Güncelleme Tarihi:
Antalya Film Festivali’nin son günü... Öğle suları genç sinema yazarı dostum Olkan’la (Öztürk) şehir merkezine inmişiz, kahvelerimizi yudumluyoruz. Olkan’ın telefonu çalıyor, festivalin basınla ilgili görevli arkadaş saat 16.00 civarı konuklardan Franco Nero’yla bir grup sinema yazarını buluşturmak istediğini söylüyor. Programda böylesi bir randevu yoktu ama bir gün önce eşi Vanessa Redgrave’in söyleşisinde tanıştığımız Nero’yla tekrar buluşmak fikri hiç de fena görünmüyor. Üstelik yaş itibarıyla sinema yazarları grubunda, filmlerini en fazla izleyenlerden biri de benim, bu vesileyle kuşağım adına orada bulunmak boynumun borcu. Olkan’la otururken aklımızdan bir fikir geçiyor; madem Franco Nero bir western efsanesi, kendisiyle bir “kovboy filmi karesi” çektirelim. Önce (bizdeki ifadesiyle) “Bir ‘kovboy şapkası’ bulalım” diyoruz, ondan sonra da tabanca işine gireriz. Amacımıza ulaşıyoruz, hasır şapkaları ve de Çin malı oyuncak tabancaları toparlayıp söyleşinin yolunun tutuyoruz.
CLINT EASTWOOD’LA ÇALIŞMAK İSTERDİM
Nero, Vanessa Redgrave’le tanışmalarına vesile olan 1967 tarihli “Camelot”ın gösteriminin ardından eşiyle birlikte seyircilerin sorularını cevaplama faslını bitirip bizlerle buluşuyor. Hemen karşısına çöreklenmenin avantajıyla öncelikli soru sorma hakkı bende; ilk olarak şu soruyu yöneltiyorum efsane oyuncuya: “Huston, Corbucci, Fassbinder, Bondarchuk, Petri, Bunuel, Castellari, Zeffirelli, Harlin, Avati ve nihayetinde Tarantino. O kadar geniş yelpazede seyreden yönetmenlerle çalıştınız ki... Geçmişinize söyle bir göz attığınızda, kariyerindeki eksik sayfa olarak kimin ismini verirsiniz?” “Efsane”nin bu soruya cevabı şöyle oluyor: “Çok sayıda yönetmenle, çok sayıda karaktere hayat verdim. Öyle ki bir Türk’ü de canlandırdım. İşim bu. Eksik sayfaya gelince, eski bir western oyuncusu olarak Clint Eastwood’la da çalışmak isterdim. Sanırım kariyerimdeki en önemli eksiklik o.”Madem konu Eastwood üzerinden western’e geldi, o klasik soruyu sormanın zamanıdır: “Eastwood’un ‘Unforgiven’ı sonrası türün yatağı değişti. Öte yandan western’in öldüğünü söyleyenler de var, siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?” Nero bu soruya da şu cevabı veriyor: “Bu hep söylenir ama western asla ölmez. Bakın Tarantino, benim eski bir karakterimden yola çıkarak ‘Django Unchained’ı çekti, western yeniden canlandı. Birkaç hafta sonra Tarantino’nun yine bir western olan son filmi ‘The Hateful Eight’ vizyona girecek ve bir kez daha, bu türün ölmediğini, yeniden ayağa kalktığını göreceğiz... Bu arada ben de halihazırda çekilmiş ve vizyon sırasını bekleyen iki western’de oynadım.”
Laf Tarantino’dan açılmışken, sinema yazarı arkadaşlardan biri onunla nasıl tanıştığını ve “Zincirsiz”in (Django Unchained) kadrosunda yer alma serüvenini soruyor. Nero “Bu, uzun bir hikâye” diyor ve devam ediyor: “Yıllar önce Penelepo Cruz’un benim kızımı canlandırdığı bir filmle San Sebastian Film Festivali’ne katılmıştık. Penelope, festival sırasında hayranım olduğunu söylediği genç bir Amerikan yönetmenle tanıştırdı beni. Zamanında bir video dükkânında çalışıyormuş ve o dönemde filmlerimin hepsini izlemiş. Gerçekten de konuya çok hâkimdi, özellikle oynadığım western’lerden büyük bir tutkuyla bahsediyordu. Sonra yıllar geçti, New Orleans’ta her yıl düzenlenen İtalyan Filmleri Haftası için Amerika’daydım. Beni orada buldu, bir şekilde buluştuk ve senaryoyu aldım. Okudum fakat kendime göre tek bir rolün Christoph Waltz’un oynadığı ‘Dr. Schultz’ olduğuna kanaat getirdim. Bunu ona nakledince işler karıştı tabii. Sonra bir süre beni aramadı. Nihayetinde yaptığımız telefon konuşmasında filmde oynadığım karakteri adeta ben yaratarak ona teklifte bulundum. Bir nevi orijinal ‘Django’yla ‘Siyahi Django’ karşı karşıyla gelecekti. Başta “Böyle bir şey hayatta olur ama filmlerde çok inandırıcı olmaz” dedi ama sonunda kabul etti.
Bir sonraki soru genellikle ne tür filmlerde oynamak istediğiyle ilgiliydi. İtalyan aktör bu konuda da şöyle konuştu: “Ben eski kafalı biriyim. Bu yüzden hikâyeyi ön planda tutuyorum. Şimdiki sinema anlayışında ise sürekli aksiyon ve özel efektler var. Üstelik sinema, televizyonun da fazlasıyla etkisi altında. İtalya’da mesela bir film yapmak isteyenler önce RAI’nin kapısını çalıyor, onlar da projeleri TV seyircisinin beğenisine göre biçimlendiriyor. Böylesi bir ortamda ben de teklif edilen birçok projeyi reddetmek zorunda kalıyorum. Çünkü o filmlerde işim olmadığını düşünüyorum.”Akşamki kapanış töreni için o olmasa bile eşi Vanessa’nın hazırlık yapması gerekiyordu, son bir soru denince sazı yine ben aldım elime: “Yıllar önce, 1967’de ‘Camelot’ta birlikte oynadığınız Vanessa Redgrave’le o zamanlar bir ilişki yaşadınız ve oğullarınız Carlo dünyaya geldi. Sonra Vanessa’yla yollarınız ayrıldı ve 2000’lerin ortasından bu yana tekrar birliktesiniz. Bu, bahsettiğiniz türden eski ama etkileyici bir aşk hikâyesi değil mi? Buradan bir film çıkmaz mı?” Nero bu soruya önce güldü, sonrasında “Evet, çıkar. Hatta Vanessa 2010’da, bizim hikâyemize benzer bir konuya sahip ‘Letters to Juliet’ adlı filmde oynamıştı.”Söyleşi kısmı bitmiş, tam dağılırken fotoğraf hamlemizi yaptık, Nero’ya önce kovboy şapkasını giydirdik, sonra tabancayı eline tutuşturduk ve karşılıklı düello karesini çektirdik. Doğrusu genel olarak bu söyleşi benim için çok hoş bir randevu niteliğindeydi. Ortaokul ve lise dönemimin yıldızıyla böylesi bir poz vermek bile büyük nimetti. Bu yılki Antalya Film Festivali’nin en güzel yanlarından birisi, kuşkusuz Nero gibi bir efsaneyle böylesi bir hatırayı paylaşmak oldu.
FATİH AKIN’IN “KESİK”İNİ ÇOK BEĞENMİŞTİM
Franco Nero, bir gün önceki Vanessa Redgrave buluşmasında son dönemde izlediği en etkileyici yapımlardan biri olarak Fatih Akın imzalı “Kesik”i (The Cut) göstermişti. Akın, “Kesik” Türkiye’de vizyona çıktığında filminin aslında bir western olduğunu söylemişti. Biz eleştirmenler ise bu durumun pek algılanamadığını, öykünün Küba üzerinden Amerika’ya taşındığında ancak böyle bir yapıya kavuştuğunu belirtmiştik. Nero’ya çıkan kısmın özetini aktarıp “Kesik”e ilgisinin filmin western özelliklerinden dolayı olup olmadığını sordum. Cevabı şöyleydi: “Evet, bence de western ikinci bölümde hissediliyordu, ben daha çok genel çizgileri itibariyle filmi beğendim ve etkilendim.”