Güncelleme Tarihi:
*2015 nasıl geçti ve 2016’dan neler bekliyorsunuz?
- 2015’i o kadar filmle dolu geçirdim ki, başka bir şey düşünemiyorum şu anda. Ön hazırlık süreci, sonra iki ay Muğla’da set, devamında post prodüksiyon aşaması derken sene bitti. Bu yıl, hayatta yapmak istediğim şeyin başlangıç yılı, o yüzden özel benim için. Ayrıca farkındalığımın iyice arttığı sene... 2016’ya yepyeni bir enerjiyle girmek istiyorum. Hayatımda yeni bir çağ gibi yani... Çok güzel şeyler yapacağım bir sene olacağını hissediyorum. Sevmediğim yönlerimden mümkün olduğunca sıyrılıp olabileceğimin en iyisi olmaya çalışacağım.
*“Uzaklarda Arama” filmi öncesinde bir yapım şirketi kurdunuz. O da bu filmi hayata geçirmek için miydi?
- Daha önce eski ortağımla kurduğum şirketle televizyon dünyasında yapımcılığa başladım. Çok zor bir projeydi, güzel bir deneyim oldu benim için. Sonra Vadi Film’i kurdum ve sinemaya adım attım. Asıl istediğim şey film yapmaktı zaten. Bundan sonra da vakit kaybetmeden yeni projeler için harekete geçeceğim. Dizi senaryoları var ilgilendiğim; diziye de yönelebilirim önümüzdeki günlerde.
BEN DE OLSAM PAVYON KADINLARINI KASABAMDA İSTEMEM
*Sizin çocuklarla ilişkiniz nasıl?
- Ben çocuklara çocuk gibi değil, büyük insan gibi davranıyorum, bozuluyorum hemen falan. Deniz karakterine benzetiyor arkadaşlarım beni zaten. “Sen kendini oynamışsın” diyorlar.
*Tabii ki hepsi de ailesel, ekonomik ve toplumsal şartların zorlaması ile bu noktaya gelmiş.
- Tabii zaten film önyargıdan yola çıkıyor. Maalesef hepimizin var önyargıları... Herkes başka başka dünyalara doğuyor ve herkes bir hayat mücadelesi veriyor. Bunu akılda tutup empati yapmaya çalışsak, hayat herkes için daha kolay olur. Ama işte bu da çok kolay değil. Mesela filmde pavyonu kasabasında istemeyen kasabalılar da çok haklı. Ben de onların yerinde olsam, istemem pavyon kadınlarını kasabamda...
Ama işte iki farklı hayatı da tanıyınca iki tarafa da hak veriyorsun.
DUYGUSAL BİR TİPİM AMA ÇAKTIRMIYORUM
*Annenizle birlikte çalışmak size neler öğretti, sizi nereye taşıdı? Birlikte çalışmak zor olmadı mı? Çünkü yaşama bakış olarak biraz zıt karakterler gibisiniz...
- Aslında pek zıt karakterler değiliz. Bizi tanıyanlar benzetir. O, hayatta yeni öğrendiği şeyleri bana aktarmaya çalışır. Ben ayıp olmasın diye bir şey yapmak zorunda hissettiğimde, “Canının istemediği hiçbir şeyi yapma. İnsanlar için yaşama, kendin için yaşa, hayır demeyi bil, gerektiğinde biraz bencil ol” der. Ben de duygusal bir tipim ama çaktırmıyorum. Duygusal ama kuvvetliyizdir. İkimizin ilişkisine gelince, annemle birbirimize biraz fazla düşkünüz. Belki bu bazen yorucu olabiliyor. Onu mutsuz görmeye tahammülüm yok, hemen çok etkileniyorum.
*Sizin “uzaklarınızda” ne var? Neyi “uzaklarda” aramıyorsunuz?
- Benim hayatımda çok özel insanlar var. Bu konuda son derece şanslı olduğumu söylemeden geçemem; çünkü sık rastlanan türden değil benim dostluklarım. Arkadaşlarım bana iyi bir şey olduğunda en az benim kadar mutlu olurlar, aynı şekilde ben de onlar için tabii... Kötü gün dostu derler hep ama bu da en az onun kadar önemlidir. Kötü günümde zaten çok şükür hiç yalnız olmadım. En kötü gün bile yanında gerçek dostların olunca daha tahammül edilir bir hâl alıyor. Ayrıca hayatımda Irmak olduğu için çok şanslıyım. Çok bağlıyız birbirimize.
PAVYON ŞARKICISIYLA GÖRÜŞMEYE ZAMAN KALMADI
*Peki filmde canlandırdığınız “pavyon şarkıcısı Deniz”i, pavyon hayatını ve ilişkileri anlamak için neler yaptınız? Bir pavyonda gezdiniz mi? Pavyonda çalışanlarla sohbet ettiniz mi? Yoksa bu konuyla ilgili filmler mi izlediniz?
- Biz gerçekçi bir film yapmadık. Öyle olsaydı bu şarttı. Daha çok bir masal dünyası... Zamansız ve mekânsız. Yine de istedim pavyona gidip görmek ve çalışanlarla sohbet etmek ama aynı zamanda işin yapımcısı olduğum için vakit kalmadı. Hatta bir pavyon şarkıcısı bana ulaşmıştı. Onunla görüşmek için plan yaptım ama dediğim gibi zaman kalmadı.
*Biraz da naif tipler çiziliyor bu filmde. Gerçek bu mu?
- Benim oynadığım “Deniz” karakteri hayal dünyasında yaşayan, gerçek dünyadan kopuk olmayı seçmiş, çocuk ruhlu biri. Herkes onu çok naif buluyor ama bence yaşadığı kötü olaylardan sonra hayata tutunmak için oynadığı bir oyun bu aynı zamanda.
*Yusuf’un ve Deniz’in naifliği de örtüşüyor... Yusuf ile Deniz, çiçekler-kelebekler-ağaçlarla büyülü bir ortamda buluşuyor. Hayat bu kadar güzel mi, naif mi?
- Aslında hasta bir kız ile küçük bir çocuğun ortak dünyası bu. Kız hasta olduğu için görüyor olmayan şeyleri, Yusuf ise çocuk olduğu için. Büyüyünce göremeyeceğini söylüyor zaten Deniz ona... Yusuf ile Deniz’in hikâyesinde senaryomuzu yazan Onur Ünlü’nün izlerini görebiliyorsunuz. Onur Ünlü çok özel, çok başka bir adam. Ona hayranım.
*Saflığı mı arıyoruz? Bunun özlemi mi var sizce?
- Evet, bence birçoğumuzda var. Çocukken sahip olduğumuz şeye şimdi erişebilmek için kendimizi eğitmemiz, ilerlememiz ve arınmamız gerekiyor. Bunun için öncelikle farkındalık ve istek gerek.
GÜNÜMÜZ İLİŞKİLERİNDE MANTIK AĞIR BASIYOR
*“Uzaklarda Arama”da izlediğimiz, hangi yıllarının Türkiye’si? Şimdi imkânsız profiller gibi...
- Bugünümüz değil... Zamansız ve mekânsız aslında... Daha çok 90’lar hissi verebiliyor seyirciye, yine de biz karma diyelim.
*Siz de her koşulda herkese yardım eder misiniz?
- Ederim. Kesin...
*Günümüzde aşk, Yusuf ile kurduğunuz ilişkideki kadar naif yaşanabiliyor mu?
- Yaşanabilir aslında ama tecrübeler, hayal kırıklıkları, geçmişten kaynaklanan peşin hükümler, korkular tutuyor insanları.
Eğer karşındaki sabırla ve zamanla bunları yıkarsa, yaraları sararsa, bence mümkün. Hepimiz egolarımıza, öfkemize, kişisel sıkıntılarımıza yenik düşüyoruz.
Provoke etmek yerine sakinleştirerek, özgüvenini düşürmek yerine yükselterek, onu olduğu gibi kabul ederek insanı en saf ve en iyi haline dönüştürebileceğinize inanıyorum.
*Aşka nasıl bakıyorsunuz? Aşk artık bu kadar naif ve yürekten yaşanıyor mu?
- Galiba az. Sanırım mantık ağır basıyor günümüz ilişkilerine baktığımda. Gayet sıkıcı bir durum bu. Ama bence hâlâ öylesi de mümkün.