Güncelleme Tarihi:
Bugün artık uzak bir geçmişin tatlı bir hatırası gibi görünen Yeşilçam, vakti zamanında kendi ölçülerinde bir tür Hollywood reflekslerine hâkim, koca bir sektördü ve bu sektörün üretim dişlilerinde ‘yıldız’ isimler en önemli cepheydi. Dün aramızdan ayrılan Fatma Girik de söz konusu cephenin kadınlar bölümünde yer alan ‘dört’ sağlam mihenk taşından biriydi. Sinemamızın ‘dört yapraklı yonca’ adıyla tanımlanan müstesna grubu içinde Türkân Şoray, Hülya Koçyiğit ve Filiz Akın’la birlikte sinema denen 20. yüzyıl icat ve eğlenceliğinin kitleler katındaki popülerleşmesindeki en öncelikli yüzlerdendi. ‘Yonca’lar içinde ise daha sert, mücadeleci, tuttuğunu koparan, her daim hakkının peşine düşen bir portrenin sahibiydi.
Mavi gözleri ve farklı profilleriyle başka bir rol modeli sunuyordu. 1942’de Sultanahmet’te doğmuştu, emekçi bir aileden geliyordu, komşusu sayesinde setlerde figüran olarak çalışmaya başlamış ve bu farklı dünyayı sever olmuştu. Annesi okulunu aksattığı için oyunculuk sevdasına karşı çıksa da nihayetinde küçük Fatma bir yol ayrımına girmiş ve kararını sinemadan yana vererek Cağaloğlu Kız Lisesi’ndeki eğitimine son vererek farklı bir kariyerin ve serüvenin peşine düşmüştü. Seyfi Havaeri’nin ‘Leke’siyle başlayan başrol yolculuğuna daha sonra çok sayıda yapım eklemiş ve zaman içinde, sinemamızın ‘klasik’lerinden biri olarak tarihteki yerini almıştı. Tanındıkça, şöhreti arttıkça gelişen ekonomik rahatlıkla ailesini de konfora taşıyan ama geldiği, geçtiği zorlu yolları hiç unutmayan Girik, yelpazesi geniş bir portföyün içinde çok farklı türlerde yapımlarda seyirci karşısına çıktı. ‘Keşanlı Ali Destanı’ (1964), ‘Sürtüğün Kızı’ (1967), ‘Ezo Gelin’ (1968), ‘Menekşe Gözler (1969), ‘Boş Beşik’ (1969), ‘Şoför Nebahat’ (1970), ‘Acı’ (1971), ‘Ekmekçi Kadın’ (1972), ‘Ağrı Dağı Efsanesi’ (1975), ‘Kanlı Nigâr’ (1981), ‘Postacı’ (1984), ‘Yılanların Öcü’ (1985) filmografisindeki öncelikle adımlardı. Ayrıca Metin Erksan’ın 1977 tarihli ‘Kadın Hamlet-İntikam Meleği’ de kariyerinde en ilginç izlerden biriydi.
MAKSİM’DE SAHNE ALDI
Özel hayatına gelince; sette çalışırken dönemin önde gelen yönetmenlerinden Memduh Ün’ün ilgisini çekiyordu. 1958 yapımı ‘Murada Ereceğiz’de ikili yakınlaşıyor, çekimlerin gerçekleştirildiği Antalya dönüşü ara verseler de sonradan tekrar birlikte oluyor ve gerçekten murada eriyorlardı! Ve yaklaşık 50 yıl süren bir aşkı paylaşıyorlardı…
Bu arada hayatındaki ilginç notlardan birine de, dün sinema eleştirmeni arkadaşım Cumhur Canbazoğlu’nun yazısında rastladım, aktarayım: “1968’te ‘fıkra anlatarak şov yapmak için İzmir Fuarı’nda sahneye çıkıyor. Ancak seyirci fıkralarla yetinmiyor, daha fazlasını talep ederek şarkı da söylemesini istiyor ondan. Dersler aldıktan sonra Şubat 1969’da ‘Beyazperdenin Güzel Gözlü Kızı’ sloganıyla İstanbul Maksim Sahnesi’nde Türk Sanat Müziği söylemeye başlıyor.”
HER DAİM HAKSIZLIĞIN KARŞISINDAYDI
Fatma Girik aynı zamanda politik bir portre olarak da toplumsal hayatımızın içinde yer alan bir isimdi. Sanatçıların duygu ve düşüncelerini daha rahat ifade edebildiği, kutuplaşmanın bu denli belirginleşmediği ve sağduyunun daha fazla hayata hâkim olduğu dönemlerin öne çıkan yüzlerindendi. Zaten sözünü sakınmayan, haksızlığa her dem karşı çıkan karakteriyle bu ‘politik’ elbise ona çok yakışıyordu. Tam bu noktada meseleyi kişisel bir anıya getirmek istiyorum: Yıl 1977. Ailece, İzmit’teki teyzemin kızını ziyarete ediyoruz. Akrabamın oturduğu apartmanın ait olduğu geniş cadde kentin en işlek hattı ve o yıllarda İstanbul-Ankara karayolunu kullanan araçlar bu yoldan geçiyor. Balkondan etrafa bakarken upuzun bir yürüyüş grubunu fark ediyorum. Ellerinde pankartlarla hareket ediyorlar ve megafonla da bir şeyler söyleniyor.
13 yaşındayım ve “Ne ola ki?” diyerek çocuksu bir merakla hemen aşağı iniyorum. Çok kısa bir süre sonda kortejin başı, apartmanın önüne ulaşıyor. Bir bakıyorum ki topluluk içinde Fatma Girik, Türkân Şoray, Tarık Akan, Cüneyt Arkın, Kadir İnanır, Menderes Samancılar, Hale Soygazi, Meral Orhonsay gibi isimler var. Tabii yaşım herkesi tanımaya yetmiyor ama o Yeşilçam’ın öne çıkan isimleri olduğu görüyorum. Onlarla birlikte yürüyor ve neredeyse şehrin merkezine kadar eşlik ediyorum. Benim için büyük bir mutluluk… Heyecan, gurur, sevinç kaynağı... Eve gidip “Şunu gördüm, bununla beraber yürüdüm, şöyle eşlik ettim vs.” diye duygularımı aktarıyorum. Evdekiler tabii inanmıyor, “Yeme bizi” diyor. Neyse ki ertesi günkü gazeteler beni doğruluyor. Yeşilçam’ın o ünlü ‘Sansüre Karşı Büyük Ankara Yürüyüşü’ne farkında olmadan eşlik etmişim. Fatma Girik’i de ilk kez orada yakından görmüştüm. Dün sosyal medyada bu yürüyüşteki öncülüğünün yanı sıra yine 1990’da Zonguldak’taki ‘Büyük Madenci Yürüyüşü’nde rahmetli Uğur Mumcu (tesadüfe bakın ki biri 1993, diğeri 2022 yıllarında, aynı günde aramızdan ayrıldı), İlhan Selçuk, Ali Sirmen’le birlikte kortejin önünde yer aldıkları bir kare de paylaşıldı.
BELEDİYE BAŞKANI OLDU
Girik’in politik kişiliği bir noktadan sonra ‘resmiyet’ de kazanmıştı; 1989-95 yılları arasında Şişli Belediye Başkanlığı görevini üstlendi. Tıpkı Hollywood’dan siyasete geçen Ronald Reagan, Arnold Schwarzenegger, Clint Eastwood gibi yıldızların yanında bizim sinemamızda da siyaset-sinema arası güzergâhın ifadesi olarak Fatma Girik adı tarihe kazındı. Peşi sıra kişiliğe uygun bir televizyon programıyla karşımıza çıktı. ‘Söz Fato’da’ adlı bu macerada sert, zorlu, tuttuğunu koparan bir iz sürücü mantığıyla adaletin tecellisi için uğraşıyordu. Dün, vefat haberinin ardından, 1996’da gözaltındayken polisler tarafından öldürülen gazeteci Metin Göktepe’nin ablası Meryem Göktepe şöyle bir tweet’le Girik’i andı: “Fatma Girik tartışmasız filmleri, sanatı ve kamu çalışanları içindeki yeriyle çok kıymetli bir belediye başkanıdır. Şişli Belediyesi’nde sendikamız TümBelSen ile yaptığı ilklerden olan sözleşmenin arkasında durmuştur. Söz Fato’da ile Metin Göktepe davasına katkısı büyüktü, saygıyla’…
Evet, sinema oyunculuğunun kendisine yetmediği, hayatın diğer alanlarında da izlerini bırakan, bambaşka bir tarzın ifadesiydi o. Çektiği filmler, yer aldığı mücadeleler, yardımına koştuğu insanlar ve hâtıralardaki tüm izleriyle toplumsal belleğimizdeki yeri sağlam bu karakter, dün kendi adına perdeden çekildi. Tüm sevenlerinin başı sağ olsun...
MENEKŞE GÖZLÜM DEV YÜREKLİ ARKADAŞIM
Fatma Girik’in vefatı, sanat dünyasını yasa boğdu. “Yeşilçam’ın dört yapraklı yoncası” diye anılan oyuncu arkadaşları Türkân Şoray, Filiz Akın ve Hülya Koçyiğit, haberin şokunu yaşarken, üzüntülerini anlatacak kelime bulamadı.
TÜRKAN ŞORAY: “Dünya güzeli maviş gözlerinle cıvıl cıvıl bakardın canım arkadaşım. Seni çok özleyeceğim birlikte olduğumuz, güldüğümüz günlerimizi. Sinema yolculuğunda kader arkadaşıydık sevinçlerimiz, üzüntülerimizle. Seni seven milyonlar çok özleyecek, Türk sinemasında yerin dolmayacak. Duyduğum derin acıyı ifade etmem zor, kalbimdesin sonsuza kadar…”
FİLİZ AKIN: “Şimdi daha haberin şokundayım. Herhalde yanlış duydum diyorum olmuyor. Telefonlar çalıyor. Mesajlar geliyor. Ah benim dobra arkadaşım. Ben şimdi kime ‘Menekşe Gözlüm’ diyeceğim.”
HÜLYA KOÇYİĞİT: “İçim yanıyor. Canım arkadaşım, o masmavi gözleriyle hepimize enerji, mutluluk veren dev yürekli, benim canım arkadaşım. İnanasım gelmiyor. Fatma’m, seni ziyaretlerimde ne planlar yaptık arkadaşım. Hani hepsini gerçekleştirecektik... Böyle olmadı, yüreğim çok yanıyor. Türk sineması en önemli oyuncularından birini kaybetti, ben kardeşimi... Bu dünyadan bir Fatma Girik geçti... Ruhun şad olsun Fatma’m, güzel yüreklim. Hepimizin başı sağ olsun. Çok çok yakın arkadaşımdı. Ziyaret ettim bu hastalık sürecinde. Hâlâ onu kaybettiğimize inanamıyorum. Kendimi toparlamaya çalışıyorum konuşabilmek için. Bir ay kadar önce ziyaret etmiştim. Çok iyiydi. Aklı başındaydı. Yürüyemiyordu, onun için fizik tedavi görüyordu.
TÜRK İNSANININ YÜREĞİDİR FATMA GİRİK
“Bağıra bağıra ağlamak geliyor içimden... Yüreğim yanıyor... Gözümün önünde mavi, yiğit bakışları... Öyle zarif bir kadındı ki... İnanamıyorum, bir dönem bitti. Nasıl dayanırım ben bu acıya... Ne kadar alçakgönüllü, dosttun. Nur içinde yat. O anlatılmaz, o hepimizin yüreğinde... Türk insanın yüreğidir o. Baştan aşağı Anadolu’dur o. Anadolu anasıdır o. Fatma’m bekle beni orada, geliyorum...”
UĞURLAR OLSUN
BİRCAN SİLAN: “Canım benim, güzel ablam, güzel Fatma… Gittiğin yerde umarım sevdiklerin seni bekliyordur… Çok sevdiğin Uğur Mumcu ile aynı gün ayrıldın aramızdan… Uğurlar olsun sana…”
AJDA PEKKAN: “Türk sinemasının efsanesi, canım arkadaşım Fatma Girik’in ölüm haberi beni çok derinden sarstı ve çok üzgünüm. Ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum. Ebedi hayatta huzurla uyu canım Fatma’cım…”
GÖKSEL ARSOY: “Çok üzgünüm. Renkli, hayat dolu bir insan ve dosttu. Çok temiz kalpliydi. Film çekerken kaza haberini televizyonda duyduğumda Florya’da yazlıktaydım. Hemen hastaneye koştum, kan arıyorlardı. İlk kanı ben verdim. Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın. Onu sevenler kalplerinde yaşatacaktır, Fatma Girik ölmez.”
MELEK BAYKAL: “Ölümsüzlüğe bugün Fatma Girik’i uğurladık… Ömrüne binlerce hayat sığdıran, gençlerin örnek aldığı, duruşu ile Türk kadınlarına güç veren… Ülkemizin ve sanatın başı sağ olsun.”
HAMDİ ALKAN: “Üç gün önce bir müzayededen fotoğrafını almıştım. Fotoğrafın elime ulaşmadan senin vefat haberin ulaştı. Hayatıma kattığın güzellikler, değerler ve solmayan renkler için teşekkür ediyorum. Işıklar içinde uyu.”
NEBAHAT ÇEHRE: “Yaşayan bir çınarı kaybettik. Sanatı ve sanatçıyı destekleyen, Türk kadınına güç veren, yol gösteren arkadaşım Fatma. Sözler boğazıma diziliyor acım tarifsiz, başımız sağ olsun.”
DEMET AKBAĞ: “Oyunculuk hayalleriyle yanıp tutuşurken, hayranlıkla izlediğim filmlerin menekşe gözlü oyuncusu… Işıklar içinde uyu.”
EZO’MUZUN İSİM ANNESİ
ALİ SUNAL: “Ah Fatma Girik… Babamın ortağı, çalışma, yol arkadaşı, dostu, dostumuz, biriciğimiz. Bizim için çok değerliydiniz ve hep çok değerli olacaksınız…”
GÜL SUNAL: “Ezo’muzun isim annesi … Sevgili dost…”
EZO SUNAL:“Doğduğumda bu künyeyle hastaneye gelmiş… Künye hâlâ bileğimde, gururla taşıyorum ismimi sayesinde…”