Güncelleme Tarihi:
Tarık Akan’ı kaybettik... Anılarımızı, yıllarımızı kaybettik.
Bir çift güzel gözün ötesinde, şahsiyetli ve onurlu bir duruşu, adam gibi bir sanatçıyı kaybettik.
Gazanfer Özcan’ı, Kemal Sunal’ı, Ekrem Bora’yı, Sadri Alışık’ı, Levent Kırca’yı, Nejat Uygur’u uğurlarken de böyle eksik kaldık. Elindeki değerleri yaşarken bilmezden gelir ya insan...
Pamuklara sarıp saklamaz da, hep kaybedince anlar değerini...
Sinemanın ve tiyatronun emektar kadınlarına sarılmak istedim bu hafta.
Yollarına, anılarına kalbimi koydum...
Ne onurlu bir yaşam savaşı onlarınki... Ne eli öpülesi değerlerimiz onlar bizim...
Kapadokya’dayız...
Mahsun Kırmızıgül’ün yeni sinema filmi için çalışıyoruz hep birlikte.
Üç sanatçı büyüğümü izliyorum. Sete gelişlerini, provalardaki mütevazı duruşlarını, sabahın 05.00’inde başlayan çekimlerde ezberlerini bir kez bile bozmadan, ustalıklarını sessiz duruşları ile nasıl taçlandırdıklarını izliyorum.
Üstün vasıflarla donanmış ruhlarının asaletine o kadar hayranım ki...
“Kaynanalar” dizisinin Döndü’sü Defne Yalnız, “Bizimkiler” dizisinin yöneticisi Sabri Bey’in eşi Ayla Hanım’ı Meral Çetinkaya, “Pamuk Prenses ve 7 Cüceler”in cadısı Suna Selen bakın mesleklerine adadıkları yarım asra neler sığdırmışlar...
Yapımcılar, yönetmenler, sinema-TV yöneticileri ve biz onların izleyicileri... Hepimizin başımızın tacıdır onlar.
Onlar bizim altın kızlarımız...
Onlar bizim altın yıllarımız...
Hayattayken sarıp sarmalayıp, koruyup, kollamamız gereken değerlerimiz bizim.
* Günümüz sinemasını nasıl buluyorsunuz?
- Defne Yalnız: Son 20 senedir dünya sinemasına yakın daha fazla film yapıldığını düşünüyorum. Çok keyifli filmler çıkıyor. Hoşlanmadığım filmler de oluyor. Şunu da söyleyeyim; Ankara kökenli olduğum için sinemayla çok fazla flörtüm olmadı. Başta sinemaya soğuk baktım. Sinema da beni sevmedi. Fakat yaşlandıkça sinema filmi yapmanın ne kadar önemli olduğunu bir seyirci olarak hissettikten sonra bu sevda yeni filizlendi. Meslek hayatım tiyatro üzerine kuruluydu. 17 sene de sahne yaptım. Hem taklit yaptım, hem şarkı söyledim.
- Suna Selen: Ben sinemaya 1960’larda Metin Erksan’la başladım. 19 yaşındaydım. O zamanlar hakikaten çok kaliteli filmler çekiliyordu. Sonra biliyorsunuz 1970’lerde bütün dünya sineması gibi Türk sineması da bir kriz geçirdi. Seks furyası başladı. Sonra masal filmleriyle bu iş toparlandı. 1980’lerde Avrupa sineması seviyesine geldik. “Yengeç Sepeti” ve bunun gibi çok güzel filmler yapıldı. Şimdi bu şekilde devam ediyoruz ama ekonomiden ötürü çok fazla çeşitlilik olmuyor. Son senelerde gişe yapsın diye çoğunlukla ağır güldürü üzerine filmler çekilmeye başlandı. Bu da sanatsallığı geri plana atıyor. Sosyolog bir arkadaşım, “İnsanlar o kadar çok bunalıyorlar ki, her şeyi içlerine atıyorlar ve onların sinemaya gidip o kahkahayı atmaya ihtiyaçları var. O gerçek bir deşarj ve terapi oluyor” dedi. Ben sanat filmlerini izlemeye giderim. ‘Başka Sinema’ diye bir konsept var. Çok güzel Avrupa filmleri geliyor ve onları takip ediyorum. Ama sanıyorum sosyolog arkadaşım söylediği şeyde haklı.
- Defne Yalnız: Ben bunun tamamına katılmıyorum. Çünkü Türk seyircisi gülmek kadar ağlamayı da sever.
- Suna Selen: Haklısın. Biz zaten ağlıyoruz bu ara.
- Meral Çetinkaya: Ben sinemaya 1973 yılında başladım. İlk filmim Zeki Ökten’le “Ağrı Dağı’nın Gazabı”ydı. Bir macera gittim sete. Zeki Ökten ve eşi arkadaşımdı. Sanat Tarihi okudum. O dönem bir üniversitede okutman olmak için diplomamın denkliğini bekliyordum. Diplomam yabancıydı. “Beni de götürün sete” dedim ve gittim. Oraya gittiğimde çarpıldım, çok etkilendim. Her zaman sinemayı çok sevdim. Ama beni çarpan sinemada izlerken gördüğüm şey değil, arka plandı. Kameranın arkası bambaşka bir dünya. Ağrı Dağı’nın tepesinde hiçbir şey yokken oradan bir dünya yarattılar. Özellikle set işçileri beni çok etkiledi.
Fotoğraflar: Levent KULU
DİZİ ADEDİ ÇOK YARATICI BEYİN AZ
* Hepinizin mesleğinde dönüm noktaları var. “Bizimkiler”, “Kaynanalar” ve “Pamuk Prensens ve 7 Cüceler”... O dönemlerde bu işlerin bu kadar tutacağını tahmin ediyor muydunuz?
- Meral Çetinkaya: Etmiyordum ama “Bizimkiler”de çok özel ekip vardı. Biliyorsunuz dizi sektöründe senaryo çok önemli. Orada Umur Bugay gibi muhteşem bir senarist vardı. Ve o aynı zamanda muhteşem bir yapımcıydı. Bizi bir araya getiren ve tutan oydu. Çok ilginç bir deneyimdi. Ne kadar süreceğini, tutup tutmayacağını bilmiyorduk. Benim oynadığım ilk diziydi. Her zaman büyük bir sıcaklıkla anarım. Güzel şeyler özlenir. Ama ne yazık ki çok arkadaşımız o albümden, öbür tarafa yolcu oldu. Kalan birkaç kişiyiz.
* Günümüz dizilerini beğeniyor musunuz?
- Defne Yalnız: Türkiye’de televizyon 1968 yılında kuruldu. Ben kurulduğu sene Ankaralı olduğum için televizyona başladım. “Kaynanalar” ilk Türk televizyon dizisidir. “Kaynanalar” aralıklarla 30 sene sürdü. 1973 yılında ilk bölümü çektik. 2003 yılında da final bölümü çekildi. Meral’in de dediği gibi dizi senaryo işidir. İster istemez tıkanmaya başlıyorlar. Dizi adedi çok, yaratıcı beyin az ve onu bulmak güç. Biraz da tembelliğe ve kolaylığa kaçıyorlar. Birbirlerinden konu apartıyorlar. En zoruma giden de klasik romanların uyarlamasında, dizi tuttu diye romanla asla alakası olmayan uzatmalar yapılması. Beni son derece soğutuyor. Bana hoş gelmiyor. Her dizinin ilk iki bölümünü seyrederim. Kimler oynuyor, senaryosu nasıl diye ama iki sezondur devamlı seyrettiğim bir dizi yok.
- Suna Selen: Bir sanat eserini beğenirsiniz veyahut beğenmezsiniz. Bana sorarsanız dizi bir üründür. Satılacak bir ürün, metadır. Avrupa gibi 40 dakika yapsalar çok daha rahat konu bulabilirler. İzleyicinin seyretme şansı da artar. Ama 2,5 saat bu işi nasıl doldurabilirsiniz? İnsaf. Diyeceksin ki dizilerde oynamıyor musun? Devamlı dizide oynamayı katiyen tercih etmiyorum. 2-3 bölüm konuk olmayı seviyorum. Yeni bir karakter yaratıyorsun ve onu yaratmanın bir heyecanı oluyor.
* Oyunculuk ne ile beslenen bir meslektir?
- Defne Yalnız: İzlemek, okumak, araştırmak ve gözlem yapmak. Öğrencilerime her zaman şunu diyorum: Metrobüste giderken camdan dışarı seyretmeyin, otobüsteki insanları seyredin, öyküler kurun kafanızda. Ben çocukluğumdan beri bunu yaparım. İnsanları gözlemlerim.
- Meral Çetinkaya: Yaşadığımız dünyayla bağının sıkı olması gerekir. Oynayacağı karakteri hangi dönemde olursa olsun bugünün gerçeğine bir göndermesi, bir bağı olması lazım. Dünyaya çok açık olmaya çalışmak lazım diye düşünüyorum.
DİZİ SETLERİNDE SIKINTI: SİGARA
* ‘Sinema terbiyesi’ diye bir şey var. Vaktinde sete gelmek, oyuncu arkadaşınızın tek sahneleri çekilirken ona oyun vermek gibi şeyler... Ben de bunları Haldun Dormen, Kadir İnanır, Kenan Işık gibi üstatlardan öğrendim. Başka ne gibi şeyler gerektiriyor sinema terbiyesi sizce?
- Defne Yalnız: Ben bu konuda yetkili değilim. Sadece 9 tane filmim var. O yüzden bunu Suna ve Meral yanıtlamadı.
- Suna Selen: Dediklerin doğru. İlk sinemaya başladığım senelerdi. Hep Ayhan Işık’ı örnek gösterirlerdi. Ayhan Işık akademi mezunuydu. Bir arabası var. Sete 8’de gelinecek ve 9’da motor denecekti. Ayhan Bey 6’da arabasıyla geliyor derlerdi. O kadar erken gelemediğim için kıskanırdım. O disiplin çok önemli.
- Meral Çetinkaya: Bu sadece sinema terbiyesi değil, aynı zamanda iş terbiyesidir. Etrafındakilerle bir iş yapıyorsan onlara da saygı göstermelisin. Toplumda sınırlar nasıldır? Benim sınırım, onun sınırının başladığı yerde biter. Onu fark etmeliyim ve hissetmeliyim.
- Defne Yalnız: Gösteri dünyasında yer yer modalar var. Bir zamanlar assolistler “Bu şarkıları okumayın” diye liste asarlardı. Şarkıcıların da sinemaya girdiği dönem bir moda başladı; sete geç gelmek. Bunu işin raconuymuş gibi yaparlardı. Meral’e ve Suna’ya katılıyorum. Ben hâlâ gideceğim yere geç kalmayayım diye saatler öncesinden yola çıkarım.
* Genç oyuncuların sizce sinema terbiyesi var mı?
- Meral Çetinkaya: İsim saymayayım ama çok yetenekli oyuncular var. Ve yeni gelen nesil mesleklerinde gelişmek için çalışıyor, eğitimi önemsiyor. Bence harikalar. Çok saygılı ve disiplinli genç oyuncular var. Olmayan da vardır belki. Dizilerle ilgili kişisel sıkıntımı söyleyeyim; sigara. Kimse kimseye sigarasız ortam hakkı tanımıyor. Yapım şirketine de söylüyorum. “Sizi şikayet edeceğim” diyorum ama yine de bir şey değişmiyor.
* Oyunculuk bırakılabilen bir meslek midir?
- Meral Çetinkaya: Oyunculuk, gerçek dünyada yaşayan gerçek insanları yorumladığı için yaşamak gibi, bırakılmamalı. Ölüm bıraktırana kadar...
TARIK AKAN’IN ARDINDAN...
* Tarık Akan’ı kaybettik. Onunla birlikte oynama fırsatınız oldu mu?
- Meral Çetinkaya: Birlikte iki filmde çalıştık. Biri Ali Özgentürk’ün “Su da Yanar”ı, diğeri ise Atıf Yılmaz’ın “Eylül Fırtınası” filmiydi. Sette onu gözlemlerdim. Çok yumuşak, saygılı, efendi biri insandı. Çok dikkatliydi. “Su da Yanar” filminde küçücük bir rolüm vardı. Terk edilmiş bir köydeki kulübede kalmış uçuk bir kadını oynuyordum. Ben gittim oynadım. Bittikten sonra bana “Yalınayak gittin oraya, ayağın hiç acımadı. Şimdi çekim bitti, senin ayağına batmaya başladı her şey” dedi. Çok dikkatli biriydi.
- Suna Selen: Biz de birlikte üç filmde oynadık. Ben bir kışı ve bir yazı Tarık Akan’la birlikte geçirdim aynı filmde. Benim hayatımın bir parçası gitti Tarık’ın vefatıyla. Hissettiğim bu. Duygum bu. Hayatımın iki parçası, hem kışı hem yazı gitti. O kadar efendi bir çocuktu ki. Bir filmi çekerken 7 yaşındaki oğlum da hep benimle geliyordu. Bir kere bile oğluma bir şey demedi, insan bir kere mi dönüp ters ters bakmaz. Bakmadı.
- Meral Çetinkaya: Cenaze törenindeki sevgi, saygı dolu insan seli de onu yeterince anlatıyor. Onurlu ve dürüst bir yaşamın karşılığı bu. Çocukları Barış Zeki, Özlem ve Yaşar Özgür’le Acun Güney’e sabırlar dilerim.
- Defne Yalnız: Benim maalesef birlikte çalışma fırsatım olmadı ama vefatına çok üzüldüm.
BANA DRAM OYNATMIYOR
- Defne Yalnız: Ben oyuncu sıfatını taşımak istiyorum ama maalesef sektör beni komedyen olarak tanımladı. Mahsun Bey beni arayınca çok heyecanlandım. “Nihayet bir dram filminde oynayacağım” dedim. Ama bu film de komedi. Bana dram oynatmıyor. Ama bir gün ölmeden bir dram filminde oynayacağım.
- Meral Çetinkaya: Araya girerek söylüyorum; en zor şey komedi oynamaktır.
ESKİDEN SETLERDE BİR TEK PEYNİR EKMEK OLURDU
* Yeşilçam’la günümüzü kıyasladığınızda arada ne gibi farklılıklar var?
- Defne Yalnız: Prodüksiyon, yapım firması farkı var. Yeşilçam’da film çekerken başrol oyuncular ne yiyordu bilmiyorum ama bizim yediğimiz peynir ekmekti. Firmanın biraz parası varsa ekmek arası köfte olurdu yemek. Karavan, giyinme odası, o zamanlar nerede efendim! Su, kahve, çay filan olmazdı. Yapımcılar dünya standartlarında set kuruyorlar artık. Bu da çok hoşuma gidiyor, çünkü bana değer verildiğini hissediyorum.
- Meral Çetinkaya: Her dönemin kendi koşulları, artıları ve eksileri var. Eskinin yoksul koşullarının zorladığı yaratıcılık, yaratıcı çözümler, alaydan gelme, usta-çırak ilişkileri; bugünün teknolojik gelişmeleri, uzmanlaşmalar, kalabalık setler gibi. Pratik bilgi, teorik bilgi gibi bir fark belki. Geçen sene Malatya’da bir film çektik. Bütçesi olmayan bir işti. Ne yiyecek ne de içecek bulabildik. İlkel koşulları yaşadık.