Güncelleme Tarihi:
Bodrum Sianji Well Being Resort’tayız. Çemberde yaşam ritüeli için sahilde boylu boyunca uzanmışız. Güneş’in içinden bir adam üzerime eğilmiş, bana İngilizce bir şeyler soruyor. Yuvarlak gözlükleri ve uzun buğday saçlarıyla John Lenon cennetten gelmiş olabilir mi?
Elindeki çanağı (singing bowl) karnıma koyuyor ve ahşap tokmağını çevresinden geçirerek sanki beni yaşayan bir çembere davet ediyor. Bakır çanaktan çıkan sesin yarattığı titreşim aracılığıyla, grupça ortak bir frekansa dâhil oluyoruz. Bu, evrende sevgi enerjisi olarak var olan en büyük rezonansı oluşturmak; aynı titreşimsel ritmi yakalamak anlamına geliyor. Çemberde yaşam terapisi biter bitmez, huzur duyguları eşliğinde John’a soruyorum: “Bize ne yaptın?”, “Merhaba, dedim” diyor.
Adının Cem Tan olduğunu öğrendiğim terapistin, aslında yaptığı şey ses ve vibrasyon terapisi. Amacı bizlerle dilin dışında farklı ve daha sağlıklı bir iletişim kurmak. Çünkü dil; doğası gereği ikircikli, bölümlü bir yaşamı olumlayan sözcüklerden inşa edilmiş. Kadın-erkek, iyi-kötü, ben-öteki gibi… Bizden, birden çok uzak!
Cem’in müzik enstrümanları aracılığıyla kendimizle iletişime geçip, bedenimizi onarmaya çalışıyoruz. Çünkü tedaviyi yapacak olan bizleriz. İnsan bedeninin çoğunun sudan oluşması sebebiyle, suda yaratılan bu yeni frekans, enerjiyi düzenlenmeye yardımcı oluyormuş.
Cem, bir orkestra şeklinde geldiği için tavandan sarkan vurmalı ve üflemeli enstrümanları kullanarak iç ritmine uygun bir müzik yapıyor. Birliği temsil eden tek bir üniteye dönüşebilmemiz için… Bize de sadece boylu boyunca uzanmak düşüyor.
Esas olan Nirvana’ya ulaşmak değil, çarşıda yaşayabilmeyi başarmak!
Cem Tan, dört yaşından beri zil ve davul çalıyor. Emprovize müzik performans grubu The Moon & Stars Yeah adıyla, Eren Levendoğlu ve Ozun Usta’yla birlikte her cumartesi Gümüşlük Amavi Bar’da müzik yapıyor. Katışıksız bir Peru aşığı. Dediğine göre orada, müziğe başladığında daha tınısından ne dediği anlaşılıyormuş. Perulularla analize dayanmayan, şifalandıran; öze ait kurduğu bu iletişimi çok özlüyor.
Biraz sohbetten sonra Cem’le ikimiz, kaynağını bulan bir derenin iki koluna dönüşüyoruz. Nerede Cem susuyor, Ebru başlıyor, takip edemiyorum. Düşüncesini dahi okuyorum; bir ara zihninden yılanlar geçiyor. “Medyum musun sen? Peru’daki Ayahuasca seremonisindeki yılanlar onlar” diyor. Sadece hissediyorum.
Aslında yaşam öyle zengin bir menü sunuyor ki bize, iç görümüz arttıkça mucizeler de çoğalıyor. Cem’e göre yaşamın kendisi detoks; kendi kendisini yenileyebilen bir yapı. Benlikler, kimlikler ve egolardan örülü setlerle ve ikircikli bir yaşam algısıyla doğamızı biz bozuyoruz. Üstelik farkında olmadan! Neden-sonuç ilişkisine dayanan rasyonel bir beyin ve bu amaca hizmet eden eğitim sistemi sonucu özle bağlantıyı yitiriyoruz. Oysa esas olan Nirvana’ya ulaşmak değil, çarşıda özle köprü kurarak yaşayabilmeyi başarmak!
“Bize” Dair İki Soru:
Ne yapmalı? Biraz buna kafa yoralım istiyorum. Cem, hemen itiraz ediyor: “Ne yapmalı diyen, susmalı! Kendi mucizeni yarat ve şimdiye gir! Şimdi, zaman kavramından bağımsız bir organizma. İnsanın zihniyle anlayabileceği bir şey değil.”
Genelde çözümü olmayan bir sorunumuz olduğunda onu ya bastırır ya da unuturuz. “Ama yara gibi içeride durur” diyor Cem ve devam ediyor: “Üstelik bunlardan tarlalar var içimizde. Mucize; şimdiye girip, özle iletişime geçtiğinde gerçekleşir. Sorunun kaynağını; çocukluğundaki olayları kavrarsın. Sonunda da muhasebesini yapıp, kütüphaneye kaldırırsın.”
Ya düğümler çözüldüğünde? Cem, “Akıl sustuğu zaman buralarda duramazsın. Emin ol öyle bir enerji, mutluluk ve sevgi hali deneyimlememişsindir. İşin ilginç yanı, bu hal bizim doğamız!” diyor.
Üç Yasak Kelime: “Ben, Gerek, Ama”
Egosal dilin “ben, gerek (lazım), ama” kelimeleri olmaksızın cümle kurmak çok zor! Beceremeyince kelimelerle ne kadar sınırlı bir iletişim yarattığımızı fark ediyorum. Uzunca bir süre sessiz kalıyoruz.
Dilsiz, cinsiyetsiz iki insana dönüşmek ne harika bir deneyim; ayrılırken birbirimize uzun uzun sarılıyoruz. Odama giderken ondan aldığım sevgi enerjisiyle gökyüzüne dönüp teşekkür ediyorum. Sonra ev ödevlerimi tekrarlıyorum: Şimdiye nüfuz etmek için aklı susturmak, mucize için çarşıyı yönetmek ve uyanık olmak… Yeniden doğmak için ölmeyi ise, Peru’ya saklıyorum.
TEŞEKKÜR
Okan Üniversitesi Meslek Yüksekokulu olarak Bahar Dönemini bugün itibariyle sonlandırdık. Öncelikle okulumuzun yönetim kadrosuna ve çalışma arkadaşlarıma bana verdikleri destekten ötürü teşekkür ediyorum. MYO bünyesinde öğretim üyesi olarak ders vermekte olduğum Moda Tasarımı ve Halka İlişkiler sınıflarındaki öğrencilerime, düzenlediğimiz teknik gezilerde kapılarını açan ve bilgilerini paylaşan ilgili kişi ve kurumlara teşekkür etmek üzere;
Kariyer Eğitim Kurumları adına, 25 yıllık bir girişimcilik örneği olan Sayın Güler SELAMET'e ve Ö. Serkan SELAMET'e
Orka Group Y.K Başkanı ve eğitime gönül veren Sayın Süleyman ORAKÇIOĞLU'na,
Vakko'nun nitelikli eğitim kurumu ESMOD'a ve Moda Tasarımıcısı Sayın Atıl KUTOĞLU ve L'Officiel Türkiye Yayın Direktörü Gülen YELMEN'e
Collezione Moda Markası Y.K Başkan Yardımcısı Sayın Emre AKYİĞİT'e,
Fashion Week'teki defilesine bizim için 40 kişilik yer ayıran sevgili Deniz BERDAN'a ve Burçe BERKEK'e,
Hürriyet Gazetesi adına Sayın Fikret ERCAN'a ve başarılı müşteri temcilcisi Alper ONUK'a,
Doğan Burda Dergi ve Yayıncılık Spa & Wellness ve Beef & Fish dergileri Reklam Müdürü Sevgili Arzu K. ÇOBAN'a ve anlayışından ötürü direktörümüz Sayın Ferit ÖZKAŞIKÇI’ya,
TV8 “Anlatacaklarım Var” Programı ekibine ve de sunumunda yer alan ve benim için genç neslin en iyisi Oylum TALU'ya teşekkür ediyorum.