daha da güzelleştirir diye düşünüyorum. Ama bir kişiyi seçecek olsaydım ilk aklıma gelen Audrey Hepburn olurdu. Hayat yolculuğunda kendini getirdiği yer ve zarafeti beni çok etkiliyor.
Çok sevdiğinizi birine hediye edeceğiniz mücevher hangisi olurdu?
Her zaman hediyelerimde o kişinin tarzını ve karakterini düşünerek mücevher seçerim. Ama “Yaşam Çiçeğinin Unutulmuş Sırrı” kitabından esinlenip 2006 yılında açtığım sergideki yaşam çiçeği yüzüğümü her kadına hediye edebilirim. Zira bu mücevherin var oluşumuzun kutsal geometrideki halini en güzel ve zarif şekilde ifade ettiğini düşünüyorum.
1989’dan beri takı tasarımcılığı yapıyorsunuz. Sizce sektörde neler değişti? Sizce geri mi ileri mi gidiyoruz?
Mücevher sektörü yüzyıllardan beri bizde en mükemmel işçiliklerle var olan, çok iyi sadekârlarımız ve ustalarımızla yaşamaya devam eden bir sektör. Benim amacım bu zanaatı sanata açmaktı. O zaman da şimdi de bu disiplini bir sanat dalı olarak yönlendirmekti. Yolumu böyle çizdim ve sürdürüyorum. Mücevher sektörüne trendler ve moda anlayışı hâkim oldu... Gençler ise kolay ve gündelik takabilecekleri uygun fiyatlı fakat zarif takıları tercih ediyor.
Öğretmenlik, balerinlik, heykeltıraşlık ve takı tasarımcılığı... Sizi en çok hangisi tanımlar?
Kendimi anlatmamın en güzel ifadesi 14 yıl bale yapmak olmuştu. Kapalıçarşı’da mücevher yapmayı öğrendiğim yıllarda ise takı ile aynı güçte bir anlatım oluşturabileceğini gördüm. 1989’da başlayan bu arzu hâlâ aynı kuvvette sürüyor. Son yedi yıldır kendi iç dünyamı ifade etme modelime heykel de eşlik ediyor. Son sergimin adı Metamorfoz’du. Etrafımızda olup bitenlere bazen korku, bazen endişe, dehşete varan düşünce ve duyguların esiri ile yaklaşmaktayız. Bu durumun da iç huzuru ve yaşam kalitemizi değiştirdiği kesin. Ama yaydığımız bu negatif ile de bir yere varılmamakta. ‘Polyannacılık oynayalım’ diyorum ben. Tüm masalların gerçek olayları duyguları gerçekleştirmeye yaradığına inanıyorum çünkü hepimiz inancımızla yaratıyoruz ve bunun sonuçlarını da görüyoruz. O zaman neden masallara inanmayalım? Ben bu seçeneği “hayat mottosu’’ olarak aldım.
Tüm dünyanın yaşadığı pandemi gündeminde birçok insan kendi iç dünyasına döndü, kendilerini ve derinliklerini keşfetmeye başladı. Bu dönem size neler kazandırdı? Durup daha çok hayatımızı sorguladığımız pandemi günlerinin sizin hayatınızda ve tasarımlarınıza etkisi nasıl oldu?
Pandemi tabii ki hepimizi derinden sarstı ve tekrar hayatlarımızı gözden geçirme mecburiyetini yarattı. Şahsım adına diyebilirim ki hayatıma etkisi pozitif anlamda oldu... Tüketimden uzak ve zaten yalın ve toksit anlayıştan uzak bir hayatım vardı. Pandeminin herkesi bu doğrultuda düşünmeye zorlaması karşılıklı insan ilişkisine anlayış ve hoşgörü katması bakımından çok olumlu oldu. Umarım sonrasında da aynı anlayışımıza devam edebiliriz, zira insanoğlunun çabuk unutma alışkanlığı vardır. Bu sene mücevherlerimde umudu ve inancı daha kuvvetli işledim, yaşamın şükür, sabır ve inançla güzelleştiğine daima inanmışımdır ve yine takılarımda bu enerjiyi kuvvetle hissedeceksiniz.
“YENİ SERGİMDE İÇ YOLCULUĞUMUN ÖZETİ VAR”
Biraz yeni dönem planlarınızdan bahseder misiniz? Planladığınız ve hayata geçirmeye başladığınız yeni şeyler var mı?
Planladığım ama yaşadığımız Covid salgını nedeniyle açamadığım bir sergim var. 2021’in baharında hem heykeller hem de 100’den fazla çeşit takılarımdan oluşan bir sergi olacak. Bu sergimde Avustralya iç yolculuk seyahatimin bir özetini anlatıyor olacağım, gerisi sürpriz kalsın…
Peki ya Zeynep Erol’un çıkartmaktan vazgeçmediği, enerjisiyle bütünleştiği bir takısı var mı?
Takılarımı dönemsel olarak değiştirmeyi tercih ediyorum fakat hayat devam ederken hiç vazgeçemediğim takılar yok değil. Buddhalı tılsım kolyem ve peri küpem benim takı kutumun favorileri arasında yer alıyor. Buddha tılsım kolyemde yer alan bütün semboller insan olarak sürekli kendimi yenileme ve geliştirme felsefemi bana hatırlatıyor. Peri küpem ise hafifliği ama aynı zamanda yüksek titreşimi sembolize etmesi ruhumla çok bütünleşiyor.